Direnişçinin Sinema Rehberi
Temmuz- Ağustos sayısını Gezi Parkı Direnişi'ne adayan sinema dergisi Altyazı 'Direnişçinin Sinema Rehberi' adı altında okur mektupları yayımlandı. Dosyadan birkaç alıntı..
Bir ağacın sadece doğaya, toprağa değil, insana da köklendiğini kısa kenarlı bir üçgenden başlayarak hatırlattığı için Semih Kaplanoğlu’nun Bal’ı (2010)… Koskoca bir adamın, sadece koskoca bir adam olmadığını, en nihayetinde o ağacın koca köklerinin arasında tanıdık bir şeylerle karşılaşmayı ummuş bir çocuğun koskoca bir hayal kırıklığı olduğunu çağrıştırdığı için.
Defne (25), Ankara
Fidel’in Yüzünden (La faute à Fidel!, 2006) filmi her türlü değişimden korkan, direnişe tepkili insanların korkularına karşı eşitlikçi ve daha adil bir anlayışın sadece meydanlardaki eylemler üzerinden değil hayatın her alanındaki (ev, tüketim biçimi, okul, aile içi örgütlenme, arkadaşlar) değişimle mümkün olduğunu 10 yaşındaki bir çocuğun boyundan ve bakışından izlerken daha “basit” bir anlatımla daha net görüyor ve korktuğu için dinlemeden daha en başında savunmaya geçen insanlara “bir dakika dur ve önce dinle” diyor.
Yaprak (25), İstanbul
Baskıcı İran rejimine muhalefet ettiği için ev hapsine çarptırılan ve yurtdışına çıkması yasaklanan Cafer Panahi’nin filmografisine baktığımızda gittikçe yükselen bir direnişe tanık oluyoruz. Usta yönetmen özellikle kadınların ve gençlerin İran’daki gündelik yaşamda nasıl da kısıtlandığını güçlü bir sinemayla ortaya koyarken, mücadele etmenin zaruretini de her defasında hatırlatıyor. Gezi Direnişi’nde yer alan taraftar grupları ve ismini özellikle zikretmemiz gereken çArşı, ‘futbolun sadece futbol’ olmadığını bir kez daha hepimize gösterdi. Panahi, 2006’da çektiği Ofsayt’ta (Offside) İran’da bir grup genç kadının stadyumda maç seyretmek için verdikleri mücadele üzerinden rejimi ‘ofsayt’a düşürürken; Türkiye’de direnen taraftarlar da baskıcı iktidara sıkı bir çalım attı.
Sinan (29), Ankara
Gezi Parkı Direnişi, dinmeyen polis şiddeti, devlet görevlilerinin tüm halka ve dünyaya söylediği yalanlar, tüm bu süreç bana Makavejev’in W.R. Organizmanın Sırları (W.R. Misterije organizma, 1971) filmini hatırlattı. Wilhelm Reich’ın öğretilerini, komünizm ile cinsellik arasındaki ilişkiyi inceleyen bu filmde ana karakter Milena, kendisine koruma teklif eden askere, kendisini askerden kimin koruyacağını sorar. Devlet şiddetinin bu kadar yoğun yaşandığı günler aynı zamanda koruması gerekenden korunulması gerektiği zamanlar. Şimdi Milena gibi ben de soruyorum, beni, Ethem’i, Dilan’ı, Lobna’yı; duranları, karanfil bırakanları sizden kim koruyacak?
Ezgi (26), İstanbul
Truffaut’nun 400 Darbe (Les Quatre Cents Coups, 1959) filmindeki çocuklar okula gitmiyor, ailelerini dinlemiyor ve başına buyruk bir hayatı tercih ediyorlar. Fakat filmi önemli kılan, ilk bakışta fark edilebileceği gibi, 9 yıl sonra gerçekten Paris 68 patlıyor. Sanki filmdeki çocuklar büyüdü ve 18-20 yaşlarına gelince ayaklanmayı başlattılar. Çok güzel değil mi? İşte 90’lı kuşak dedikleri biraz böyle bir kuşak.
Çağdaş (26), Ankara
Ang Lee’nin Taking Woodstock’ını (2009) izlediğimde kendi kendime “böyle bir şey mümkün mü” diye sormuştum. Binlerce insan bir aradaydı ve kimse birbirine zarar vermiyordu. Yiyecekler bedavaydı. İnsanlar paylaşıyordu. Tiyatro ve müzik gösterileri özgürce sergileniyor, isteyenler onları izleyebiliyordu. Çimlere uzanıyorlardı, koşuyorlardı, dans ediyorlardı. Ülkelerinde savaş çıkartan insanlara korkusuzca “hayır, biz bu savaşı istemiyoruz” diyebiliyorlardı. 31 Mayıs’tan itibaren yaşanan olayları internetten ve az sayıdaki medya organından gördüğümde birçok şey bana Taking Woodstock’ı hatırlattı. İnsanlar yine korkmuyordu. İsteklerini dile getiriyorlardı. Bir kütüphane yapmışlardı. İnsanlar evlerinden yiyecekler getirip paylaşıyordu. Hep bir ağızdan şarkılar da söylüyor, sloganlar da atıyorlardı. Ama Gezi Parkı’nda bir müzik festivali yoktu. Fonda Janis Joplin şarkıları değil, gaz bombası ve tazyikli su vardı.
Vezire (18), Manisa
Arjantin’in sularını, ormanlarını, fabrikalarını, bankalarını yağmalayan elleri tanıyoruz. Solanas’ın Yağma Anıları’nda (Memoria del Saqueo, 2004) gösterdikleri bizim de anılarımız. Arjantinli işçilerin fabrika işgallerinden Tekel Direnişi’ne, suları ve ormanları için verdikleri mücadeleden HES’lere uzanan hatlar kuruyor, dünyanın her yerinin aynı hoyratlık ve hızla -ve asıl sahiplerine, halka rağmen- nasıl yağmalandığına tanıklık ediyoruz. Ve tıpkı Gezi’de olduğu gibi bu yağmaya nasıl direnildiğine de…
Ece (29), Ankara
Aklıma hiçbir film gelmedi çünkü bu direniş bambaşkaydı.
Anıl (26), İstanbul

YORUM YAZIN