Avrupa Basınında Bugün (12 Aralık 2013)
İngiltere BasınıGuardian’da, İngiltere’nin Avrupa'da fuhuş açısından cazip bir ülke haline gelebileceğiyle ilgili bir haber dikkat çekiyor.
Haberde bazı İngiliz milletvekilleri, kadın örgütleri ve Avrupa Birliği yetkililerinin, Avrupa ülkelerinde fuhuşla ilgili yeni yasal düzenlemelerin İngiltere’yi bu alanda kıta çapında cazip bir ülke hale getirebileceği uyarısını yaptığı aktarılıyor.
Guardian, Fransa’nın geçen hafta seks için para ödemeyi illegal hale getiren yasa tasarısını onayladığını hatırlatıyor.
Guardian: ‘İngiltere fuhuşun cazibe merkezi haline gelebilir’
İngiltere İçişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü gazeteye ülkedeki fahişelikle ilgili yasaları gözden geçirmek gibi bir plan olmadığını belirtmiş.
İngiltere’de para karşılığı seks yapmak illegal değil. Ancak sokakta müşteri aramak ve genelev işletmek yasak.
Gazeteye konuşan İşçi Partili bir milletvekili, İngiltere'de yeni düzenlemelere gidilmemesi durumunda ülkenin hedef haline gelebileceğini söylemiş.
Avrupa Birliği tarafından son dönemde hazırlanan bir rapora göre kıta çapında 880,000 kişi kölelik şartlarında çalışıyor ve bunların 270.000’i cinsel sömürü kurbanı.
İsveç, seks için para ödemeyi suç kapsamına alma yönünde adım atan ilk Avrupa ülkesi oldu.
Ülkedeki polise göre 1998 yılında yaşama geçirilen yeni düzenlemeden sonra İsveç çapında sokaklarda çalışan seks işçilerinin sayısı yaklaşık üçte iki oranında düşütü ve 1000’e geriledi.
İsveç’i Norveç takip etti. Geçen hafta da Fransa bu düzenlemeyi onayladı.
Belçika, İrlanda ve Avrupa’nın en ünlü fuhuş sokağına ev sahipliği yapan Hollanda dahi bu yasal düzenlemeyi değerlendiriyor.
Haberde bu gelişmeler nedeniyle İngiltere’nin Avrupa’da fuhuş açısından bir cazibe merkezi haline gelebileceği uyarısı yapılıyor.
Gazete, uzmanların, İçişleri Bakanı Theresa May tarafından hazırlanan kölelikle ilgili yasanın fuhuşu yok saydığı görüşünü aktarıyor.
Haberde ayrıca Avrupa'da yapıldığı tarzdaki bir yasal düzenlemeye karşı çıkanların görüşüne de yer verilmiş.
Bu görüşe göreyse böylesi bir düzenlemenin seks işçilerinin hayatlarını zorlaştırma ve onları çok daha güvenliksiz bir ortamda çalışmaya itme riski bulunuyor.
'Ukrayna uçurum kenarında'
Ukrayna’daki eylemler bu sabahki İngiliz gazetelerinde en fazla işlenen ortak konu.
Guardiangazetesinde, gazetenin editoryel görüşlerini yansıtan sayfada, Ukrayana’daki protestolarla ilgili bir analize yer veriliyor.
“Ukrayna uçurum kenarında” cümlesiyle başlayan analizde ülkenin politik olduğu kadar finansal olarak da bir felaketin uzağında olmadığı belirtiliyor.
Yazıda ülkedeki siyasi kriz, ekonomik yönleriyle de ele alınıyor ve bir siyasi çözümün bulunamaması durumunda Cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç’in trajik sonuçları olacak sert önlemlere başvuracağı belirtiliyor.
Daily Telegraph, Ukrayna’daki olaylarla ilgili haberinde ABD’nin son açıklamasını öne çıkarıyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan dün yapılan açıklamada ABD’nin Ukrayna’da yaşananlara karşı yaptırım dahil bir çok seçeneği değerlendirdiği belirtilmişti.
Gazete haberinde ‘Amerika Ukrayna’yı yaptırımlarla tehdit ediyor’ başlığını kullanmış.
Times’ın görüş köşesinde David Aaronovitch imzasıyla yazılmış bir analiz var.
Yazar analizinde hem AB’nin hem de Rusya’nın Ukrayna’dan talepleri olduğunu ve ülkenin bir kavşakta bulunduğunu yazıyor.
Aaronovitch, Ukrayna’nın son AB ticaret anlaşmasını imzalamamasında Rusya’nın baskılarının da etkili olduğuna dikkat çekiyor.
Yazar, Ukrayna’nın şimdi önemli bir seçimin eşiğinde olduğunu, Avrupa yolunu tercih etmesi durumunda Rusya’dan gelen ekonomik desteği gözden çıkarmasının gerekeceğini, Rusya ile yola devam etmesi durumundaysa daha az demokratik ve daha az adil bir ülke olacağını belirtiyor.
Financial Times’ta ise Rus medyasının Ukrayna’daki olayları çarpıtarak verdiği yönündeki bir haber var.
Haberde Rusya’da hükümetin etkisi altındaki medyanın Ukrayna’daki eylemleri, gerçek büyüklüğünü yansıtmayarak ve yabancılar tarafından fon alan grupların eğitiminden geçen göstericilerin eylemlerde şiddeti artırdığı gibi haberlerle verdiğini aktarıyor.
Almanya BasınıBonn Eyalet Mahkemesi Afganistan'ın Kunduz kentinde 2009 yılında NATO'nun düzenlediği, Alman komutan Georg Klein'in emriyle dört Taliban liderinin hedef alındığı gerekçesiyle düzenlenen ve 142 sivilin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili önemli bir karar verdi. Mahkeme, bir grup kurban yakınının tazminat davası talebini reddetti. Mahkeme heyeti, saldırı emrini veren Alman komutanın, olay yerinde sivillerin olup olmadığı bilemeyeceği için görevini ihlal etmediğine hükmetti.
Lüneburg'da yayımlanan Landeszeitung mahkemenin kararını şöyle yorumluyor:
"Kurban yakınlarının dava talebinin reddedilmesi, tatmin edici olmayan bir karar. Bonn Eyalet Mahkemesi, Taliban tarafından 2009 yılında kaçırılan iki tankerin bombalanmasının ardından yayılan yalan yanlış bilgilerle ilgili sisin kaldırılması görevinde, başarısız oldu. Peki ama ISAF görev kurallarını ihlal etmiş ve devletler hukuku en uç sınırına kadar esnetilmişse, Albay Georg Klein görevini ihlal etmemiş olabilir mi? Klein o dönemde saldırı emrini vermeden önce olayı aydınlatmak için tüm seçenekleri kullanmadı. Bu, etik açıdan hatalı bir hizmet. Sadece bu bile Federal Alman Cumhuriyeti'ni, sivillerin yakınlarına ödenen 3 bin 600 euroluk gülünç tazminattan daha fazla harekete geçirmeli."
Kölner Stadt-Anzeiger ise aynı konuyla ilgili yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
"Bu karar ikna edici değil. Sonuçta Klein (saldırı emrini verirken) sadece tek bir kaynağa, tankerlerin etrafında toplanan insan kalabalığının isyancılar olduğunu iddia eden bir Afgan muhbire güvendi. Daha sonra bu muhbirin, anlattığı olay yerini görmediği ortaya çıktı. Albay Klein, Taliban'ın hiçbir zaman aynı anda bir yerde bu kadar kalabalık olarak ortaya çıkmadığını göz önüne alarak, olaya şüpheli yaklaşmak zorundaydı. Olay yerini bombalayan Amerikan uçaklarının pilotları bile emri garip bulmuş, olay yerindeki kalabalığı, alçak uçuş yaparak dağıtmak istemişti. Hiç kimse Klein'a, sivilleri kasıtlı olarak öldürdüğü suçlamasını yöneltmiyor. Ancak ihmalkâr davranarak, köy halkının hayatını riske attığını ve sonuçta ölmelerine neden olduğunu, hem Federal Cumhuriyet'in, hem de yargının kabul etmesi gerekiyor. Hatalardan ders çıkarmaya hazır olunduğunun işaretini vermek için."
Konuyla ilgili aktaracağımız son yorum Münih'te yayımlanan Süddeutsche Zeitung'dan:
"Görev başındaki bir ordu için, sadece elindeki imkânlara bağlı olarak hareket eden polisten farklı kurallar geçerlidir. Çarpışmada mümkün olduğunca çok düşmanın etkisiz hâle getirilmesi gerekli olabilir. Bir hava saldırısıyla buna ulaşmak gerekebilir. Askerler bu konuda Devletler Hukuku'na tabidir. Kunduz'da bilinçli olarak sivilleri bombalasalardı - ki mahkeme bunun böyle olmadığını söylüyor- o zaman bu saldırı suç olurdu. Ancak mahkemeye göre askerler sadece düşmanı hedef almak için saldırıyı düzenledi, dolayısıyla görevlerini ihlâl etmediler. Askerler şimdi hukuki güvenceye sahip. Askerlerin böyle bir hakka sahip olmasını istemeyenler, güvenlik güçlerini savaşa göndermemeli. Sonuçta bu da bir seçenek olabilir."
Bugünkü Alman gazetelerinin yer verdiği bir başka konu ise Ukrayna'da muhalefetin düzenlediği protesto gösterileri. Frankfurter Rundschau'nun yorumu şöyle:
"Kiev'deki göstericilerin şiddete başvurmadan da hedeflerine ulaşabileceği ve Ukrayna'nın Avrupa'ya entegrasyon yoluna devam edebileceği kesin değil. Ancak kesin olan, şiddete başvurmaları halinde, çok acı ve kanlı bir yenilgi alacakları. Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç ve adamları açıkça güvenlik güçlerine istediğini yapma yetkisi vermek için bir bahane arıyor. Yine de şimdiki tabloya göre, protestoların şansı çok da düşük değil. Rejim değişikliği için çabalayan barışçıl hareketler son 25 yılda Avrupa'da çok sık başarılı oldu."
Slovakya BasınıSlovakya'dan liberal Sme gazetesi bugünkü sayısında Ukrayna'daki protesto gösterilerini analiz ediyor. Gazeteye göre protesto gösterilerine katılanlar arasında demokrasi düşmanı milliyetçiler de var:
"Avrupalı politikacılar ve medya sadece polisin değil, radikal milliyetçilerin şiddete başvurmasını çaresizce, şaşkınlıkla izliyor. Aşırı milliyetçileri Avrupa yanlısı göstericilerden ayırmayı istememek, çok anlamsız durumlar ortaya çıkarıyor. Örneğin Polonyalı sinirli yurtsever Yaroslav Kaçinski'nin gösteriler sırasında, 2. Dünya Savaşı'nda binlerce Yahudi ve Polonyalıyı öldüren Ukrayna İhtilalci Ordusu'nun (UPA) siyah-kırmızı bayrağını sallayan insanların önünde durması gibi."
Norveç BasınıNorveç'ten muhafazakar Aftenposten gazetesi ise Nobel Barış Ödülü'nün Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne (OPCW) verilmesini yorumluyor:
"Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü en zor görevlerinden birinin ortasında bulunuyor. Suriye kimyasal silahlarından ayrılmaya razı geldiğini açıkladıktan sonra, bu silahları kontrol altına alma işi giderek büyüdü. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad işbirliğine gitti. Şimdi ona karşı savaşanların ülkedeki iç savaşta akıllı ve mantıklı davranıp, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne zorluk çıkarmamalarını da umut ediyoruz. Nobel ödülünü almanın nasıl bir etki yaratacağını kimse bilmiyor. Ancak bu yılki ödülün küçük adımlar atan siyasetin öneminin kavranmasının, dünyayı önemli bir amaca götüreceğini umut edebiliriz: Dünyanın en büyük kitlesel imha silahı dağının ülkeden uzaklaştırılmasına."
İspanya Basınıİspanya'dan sağ liberal El Mundo gazetesi bugünkü sayısında geçen perşembe günü vefat eden Güney Afrika lideri Nelson Mandela'nın cenaze törenine çok sayıda dünya liderinin katılmasını ele alıyor:
"Mandela'nın cenaze töreni Raul Castro ya da Robert Mugabe gibi diktatörlerin varlığını meşrulaştırmıyor. ABD Başkanı Barack Obama dünya kamuoyunun gözü önünde Castro'ya elini uzatarak tokalaştı. Ancak Obama bunu yaparak, Nobel Barış Ödülü sahibi politikacının ideallarini desteklediklerini iddia eden ancak muhalefete tahammülü olmayan politikacıları rezil etme fırsatını da kullanmış oldu. Mandela Küba rejimine hep müteşekkirdi, çünkü Küba onu desteklemişti. Ancak Güney Afrika yönetimi Raul Castro'ya Barack Obama ile aynı muameleyi yaparak, hata etmiş oldu. Castro'dan Mandela hakkında, 'Uzlaşmanın ve birliğin peygamberiydi' sözlerini duymak, garipti. Çünkü Devlet Başkanı Castro ülkesinde düşüncenin özgürce ifade edilmesini engelliyor."
İsveç Basınıİsveç'in liberal Sydsvenskan gazetesi ise Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün, 65 ülkedeki eğitim sistemini karşılaştırdığı Pisa raporunu ve İsveç'in okullar konusunda aldığı kötü notu değerlendiriyor:
"Okullarla ilgili sonuç, ülkedeki bütün sistemi altüst etmeden iyileştirilebilir. Almanya bunu gösterdi. Çok değil, 2000 yılında Almanya Pisa raporunda, İsveç'in şimdi bulunduğu noktadaydı. O dönemde herkes 'Pisa şokundan' bahsediyordu. Almanya okul krizini 'mühendislik tarzıyla' aştı. Başka bir deyişle Almanların ekonomi ya da futbolda başarı sağlarken kullandığı yöntemle... Bu başarı haşin ya da güzel değil. Etkili."

YORUM YAZIN