Header Ads

İşte Şimdi Başlıyoruz

- AYŞE DÜZKAN -

türkiye’de 2012 yılında muhalefeti belirleyen gelişme 2011’in son günlerinde yaşandı. resmi adıyla uludere, sivas’ın batısında yaşayanların daha sonra öğrenecekleri gerçek adıyla roboski’de türkiye cumhuriyeti’ne ait f-16 uçaklarıyla bir bombardıman gerçekleşti, ölenlerin çoğu dünya sağlık örgütü’nün çocuk saydığı yaştaydı. bu olay birçok açıdan bir dönüm noktası oldu bence.

kürt meselesi

kürt meselesi, 2000’lere kadar esas olarak türkiye cumhuriyeti devleti ve kürt halkı/halk hareketi arasında bir meseleydi. 2000’lerle birlikte kürtler karşılarında türkleri de bulur oldu. türklere kürtlerden daha fazla umut veren “açılım” sürecini de kapsayan bir on yılın ardından türkler de artık kürtlerin hedefleri arasında yer almaya başladı. bu süreci tetikleyen, açığa çıkartan van depremi oldu.

doğal afetleri ilahi cezalandırmalara yormak batasıca geleneklerimiz arasında. türklerin van depremi karşısında verdiği tepkinin “allahlarından buldular”dan ibaret olduğunu söylemek haksızlık olur. ama o kadar haksızlığın yanında bunun lafı olmaz.

van’ın yarattığı duygusal iklim, “açılım”dan bir halt çıkmamasından kaynaklanan hayal kırıklığı, kürdistan bölgesel yönetimi’nin yarattığı ümit ve özellikle kürt burjuvazisine sunduğu imkanlar, bdp’nin varlık ve mücadelesinin önüne konulan engeller ve kck’lılara yönelik baskının parlamenter ve yasal mücadelenin mümkün olmadığını düşündürtmesi, roboski’deki acımasızlıkla birleşince ayrılık ve bölünme kürtler açısından daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir ihtimal haline geldi. 2012’nin kürt meselesiyle ilgili geride bıraktığı en önemli çizginin bu olduğunu düşünüyorum.

açlık grevleri

kürt hareketinden söz ederken açlık grevlerine de değinmek gerekir bence. türkiye’de cezaevi koşulları her zaman sorunlu oldu, daha geçen gün 11 tutuklunun çok kötü dayak yediği haberi geldi. o yüzden cezaevleriyle ilgili mücadele her zaman önemli olacak. açlık grevinin bir mücadele yöntemi olarak son çare olduğu, ancak başka hiçbir aracın bulunmadığı cezaevlerinde ve buranın koşullarına yönelik olarak yapılmasının doğru olduğu çok söylendi. benim bunlara eklemek istediğim nokta cezaevindeki insanın son çaresi olan bu eylem biçimine gözümüz gibi bakmamız gerektiği olacak. o yüzden her açlık grevi ve ölüm orucu eyleminin zaferle, yani kazanımlar elde edilerek sonuçlanması gerekiyor. bütün bunları göz önüne alınca ve ortasında 19 aralık katliamının durduğu süreçte, kürt tutukluların hareketsizliğini de hesaba katınca, son açlık grevi eyleminin özellikle cezaevlerindeki koşullara etkisi açısından, hayal kırıklığı olduğuna işaret etmek istiyorum.

direnişler

türkiye 1990’lı yılların başında büyük işçi direnişlerine sahne olmuştu, o yıllarda politize olan pek çok işçi var. bir kısmının, 1990’ların ortalarındaki partileşme –özellikle de ödp’lileşme- sürecinde ufalandığını düşünüyorum. 2000’lerde seka direnişi, petkim, tüpraş gibi özelleştirme karşıtı eylemlilikler önemli deneyimler oldu. 2010’daki tekel direnişinin tetiklediği özelleştirme karşıtı direnişler sürecinin son noktası geçtiğimiz cumartesi günü fabrikayı işgal eden topkapı şişecam işçileri. öte yandan bir kısmı herhangi bir sendikayı da arkasına almamış olan işçi direnişleri 2012’nin önemli gelişmelerinden biri. istanbul moda haftası’nda podyuma çıkan rose teks işçisi meral özyürek bu yılın önemli fotoğrafları arasında bence.

hükümet ekonominin iyiye gittiğinden dem vuruyor, türkiye’nin büyüme hızı itibarıyla çin’in ardından ikinci sırada yer almasıyla övünüyor: düşük ücretlerin, korkunç çalışma koşullarının çin’i bu; çalışmaktan bunalıp intihar etmek isteyenlere engel olmak için pencerelerin altına gerilen ağları efsaneleşen çin. türkiye büyüyordur büyük ihtimalle, yani sermayenin kârı artmıştır; reel ücretleri düşürerek, inşaat sektörünü canlandırmak için evlerimizi başımıza yıkarak…

'osmanlı' etkisi

arap dünyasındaki gelişmeler 2011’den bu yıla aktarılan önemli dinamikler arasında. akp iktidarının bölgede, iddia ettiği “osmanlı” etkisine sahip olmasının yakın gelecekte mümkün olmadığı özellikle israil’le hamas arasındaki ateşkeste mısır’ın oynadığı rolle bir kere daha görüldü. bir yandan da, türkiye’nin suriye’ye yönelik müdahalesi yurt içinde, ırak işgalindeki gibi geniş bir karşı cephe oluşturmasa da şükür tepki görüyor.

6284

kadınlar açısından ise 2012’de iki önemli gelişme oldu; bunlardan birincisi bu yıl meclis’in gündemine gelen 6284 sayılı yasa. kadın örgütlerinin de katkılarıyla biçimlenen ama son dakikada büyük müdahale gören, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun adındaki “aileyi koruma” fikrinden başlayarak büyük hayal kırıklığı yarattı. ama akp politikaları içinde en fazla tepkiyi kürtaj ve sezaryen uygulamalarıyla ilgili sınırlandırma çabaları çekti. hükümet yetkililerinin sezaryenle doğumların engellenmesi ve kürtaj süresinin kısıtlanmasına yönelik sözleri birçok kadın örgütünü bir araya getirdi, ayağı kaldırdı. haklı olarak akp hükümetini karşısına alan bu protestolar karşısında beklenen değişiklik önergesi meclis’e gelmedi. ancak sezaryen da, kürtaj da hekimlere yapılan maddi, manevi baskı, kürtajın performans puanının düşük olması vb. gerekçelerle fiili olarak kısıtlanıyor. “kürtaj haktır karar kadınların platformu” kürtaja yönelik engellemelerle ilgili hazırladığı broşürü önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşacak. 2012 akp açısından kadın muhalefetinin “cumhuriyetçi teyze” deyip küçümsenemeyecek, “başörtüsü hakkı” denilip lafı ağzına tıkılamayacak bir birlik ve varlık gösterdiği yıl oldu. kadınların git gide daha fazla toplumsallaşması ve özgürlük talepleriyle hükümetin muhafazakar politikaları arasındaki gerilim önümüzdeki günlerde de belirleyici olacak.

lgbt hareketi

2008 yılında lambda derneği hakkında bir kapatma davası açıldı. bu davada kullanılan genel ahlak gibi kavramlar daha sonra sık sık karşımıza çıktı. Bu dava, lgbt harekete büyük bir ivme kazandırdı ve doğrudan akp hükümetinin karşısında konumlandırdı. kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı aliye kavaf 2010 yılında “eşcinsellik hastalıktır” dediğinde gördüğü tepkiyi büyük ihtimalle beklemiyordu. o yıllardan bu yana her yıl giderek kalabalıklaşan onur yürüyüşlerinde akp siyasetine duyulan tepkinin etkisi olduğuna şüphe yok. ancak bu güçlenme bu yıl solun da ilgisini çekmiş olmalı ki iki farklı pankart ve grup; “sosyalist ebt” ve “gökkuşağının kızılı” onur yürüyüşü’nde yer aldı. öncelikle, gökkuşağı’nın bir koalisyon anlamına gelmediğini, farklı renkleri bir araya getiren bir bütün olarak lgbt hareketin simgesi olduğunu hatırlatmak gerek. solun içinde bu konuda hala “yozlaşma, hastalık” gibi ifadelere başvuranlar var. bu tavrın tam karşısında yer alan sahiplenme çabasının olumlu değilse de önemli olduğunu düşünüyorum. öte yandan trans cinayetleri ve avcılar’da trans kadınlara yönelik yürütülen ve rant amacı kısa sürede açığa çıkartılan nefret eylemleri trans görünürlüğünün dünyanın pek çok başka ülkesinde olduğu gibi şiddetle karşılaştığını gösteriyor.

'torba' davalar

geçen yıldan beri süren basına yönelik baskılar, kolaylıkla çürütülen “deliller” üzerine inşa edilen “torba” davalar 2012’nin önemli gelişmeleri arasında yer aldı ve akp hükümetinin hem tahammülsüzlüğünü hem de yargıya müdahalesini gözler önüne serdi.

odtü

akp iktidarı, sendika yasasından taksim meydanına çok fazla şeyi değiştirdi iktidarı sırasında. ama bazı gelenekler ayakta kalabiliyor. tayyip erdoğan’a karşı geniş bir akp karşıtı kesimin duygularına tercüman olmak da odtülülere düştü. türkiye’de üniversitenin, özellikle de iyi üniversitelerin ancak belli bir geliri olan ailelerin çocuklarına mahsus hale getirildiği, öte yandan öğrencileri soldan uzaklaştırmaya yönelik ciddi bir çabanın olduğu düşünülünce bu hakikaten ilginç bir gelişme.

kadın sporunun başarısı

sporda iki önemli gelişme yaşandı bence. bunlardan ilki 2011’de başlayan, hükümetin lige yargı aracılığıyla müdahalesi sürecinin yarattığı politizasyon. ikincisiyse, erkek sporuna bu kadar yatırım yapılırken olimpiyatlar’a türkiye adına katılan kadın sayısının erkek sayısından fazla olmasının yanı sıra üç kadın ve iki erkeğin madalyaya hak kazanması.

müzikte politizasyon

müzikte de 2012’nin kadınların yılı olduğunu söyleyebiliriz. birçok müzik yazarının en iyi albümler listesinin baş sıralarında hediye güven, jehan babur, göksel, cey’lan ertem, yasemin mori, mira’nın albümleri yer alıyor. bu alanda, kırmızı’nın aile içi şiddet acil yardım hattı’na destek veren ve kadına yönelik şiddeti ele alan 'araf' adlı parçasının önemli olduğunu düşünüyorum. redd’in 'hayat kaçık bir uykudur’u grubun politik çizgisini koruyor, asfalt dünya’nın 'büyük yollar’ı ve rashit’in henüz piyasaya çıkmamış olan yeni albümü 'insan neslinin sonu' politik içerikleriyle önemli bir ihtiyaca cevap veriyor ve politik müziğin halk müziğiyle olan göbek bağının kesildiğini bir kere daha kanıtlıyor. türkiye’de her zaman politik müzik yapıldı ancak doğrudan sol hareketin içinden çıkmayıp müzik dünyasında mayalanan bu çabaların da ülkenin genel politizasyonunun bir işareti olduğu fikrindeyim.

aslında sanatın siyaseti yansıttığı başka alanlar da var. örneğin iksv’nin altın lale ulusal yarışmasına katılan filmlerin yarısı ya kürtçe ya da kürt meselesiyle ilgiliydi.

meinhof

bu yıl okumaktan en mutlu olduğum iki roman perihan mağden’den 'yıldız yaralanması' ve ömer oyal’dan 'önceki çağın akşamüstü' oldu. ulrike meinhof’un ünlü konkret dergisinde çıkan yazılarının 'protestodan direnişe' adıyla türkçede de yayınlanması çok önemli bence. bu kitap meinhof’un, “üzgün olacağıma öfkeli olmayı tercih ederim” sözünün çok ötesinde, yirminci yüzyılın önemli fikir insanlarından biri olduğunu gösteriyor.

erdoğan menderes'e benziyor

izninizle tekrar siyasete dönmek ve elimizde avucumuzda ne var bakmak istiyorum. tayyip erdoğan iktidara geldiğinde yakınlarımla paylaştığım bir düşüncemi, gittikçe de güçlendiği için burada da ifade etmek istiyorum. erdoğan, yöntemi ve zihin yapısıyla, geçmiş sağcı politikacılar içinde en fazla adnan menderes’i hatırlatıyor ve bu benzerlik yıldan yıla artıyor. sonunun ona benzemesini dilemem ama bu kadar zorbalık ve baskıya bir dur denmesi gerektiği de aşikâr. öte yandan akp gücünü biraz da alternatifsizlikten alıyor. parlamento içi muhalefetin –yani chp ve bdp’nin- kısa vadede hem güçlü hem de türklerin de ilgisini çekecek bir seçenek oluşturması maalesef mümkün görünmüyor.

kürt hareketi akp karşısında önemli bir dinamik. ifade özgürlüğüyle ilgili hareketler de öyle. öğrenci hareketi odtü’deki çıkışı sürdürmese bile büyük sempati topladı. ama bütün bunlar ne sokaktaki adamı ne de mutfaktaki kadını ilgilendiriyor. çünkü çoğunluğun düzene itiraz için vicdanının sesini dinlemeye ihtiyacı yok, zaten o sese kulak verme lüksü de yok. ücretli emek özlük haklar mücadelesiyle, ücretsiz eviçi emekse öncelikle şiddete karşı mücadeleyle ilgili. ayrıca, günde on saat çalışan ve anaakım medyadan başka bilgilenme alanı olmayan ortalama türk’e seslenmenin yolunu bulmadan, “bu savaşın bu şekilde sürmesi seni de mağdur ediyor” demeden kürt meselesinde büyük bir ilerleme kaydetmemiz zor.

sol yaratmak

akp’ye karşı alternatifi biz yani chp falan olmayan sol yaratabilir miyiz? neden olmasın?

üstelik, her ne kadar gözünü ve kulağını batı avrupa’ya dikmiş türkiye solu kavramakta güçlük çekse de bölgemizde önemli devrimci dinamikler var. filistin sorununa hükümetin gösterdiği ilgi bu konudaki ikiyüzlülüğünün sergilenmesini gerektiriyor. suriye’ye yönelik müdahaleler ise bölgesel bir barış çağrısı yapmayı.

dünyanın her yerinde sol savunmadan iktidarı talep etmeye evriliyor. 2012 bunun türkiye’ye de yansıdığı bir yıl oldu. ira mensupları yıllar önce “bizim de günümüz gelir” demişti, bu topraklarda asırlardır “gün olur devran döner…” denir. dünyanın kime kalmayacağı belli, taht özentilerinin bahtını belirleyecek olan da bizleriz; yani sıradan insanlar, tarihi yazacak olan kahraman adayları.

Ayşe Düzkan

*foto: Reuters Foto Muhabiri Ümit Bektaş'ın Van depreminde çektiği Yunus isimli çocuğun enkaz arasındaki karesi.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.