Ne Olacak Bu Yargının Hali?
![]() |
- AYÇA SÖYLEMEZ - |
İzmir'de kahvecilik yapan 52 yaşındaki Arif Pelit'in, evinde bulunan 19 çakmak delil gösterilerek aldığı 7,5 yıllık hapis cezası Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nce oybirliğiyle onandı. Pelit hapiste.
Ergenekon davasında 16,5 yıl hapis cezasına çarptırılan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin cep telefonuna kendisi gözaltındayken ve telefonu polisteyken Hizbu't-Tahrir üyelerinin numaraları yüklendi. Numaraları yükleyen polis “sehven” deyip beraat etti. Çelebi hapiste.
46 gazetecinin yargılandığı KCK basın davasındaki suçlamalar arasında, “Bir annenin öldürülen örgüt mensubu oğlu için duyduğu acıyı yazarak propaganda yapmak”, “hosteslerin tacize uğramasını haber yaparak Türkiye Cumhuriyeti’ni zora sokmak” var. 19 gazeteci halen hapiste.
Ne olacak bu yargının hali?
Şamil Tayyar’ın söylediği gibi “cemaate bağlanmış olan” yargıyı nasıl tanımlayacağız şimdi? “Tarafsız ve bağımsız” diye değil herhalde? Burjuva demokrasisinin bile taraflı olduğu aşikar yargısında bir derece daha ileri gidip direkt bir zümreye “bağlanan” yargının bu hali, neden artık hiç kimseye tuhaf gelmiyor?
Beş yargıç “Türkiye’de Yargı Yoktur” adlı bir kitap yazdı. Kitap, Ergenekon, KCK ve başka davalar üzerinden örneklerle memleketin “yargısız” bir duruma gelmesini konu ediniyor, yargının uzun süreli krizinin derinleşmeye başladığını, mevcut haliyle varlığını koruyamayacak duruma geldiğini anlatıyor.
Evet, bir kriz olduğu aşikar ama krizin kaynağı yargı mı, iktidar partisi vekilinin de söylediği gibi “yargının bağlı olduğu” iktidar odakları mı? Peki yargının krizi içinde bulunduğumuz politik ortam hakkında ne anlatıyor? Yargının krizinden yola çıkarak yönetim şeklinde yeni bir tanımlama yapmak mümkün mü?
Liberal politik teorilerin öngördüğü gibi “yargı iyi de çevresi kötü” dönemi, faşist iktidarlar ile rafa kalkar. Ayaklanma, kriz, iç savaş dönemlerinde ya da faşizmin ayak seslerinin duyulduğu memleketlerde, burjuva demokrasisi de ikinci bir emre kadar yok sayılır. Liberal teorilerin dayandığı “göreli bağımsız yargı” temel haklarla birlikte işe yaramaz hale gelir. Reichstag Yangını çıkar. Ve bu yeni düzenle yeni bir hukuk kurulur.
Yargıdaki yanlışlıkların istisna değil, kural sayıldığı bir hukuk düzeni. Mahkemelerde olup bitenin haber değeri bile taşımadığı, herkesin her an hapse atılacağını kanıksamış olarak yaşamına devam ettiği bir düzen.
“Krize” buradan baktığımızda, Türkiye’de yargının bu siyasi ortamda, tam da olması gerektiği gibi tıkır tıkır işlediğini söyleyebiliriz. Tamam, yargı her daim “taraf”, bizim için de “karşı taraf.”
Yeni durumun kriz diye adlandırılmasının sebebi, yargının bu kez eylemleri ve söylemleriyle taraf olduğunu kabul ediyor olması.
Bu siyasi ortamın yargıya yansıması olan krizi tanımlayabilmek için, yargıyı sırça kuleden indirip hukuk fetişizmini bir kenara bırakmak gerekiyor.
Kopuş savunmasıyla tanınan avukat Jacques Verges, “Savunma Saldırıyor” isimli kitabında böyle bir krizin içine düşen yargıyı muhatap almanın ne denli boş olduğunu anlatıyordu:
“…Büyük harfli Adalet bayrağının kıvrımları altında hayal görenler, ulusal savaşın iç savaşa açıldığı, iç savaşın evrensel niteliğe büründüğü bir tarihi evrede, tıpkı diğer savaşlar gibi cesaret ve feragatle, hile ve zalimlikle sürdürülen bu savaşı hiçbir zaman anlamayacaklardır.”
“…Niçin yargıçlar ve avukatlar da tuttukları tarafı itiraf etmezler? Acaba hangi utanç engel olur buna? Ya da hangi kurnazlık?”
Bu krizin sonunun nereye varacağı da belli değil mi: Güçlü olan yasaları yapacak, kaybeden “hukuken” suçlu bulunacak. Her zaman tüm egemenlerin karşısında durmuş olanlar içinse hiçbir şey değişmeyecek.
Ayça Söylemez
* Editör Notu: Yazı BirGün gazetesi için baskıya gönderildiğinde Mustafa Balbay için henüz tahliye kararı çıkmamıştı.
YORUM YAZIN