Header Ads

Havalar Köpek Gibi

- RAGIP DURAN -
“Un Temps de Chien” (Gallimard), Fransız Le Monde gazetesinin eski yazı işleri müdürü Edwy Plenel’in 1995’te yayınladığı kitabın başlığı. “Un Temps de Chien” başlığını kelimesi kelimesine çevirirsek “Bir Köpek Zamanı” anlamına gelir. Ama “Un Temps de Chien”, Fransızca bir deyim olarak, “yağmur çamur” anlamında kötü bir havayı betimlemek için kullanılır.

Aslında Troçkist kökenli ilginç bir gazeteci olan Plenel’in bu kitabının başlığına dönemin cumhurbaşkanı Mitterrand ilham vermişti. Başbakan Beregovoy’nun bir onur intiharı sonucunda yaşamını kaybetmesi üzerine, Fransız medyasında başbakanın aldığı indirimli bir krediyi ödeyemediği, Beregovoy’nun yoksul bir aileden geldiği yolunda çeşitli spekülatif haberler çıkmıştı. Cenaze töreninde Mitterrand da yaptığı konuşmada “arkadaşımızı köpeklere bırakmayacağız” cümlesini kullanmış ve medyaya çatmıştı.

Plenel, bu kitabında, esas olarak “investigative reporting” tabir edilen, bizde artık sadece arşivlerde bulunabilen, adına da yanlışlıkla araştırmacı ya da soruşturmacı gazetecilik denilen branşı inceliyor, irdeliyor, teorisini ve pratiğini anlatıyor. Özel olarak da iktidar-basın ilişkilerini deşerken, Mitterrand’ın açıklarını sergiliyor. Kedilere…” ithaf ettiği bu kitap, zamanında sadece meslekî çevrelerde değil, siyasî çevrelerde de olumlu bir etki yaratmış, cenazedeki köpekli konuşmaya esaslı bir cevap teşkil etmişti.

Bizdeki “tasma” çıkışı üzerine anımsadım.

Aslında burada terbiyesizlik söz konusu, denetimden çıkma ihtimali var, sinirlenme var, hakaret var. Olumsuz bir sürü şey var.

Meselenin özü, basın ile iktidar arasındaki ilişkiler. Elimizde iki somut örnek var: Mitterrand ve Erdoğan. İlk bakışta birbirlerine hiç benzemiyorlar. Biri solcu (sözüm ona), öteki muhafazakâr, dindar, kindar, sağcı… Ama ikisinin çok önemli bir ortak özelliği var. Foucault’nun pertavsızına ihtiyaç yok: İkisi de iktidar ve iktidarda.

Mitterrand, aslında pek öyle sağlam pabuç değildir. 1981’de Sosyalist Parti’yi yeniden inşa edip cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandıktan sonra genelde olumlu politikalar uyguladı ama, geçmişinde pek parlak sayfalar yok. Mesela Direniş döneminde Vichy yönetimiyle yakın temasta. İçişleri Bakanı iken Cezayirli direnişçi bağımsızlık militanlarını infaz ettirdiğine dair güçlü kanıtlar var. Pean’ın kitabında ayrıntılı, ilginç bilgilere ulaşmak mümkün (“Une Jeunesse Française: François Mitterrand, 1934-47″, Fayard, 1994).

Erdoğan’ın da geçmişinde İlim Yayma Cemiyeti (Komünizmle Mücadele Derneği’nin kardeşi), Necip Fazıl tekkesi gibi demokrasi açısından pek hayırlı olmayan kayıtlar var.

İktidar olunca en önemli mesele iktidarı sürdürmek ya… Bu nedenle iktidara gelenler, tarih, coğrafya, fizik, kimya, hatta matematik gibi mecralarda, sıradan, okumuş-yazmış insanlardan, sokaktaki adam ve kadından tamamen farklı düşünür ve farklı hareket eder. İktidarın bir tür raconudur bu…

İktidarı sürdürmek için önemli kaldıraçlardan biri de, sanal iktidarın sağlam görüntüsünü sağlayan medyanın iyi yönetimidir. Yönetişim, bu alana uygun düşen çağdaş bir deyim. İktidar medyayı yönetiyor, ama buna yönetişim denince, medya da iktidarı yönlendiriyor… sanıyor.

Mitterrand ile Erdoğan arasında bir başka alanda daha benzerlik var: Sağlık. Yıllar sonra öğrendik ki, Mitterrand, cumhurbaşkanı olduğu dönemde, aylık ya da üç aylık periyodlarla yayınlanan doktor imzalı / onaylı sağlık durumu raporlarında önemli bir gerçeği saklamış. 1981’de Elysee Sarayı’na seçilen Mitterrand, iki kez seçim kazanıp 1995’e kadar bu görevde kaldı. Ancak 1992’de prostat kanseri tedavisi gördüğü açıklandı. Oysa ki 1981’den 1992’ye kadar yayınlanan sağlık raporlarında Mitterrand sağlam olarak görünüyordu.

Erdoğan ve yakın çevresi bu sahtekârlıktan haberdar mıdır, bilemem, ama onlar çok daha radikal bir yöntemle, işe doktorları bile karıştırmadan, Başbakanlık Basın Sözcülüğü aracılığıyla, vahim birtakım hastalık ve operasyonları “sindirim güçlüğü çekiyor” diyerek geçiştirdi. Böyle durumlarda “Dank” alınır ya da maden suyu içilir, ama bizde bağırsaklardan 25 cm alınıyor. Garip…

Erdoğan-Mitterrand kıyaslamasında bir nokta daha: Bizimki yine bir puan önde. Çünkü Uludere / Roboski’de yediği golü çıkarmak isterken gazetecilere köpek diye hakaret ettiği yetmiyormuş gibi,bir de uluslararası komplo tezini / temcit pilavını gündeme getirdi. Hiçbir somut bilgi, dayanak, mesnet olmadan. Kimse de zaten inanmadı. İkna da olmadı. Mitterrand bu konularda çok daha tecrübeli ve akıllı idi. Bir seferde birden fazla kozunu eşzamanlı harcamazdı. Konuşurken sinirlenmez, rakipleriyle ince ince dalga geçerdi.

Aklıma gelmişken ekleyeyim: Mitterrand ilki 1945’te yayınlanmış yaklaşık yirmi kitap yazmış. Bir kısmı siyasî kitaplar, bir kısmı edebî. “Avucumdaki Gül”, “Saman ve Tohum”, “Arı ve Mimar” bunlardan bazıları.

Keşke Fransız Cumhurbaşkanı ile Türkiye Başbakanı arasındaki tek fark bu yirmi kitap olsaydı…

*birdirbir.org'dan alınmıştır.

1 yorum:

  1. Kalemine saglik Ragip Abi, yine super bir yazi! Sevgiler. Umit.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.