Ben Numara Değilim; Özgür Bir Adamım
![]() |
| - HEYZEN ATEŞ - |
Bu yazının başlığı 60’ların kült dizisi ‘Mahkûm’dan... Çocukluğumun en belirgin televizyon anılarındandır o dizi: Casusluğu bırakmaya çalıştığında kim olduğu bilinmeyen kişiler tarafından Şirinler köyünün korku filmi versiyonu olarak nitelenebilecek bir köye hapsedilen bir adamı anlatır. Adama “Sen altı numarasın” deyip dururlar, o da “Hayır, ben numara değilim, ben özgür bir adamım” diye karşılık verir. Bütün dizi 2 Numara’nın, -1 Numara’nın kim olduğu asla bilinmez- ondan bilgi almaya ve ona 6 Numara’lığı kabul ettirmeye çalışması üzerine kuruludur. Adam ne zaman adadan kaçmaya çalışsa dev beyaz bir top onu kovalayıp geri getirir. İngiliz’dir ama onu hapsedenler komünistler mi yoksa Batılılar mı bilmeyiz, “Totaliter sisteme karşı birey” vurgusudur asıl mesele.
KİTAPLARIN YAKILDIĞI ÇAĞ
Zamyatin’in ‘Biz’ini okuyana dek bahsettiğim dizinin bu distopyadan ne kadar beslendiğini bilmiyordum. Aldous Huxley’in ’Cesur Yeni Dünya’sını, ‘Equilibrium’u ve Zelig’i bile ekleyebilirim kan bağı olan çalışmalar listesine. Yazıldıktan sonra rejim tarafından ideolojik açıdan uygunsuz bulunarak yasaklanan (hatta yanılmıyorsam Sovyet Sansür Kurulu tarafından yasaklanan ilk yapıttır), toplatılıp yakılan, belki bu sayede ülkesinin sınırlarını aşıp Batı’ya ulaşmayı başarmış bir anti-komünist başyapıt ‘Biz’.
Yazarının hayatı da oldukça zorlu geçmiş. Zamyatin’inkaderi iki sürgün, ‘Biz’in kaderi ise kendisini basacak bir yayıncı bulamamak olmuş. Oysa 1921 yılında -nasyonal sosyalizmin yükselişi ve gaz odaları öncesinde- yazıldığı düşünülürse bir tür kehanet bile sayılabilir bu kitap. Zamyatin 1937’de Paris’te öldüğünde kitabın rahatça bulunabilen yegâne versiyonu hâlâ Fransızca baskısıymış. (George Orwell böyle yazıyor 1946 tarihli makalesinde ve ekliyor: “Kitapların yakıldığı bir çağın en merak edilen yapıtlarından biri, İngilizcesi bulunmuyor ama nihayet Fransızcasını ödünç alacak birini buldum…”)
Bizim işimiz biraz daha kolay, gidip kitapçıdan alabiliyoruz. Son altı ayda okuduğum kitaplar arasında, Türk yazarların kitapları da dahil olmak üzere, Türkçesini en beğendiğim kitap bu oldu. “Evrimin yataklı vagonunda devletsiz düzene kadar gitmeyi hayal eden iyi insanlar var, bu insanlar diyalektiği bırakıyor; değişmez sosyal atalet yasasını bırakıyor: Devlet kendini ve hedeflerini yaşatıyor ama elbette ölmeyi gönüllü olarak kabul etmiyor. Böyledir bu yasa, sonsuza dek fırtına gibi bir ‘d’ ile taçlanan o yumuşak ‘evrim’ böyledir.” Bu cümleler Gürses’in çevirdiği önsözden, hem iyi Türkçe derken ne kastettiğimi hem de yazarın aklından geçenleri bence son derece güzel özetliyorlar.
TEK KUSURU HAYAL ETMEK
Gelelim baştan beri bahsedip durduğum isyana. Yukarıda bahsettiğim yapıtların çoğunda, asi karakterde bir rastgelelik var. Sisteme başkaldıran kişinin baştan ‘bozuk’ olduğu yapıtlar da vardır ama ‘Biz’deki birey rastgelelerden. Aslında uyumlu biri. Uyumsuzlukların rahatsız olacak kadar uyumlu hem de. İçinde yaşadığı dünyayı seviyor. ‘Tek Devlet’i seviyor. Fazla da sorgulamamış. Rasyonel bir zihne sahip. Üretmekten, düzenden, kurallardan hoşlanıyor. Birey olmamaktan, bir bütünün parçası olmanın getirdiği kolaylıklardan zevk alıyor. Zevk almak da denmemeli, şimdi farklı biçimlerde hayatımızı işgal eden konformizmin daha kalın hatlarla çizilmiş bir örneği işte. Tek kusuru ara sıra hayal kurması, onu da bastırmayı başarıyor.
26. yüzyıldayız. İnsanların onları birbirinden ayıran niteliklerden soyutlandırılıp numaralaştırıldığı, bireyselliklerini kaybetmeye itildiği bir düzen oluşturulmuş. Kafalara ‘eşit’ olmanın, ‘benzemenin’, ‘aynılaşmanın’ önemli değerler olduğu işlenmiş. Adamımız D-503, diğer gezegenlere de Tek Devlet’in erdemlerini taşıyacak (“silahtan önce sözü deneyeceğiz elbette”) İntegral’in yapımına katkıda bulunan mühendislerden. Şehirler kameralarla dolu. Her an herkes gözetleniyor. Zaten camdan evlerde yaşıyor ve sadece belirlenen gün ve saatlerde perdeleri kapayıp sevişebiliyorlar.
YENİ BİR VAROLUŞ
Burada bir ara not: Bir bilimkurgu yapıtında, Zamyatin’in seçtiği gibi bir yol izler ve bütün bir varoluşu baştan kurgularsanız, yeni mekânlar, kavramlar, felsefeler icat etmek zorunda kalırsınız. Saat Tableti, Kişisel Saat, Tek Devlet, İyilikçi, Yeşil Duvar gibi terimler uydurmanız da yetmez, bir de bunları okuyucuya batmayacak şekilde açıklamanız gerekir.
Zamyatin’in ne kadar usta bir yazar olduğunu gösteren detaylardan biri, bunu yapış biçimi. Örneğin 26. yüzyıl devletindeki cinsel hayatı, o dünyayı bilmeyen birine nasıl anlatacağını düşünen D’nin kaleminden şunları okuyoruz: “Bir kare, canlı bir kare tahayyül edin. Ondan kendisini anlatmasını istiyorsunuz. Karenin aklına gelecek son şey dört kenarının eşit olduğunu söylemektir, çünkü bunu görmez. Onun için o kadar alışılmış bir şeydir ki bu. Pembe biletler benim için kenarların eşitliğidir ancak sizin için belki de Newton’un denkleminden daha zordur.”
Tek Devlet’in perdeli cinselliği de işte bu, ilk seferde ne olduğunu anlayamadığımız pembe biletlerle çözülmüş. Hemen açıklıyor yazar: Herkes eşit ve eş ama ‘kanca’ burunlar ve ‘klasik’ burunlar ne yazık ki hâlâ var ve bazıları pek çoklarının sevgisini elde ederken diğerleri kimsenin sevgisini elde edemiyor. Bu durumdaki eşitsizliği ve beraberinde getirebileceği sorunları gören Tek Devlet henüz tüm burunları eşitleyemediğinden, sevgi mevhumuna da el atma ihtiyacı duyuyor. Sevgi denilen ‘afet’ dize getiriliyor, matematikselleştiriliyor ve ‘Lex Sexualis’ ilan ediliyor: “Her numara diğer numaralar üzerinde bir seks ürünü olarak hak sahibidir.” Seks bürosu sizi inceliyor, sevişme tablonuz hazırlanıyor, kendi günlerinizde hangi numarayı kullanmak istediğinize dair bir dilekçe veriyorsunuz, ona göre size pembe biletlerden oluşan koçanınızı veriyorlar.
NUMARALARIN AŞKI
Her şey güzel güzel giderken ‘D’ neden isyan ediyor diyeceksiniz -bütün gönülsüz asiler, bir kadın tarafından yoldan çıkarılmaz mı?- ‘D’ de I-330’a âşık oluyor. Şimdi, özgürlüğün ve mutluluğun bir arada yürümeyeceğine karar verilmiş bir devlet düzeninde aşk, gerçek bir hastalık. Üstelik ‘I’, mutluluk düşmanlarının, yani yer-altı hareketinin parçası. ‘D’ de sürükleniyor. Ama bu romanın bittiği yerde de ‘1984’ün bittiği noktaya dönüyoruz. Tek Devlet asileri kurban törenlerini andıran bir törenle imha ederken (Orwell’e göre Zamyatin’i Huxley’den üstün kılan detaylardan biridir bu), bir yandan da şu merhametli karara varıyor: “İsyan sizin suçunuz değil, siz hastasınız. Bu hastalığın adı hayalgücü. Bu hastalık içinizi kemiren bir kurt, sizi hep daha uzaklara koşmaya zorlayan bir humma. Bu hastalık, mutluluğa uzanan yoldaki son barikat.”
Sevgili okuyucu, belki hastalığın yok edildiğini, yolun temizlendiğini duymak seni mutlu edecek. Belki de bu sözlerimin D’nin kendini feda etmediği anlamına geldiğini çözüp nedenini merak edeceksin. ‘1984’ü neden araya sıkıştırdığımı, I’ya ne olduğunu soracaksın kendine. Ve yanıtı merak ediyorsan, alıp kitabı okuyacaksın.
*akşam kitap

YORUM YAZIN