Header Ads

Belgeler Konuşuyor, Konuşması Gerekenler Susuyor

- yazı: PERİHAN ÖZCAN -
Gazeteci Ahmet Şık’ın adının Ergenekon davasıyla yan yana anıldığı gün milat oldu. Çünkü o güne kadar bir kesim kayıtsız şartsız bu davanın Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda atılmış en büyük adım olduğunu, başka bir kesim ise asla demokratikleşme derdi olmayan bir tertip, bir tutuklama hareketi olduğunu ileri sürüyordu. Cumhuriyet tarihinin bu en kapsamlı davasını objektif olarak masaya yatıran neredeyse yoktu. Şık’ın üzerinde çalıştığı ve İmamın Ordusu adıyla yayımlamayı düşündüğü kitabın taslağının Oda TV bilgisayarlarında çıktığı haberleri her iki kesimi de şaşırttı. Çünkü Ahmet Şık hiçbir “taraftan” değildi. Apoletliler darbelere karşı durduğu için onu sevmemiş, polis Metin Göktepe cinayetini ortaya çıkarmaya çalıştığı ve diğer hak ihlallerine karşı haberler yaptığı için fişlemişti. Hayata Dönüş adı altında gerçekleştirilen cinayetleri kurcaladığı için katliamları aklayan medya onu mimlemiş, neticede hak peşinde ‘fazla’ koştuğu için dışlamıştı. Bütün gazete ve dergilerin ona kapılarını kapattığı dönemde, Nokta Dergisi’nde imzası yeniden görülür oldu. Ergenekon davasına da dayanak teşkil eden “Darbe Günlükleri” haberindeydi Ahmet Şık’ın adı. Ama derginin ömrü 25 sayı sürdü ve Şık yeniden köşesine çekildi. Kendi köşesinde gazetecilik yapmaya devam etti. Umur Talu’nun bu yazıya konu olan kitabın girişindeki sözleriyle “sakıncalı”ydı Ahmet Şık, “andıç haberi yapıyordu ama kendi zaten medyadan, ordudan, iktidardan, şuradan buradan andıçlı bir hayat yaşıyordu.”

Kısacası aralarında Ergenekon aktörlerinin de bulunduğu pek çok kişi ve kuruluş için “sakıncalı” bir adamdı Ahmet Şık. Ne Şık’ın “Ergenekoncu”larla işi olurdu ne de “Ergenekoncular”ın onunla. Dolayısıyla daha tamamlamadığı kitabının, hiç alakası olmayan Oda TV bilgisayarlarında çıkması “inandırıcı” değildi. Tutukluluğunun “gazetecilik faaliyetleri nedeniyle olmadığına” dair köşe destekli büyük kampanya bu yüzden tutmadı. Şık’ı sorgulayan savcının sorularının yarısından fazlasının kitapla ilgili olduğuna bakılırsa “onu hedef haline –getiren peşinde olduğu belgelerdi” ve evet “gazetecilik faaliyetleri” yüzünden tutuklanmıştı. Bu yüzden Bilgi Üniversitesi’ndeki odasını arayan polislerden birinin dediği gibi “çok gürültü kopardı Ahmet Hoca.” Dili başka türlü söyleyenler dahil, kimse onun “suçlu” olduğuna inanmadı. Tutukluluğunun devamına karar veren hakime bile bu kararından ötürü arkadaşları selamı sabahı keserek tavır aldı.

Şık’ın daha basılmadan basılması yasaklanan kitabı İmamın Ordusu’nda, cemaatçi polislerin fişlediği iddia edilen polislerin listesi vardı. Devrimci Karargah davasında tutuklu yargılanan eski emniyet müdürü Hanefi Avcı bu bilgileri savcıya teslim etmiş ve Şık adliye arşivlerinde bir görünüp bir kaybolan bilgileri kurcalamaya başlamıştı. “Rahatsızlık” bundan ileri geliyordu. Yani Şık’ın “gazetecilik faaliyetlerinden.”

Her şeye rağmen İmamın Ordusu yazarı içerideyken basıldı, okundu. Dışarıda gerçekler ortaya çıkarken, Şık içeride yeni kitabını yazmaya başlamıştı. Kitaba isim olarak yaşadıklarını en iyi anlatan kelimeyi seçmişti: Pusu. Ona bunu yaşatanlar ise alt başlıktaydı: devletin yeni sahipleri.

Tutukluluğu süresince pek çok şey okuduk, dinledik onunla ilgili. Ancak tutanaklara geçmeyen, haberlere konu edilmeyen ama unutulması mümkün olmayan ve bir tutukluluğu, bir dönemi iyi okuyabilmek için bilinmesi gereken hususlar var. Şık’ın “15 bin nüfuslu bir kasaba” dediği Silivri Cezaevi’nin nasıl bir yer olduğu, 14x8 adımlık koğuşta günlerin nasıl geçtiği, “Ben artık puro içiyorum” diyerek sınıf atlamaktan duyduğu gururu gizlemeyen savcı Zekeriya Öz’le Şık’ın avukatlarından biri arasında geçen ilginç diyalog kişisel cezaevi hatıraları değil sadece. Ahmet Şık yalnızca İmamın Ordusu’ndan itibaren kendi yaşadıklarını değil, 28 Şubat gibi yakın geçmiş referanslarıyla genel olarak yaşananları da analiz ediyor. Bu açıdan kitap, şahsi niteliği de olan bir Türkiye belgeseli aslında. “Hukuksuzluk”, “Komployu Anlama Kılavuzu”, “Devletin Yeni Sahiplerinin Güç Savaşı”, “Ergenekon Soruşturmasının Genel Analizi” ve “Ergenekon Sürecinde Medyanın Rolü ve Yeni Medya Dizaynı” başlığını taşıyan bölümler “yaşananların, anlatıldığı gibi düne değil bugüne ait bir hesaplaşma” olduğunu ve “yaratılanın sivilleşme ve demokratikleşme illüzyonundan öte bir şey olmadığını” anlatıyor. İmamın Ordusu yüzünden özgürlüğünden olan Şık “bir cemaatin 12 Eylül darbesinden sonra devlet içinde nasıl örgütlendiğini, polis teşkilatını nasıl ele geçirdiğini, karşı çıkanların komplolarla nasıl tasfiye edildiğini, kapalı kapılar ardında birilerinin nasıl ‘delil yarattığını’” uzun uzun açıklıyor.

Ve uğruna bu kadar gürültü koparılan “polisten polise fişleme belgeleri”ni kitabın sonunda yayımlıyor Ahmet Şık. Adı soyadı, sicil numarası, mobil numarası ve görev yaptığı şube adı belirtilen polisler hakkındaki kanaatler, hatta bu kanaatleri yazan polislerin adı ve telefonu yer alıyor bu belgelerde. “Kendi halinde, sessiz. Cuma kılar, ortama uyar, ilgilenirse kazanılır” veya “Arkadaş çevresi çok kötü, alışkanlıkları çok fazla, oruç tutmaz, bizimle ilgili fikri yok” türünde cümlelerin yer aldığı raporlar bunlar.

Şimdi önemli olan, Ahmet Şık’ın özgürlüğünü bir kez daha riske atarak ortaya çıkardığı bu belgelerin konuşulması. Bir aydır piyasada olmasına, kitapçı vitrinlerini süslemesine, ‘çok satanlar’ raflarında sıra sıra yer almasına ve çok satılıp çok okunmasına rağmen Pusu hiç yayımlanmamış gibi bir hava var. Tutukluluğu sırasında Şık’la ilgili onca habere yer veren ana akım medya, bir-iki istisnayı saymazsak Pusu’yu görmezden geliyor. Resmi makamlar, içindeki belgeleri ihbar kabul ettiğine ve soruşturma başlattığına dair bir açıklama yapmadı. Belgeler konuşuyor ama konuşması, belgelerin doğruluğunu tartışması gerekenler susuyor. Bu sessizlik Pusu’nun gün yüzüne çıkardığı belgeleri unutturur mu?

Çok zor.

Pusu’dan…

“Yanıtını bulmaya çalıştığım en önemli soru ise Avcı’nın iddialarıyla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında sivil ve askeri savcılara ne belgeler verildiğiydi. Elbette ki bu belgeler arasında en önemli olan, Ankara’da görevli çok sayıda polisle ilgili cemaatçi polislerin hazırladığı iddia edilen fişleme bilgileriydi. Yanlış okumadınız, iddiaya göre Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görevli çok sayıda polis fişlenmişti. Ergenekon ve türevi soruşturmalarda, şüphelilerde ele geçirildiği öne sürülen ve kelimenin tam anlamıyla büyük bir yaygarayla kamuoyuna sunulan fişlemelerin alasını iddiaya göre cemaatin polisleri kendi meslektaşlarına yapmıştı. Cemaat mensubu polisler tarafından Excel tablosu olarak hazırlanan iki ayrı belgede hakkında fişleme yapılan binlerce polisin kimlik bilgileri ve sicil numaraları, görev yerleri, bağlı bulundukları birim ve hatta nerden atandığına dair bilgiler bulunuyordu. Bir diğer belgede ise diğerindeki kişisel bilgilerin yanı sıra, fişlenen polisin cemaatle arasındaki ilişkiye dair değerlendirilmelerde bulunuluyordu. Fişleme yapılan polislerin cemaatle ilişkisinin 1’den 5’e kadar derecelendirildiği belgede kaydı tutan kişinin, ‘referans’ denerek kimlik bilgileri ile telefon numaralarına da yer verilmişti.”


PUSU
Devletin yeni sahipleri
Ahmet Şık
Postacı Yayınevi
358 sayfa

*ilk olarak Kitap Postası gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.