2012'nin Yıkımlarıyla Bir Tiyatro Alanında Yüzleşmek
![]() |
- SİMLA SUNAY - |
Bir yılın muhasebesini yapmak için geriye doğru şöyle bir
bakmak mı gerekir? Hiç sanmıyorum. Geriye bakamadığımız, geçmişin geçmiş
olmadığı zamanlardayız. Geçmişin estetize edildiği[1] bununla da yetinilmeyip yeniden canlandırılmak istendiği (Taksim Toplu Kışlası’nın
yeniden inşası), insanlara hükmetmek için zamana hükmedildiği tuhaf
mevsimlerdeyiz.
Geriye dönüp bakamıyorsak hâlâ aynı yılın içindeyiz.
Öyle ki Hatice’nin naaşı karşımda. Hiç gitmiyor. Gömülmüyor.
Orada. Hâlâ…
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………
Toplum içinde kısa bir sessizlik olduğunda "bir
kız çocuğu doğdu" derler...
Bu bir ön kabuldür. Olacakların kabulü...
(2 kuzeninin tecavüzüne uğradı, 4 aylık hamileydi, öldürüldü,
Batman Çay'ına atıldı, naaşını kimse teslim almadı, devlet zorlayınca anne
alacağını söyledi, cenazesini 20 kadın kaldırdı, 15 yaşındaydı, adı
Hatice'ydi... Annesinin çığlıklarıyla doğmuştu.)
Geriye dönüp bakamıyorsak hâlâ aynı yılın içindeysek,
etrafımız seyircilerle çevriliyse... Bir tiyatro alanındayız. Büyük bir salon… Sahneler
bir oraya bir buraya hareket ediyor, oyuncuların biri bir sahneye çıkıyor,
diğeri başka bir sahnede, bir diğeri ayaktaki seyirciye mikrofonu doğrultmuş,
oyuna katılmasını sağlıyor/bekliyor/umuyor. Bazı izleyiciler oturmayı tercih
etmiş, daha çok para ödemişler ‘seyirci kalmak’ için ama Mi Minör adlı oyunun seyirci kılavuz metninde eğer dilerseniz alana
inebilir bize katılabilirsiniz diyor. Fotoğraf, video çekmek serbest, zaten
oyun ekibi de alanda dağınık duran seyircilerin videosunu çekiyor, birkaç
dakika sonra Pinima ülkesinin haberlerinde ekrana çıkıyorsunuz. Oyun içinde oyun, katman katman açılan
sahneler… Önce nerede durmanız gerektiğine karar veremiyorsunuz. Kendinizi hem
fiziksel olarak bu tiyatro alanında hem de yazar Meltem Arıkan’ın yarattığı
distopyada nerede konumlandıracaksınız, şaşırıyorsunuz. Hızlı, dinamik ve
akışkan bir süreç…Hükmedilemeyen bir zaman…
Yoksa kendinizi mi yuhalıyorsunuz, kendinizi mi alkışlıyorsunuz?
Hiçbir şey bir düzen içinde değil burada, bir tiyatro düzeni
yok, alkışların da bir düzeni yok. Pinima’nın diktatörünü yuhalamanın da, ender
muhaliflerden piyanisti alkışlamanın da hiçbir düzen yok. Kimi yuhaladığınız
kimi alkışladığınız belli değil. Yoksa kendinizi mi yuhalıyorsunuz, kendinizi
mi alkışlıyorsunuz? Mi notasını ve daha pek çok şeyi yasaklayan ama bütün bu
yasakları özgürlük için yaptığına halkı kolayca inandıran Başkan’ın el kol
hareketleri çok tanıdık.
“Pinima hukuk sisteminde tüm erkekler birbiriyle ve tüm
kadınlar birbirleriyle kanun önünde eşittirler. Dünya’daki diğer ülkelerde
sürekli tartışmalar yaratan kadın-erkek eşitliği sorunu Pinima’da çoktan çözüme
ulaşmıştır.”[2]
Mi Minör oyununu izlerken 2012 yılının
yıkımlarıyla, son on yılın kayıplarıyla yüzleşirken kanınız donuyor. Her gün
muhalif tweet’ler atan, yazılar yazan, eylemden eyleme koşan biri de olsanız o
arenada ne yapmanız gerektiğini bilemiyor ve kalakalıyorsunuz. Bazen ironiye
katılıp, meydanda “açım, işsizim” diyen oyuncuya “tembelsin” diye bağırıyor,
bazense “yasama, yargı yoktur yazgı vardır” diyen Başkan’a sövüyorsunuz.
Yasaklar giderek artıyor, polisler muhalifleri topluyor, işkence yapıyor,
silahlar patlıyor, siz seyrediyorsunuz. Bir yandan da Pinima’da gündelik hayat
devam ediyor. Ekonomik derdi olmayan bazı evhanımları plates yaparken güncel
dizilerden konuşuyor, Başkan’a methiye düzüyor, mutlu ve zengin görünüyorlar.
Oyunu yöneten ve Başkan rolünü üstlenen Mehmet Ali Alabora, “Korkutulmayı
kabul etmiyorum” diyen Piyanist rolünde hem şarkı söyleyip hem dans eden Pınar
Öğün ve diğer tüm oyuncular sizi fena halde inandırıyor. Vatandaşlık uykunuzdan
uyandırıyor.
Meltem Arıkan’ın düşünce özgürlüğünün parayla satıldığı
Pinima’yı kurgularken groteks öğeler kullanmak zorunda kalmamış olması hayli
ilginç. İroni çerçevesinde seçilen bütün malzemeler son derece yalın ve
gerçekçi. Sanırım çarpıcı olan da bu. Alanda dolaşan genç oyunculardan biri
gelip size “tecavüz etmek istiyorum bir kızınız var mı?” diye sorduğunda da
böyle düşünüyorsunuz, hiçbir abartı yok, peki öyleyse ne bu?
Müzikal olmasına rağmen tanımlamakta zorlanacağınız, her
türlü “türlerden” arınmış, bir masal, bir öykü değil, bir tiyatro oyunu değil,
her sahnelendiğinde değişecek, seyircilerin katılımı/katılmayışı ile dönüşecek,
bir nevi açığa çıkarılmış, büyükçe bir salona kondurulmuş toplumun vicdanı
olmalı, bu.
Pinima, dünyanın ilk faşist ülkesi değil belki ama adı
özgürlük olan tutsaklaşmanın yegâne ülkesi. Oyunda yer alan tv tartışma
programları bunu açıkça gösteriyor. Özgürleşmeme özgürlüğünün herkese özgürce
verildiği sevimli bir ülke.
Toplumun vicdanı nedir, diye sorabilirsiniz. Hükmedilemeyen
karmaşık zamanın içinde burada, bu ‘tiyatro alanında’, toplumun vicdanı;
özgürlüğü azat etmek…
Merkez sorunsalının “kadın” olması hiç kuşkusuz oyun metnini
en derin ve dürüst kılan şey.
Faşizmi estetik kılmak için, önce kadınların üzerinde denemek
çok akıllıca, değil mi? Kadınlar güzel varlıklar çünkü. Bir kadını öldürmek de güzel
bir şey… Babadan kalma bir silahla… Ve onu Batman Çayı’na atmak. Kadınlar
masumdur, temizdir demek böylece. Onları öldürürken onların masumiyetiyle
arınmak ve güzelliğiyle avunmak.
İki eliyle başımızı tutup da gerçeklere doğru çeviren canlı
bir varlık, Mi Minör.
Hâlâ aynı yılın içinde miyiz?
Simla Sunay
[1] “Faşizm,
yaratılan yeni kitleleri temeldeki mülkiyet yapısını bozmadan düzene sokmaya
çalışır… Faşizm, kurtuluşunu, bu kitlelere haklarını değil, kendilerini ifade
etme fırsatını vermekte görür. Kitlelerin mülkiyet ilişkilerini değiştirme
hakları vardır ama faşizm onlara konuşma hakkı verirken mülkiyeti korur.
Faşizmin doğal sonucu siyasal yaşama estetiğin sokulmasıdır.” Walter Benjamin
YORUM YAZIN