Header Ads

Erkeği Yeniden Tanımlarken

- GÜLSÜNAY UYSAL -
KAM[1]

Bu hafta bir kadın daha öldürüldü. Tekirdağ’da eşinden ayrı yaşıyordu Leyla. Henüz 23 yaşındaydı. İnşaatta cesedi bulundu. [2]

JENERİK  
HABER METNİ[3] Biz toplum olarak tanımlar yapmayı çok sevdik. Göründüler ya da hiç konuşulmadılar. Ne fark eder, yıllarca tıkır tıkır işlediler. Sınırlar koyduk. Ettik, edilgenleştirdik. “Özne” kamuflaj! “Sömüren”, “Bakan”, dokuz düğüme hep takılan yutkunup susulmuş olan. “Özne”nin adından kimselere bahsetmedik ama zaten patriarka onu kazımıştı zihnimize: Erkek. Sadece “Nesne”ydi patolojik bir durum gibi masaya yatırılmış olan. Nesne: Kadın. Cümleler ise hep edilgen. Biçimlendirdik. Yapılandırılmış bir ırktan türedik, türettik. Her rolde hemen misyonu üslenip bu inşayı icra ettik. Birileri “aferin” desin, kimileri para versin, böylece öbürleri de koltuk sunsun vesaire. Sistem bu hiyerarşik ve zaten benimsenmiş tahakkümleriyle tekrar etti. İşte bu tahakküm erkeğindi. Erkek akıl, kadına tanımlar yaptı. Kadın duygusal bağlanmalara daha yakın olandı. Kadın kendini adama ihtiyacı içinde olan. Daha çok yeniliklere açık ve akımlara kolayca kapılıveren. Yuvayı yapan bir dişi kuştu mesela kadın. Kontrolü elinde tutan ama küçük toplumsallıklarda, tam tersiymiş gibi erkeğin gururunu okşaması gereken. Ağlayan, merhamet eden, şefkat gibi bir şeydi. Yumuşak ve hassastı. Aşık olunca gündemine bu aşkı oturtan, arayan, soran, merak eden bir varlık. Belirlendi çok evvelden kadının reaksiyonları. Sonra da beklendi… Dedikodu kadına hastı. Kadın varsa laf vardı. Neşeydi, sohbetti, dinlenceydi, dırdırdı, baş eti yiyen bir canavardı, evin içindeydi, değilse yeri belliydi, değilse: “Nasıl haber vermezsin lan sen?”, “Nasıl biter şarjın (!) ?” sorularına muhattap olması gerekendi. Sabırdı işte böyle zamanlarda da. Adaptı, edepti, dindi, sorumluluktu, arzdı, namustu. Tanımlanmış, belirlenmiş bir şeylerdi. Olması gerekendi.
Kadın, Blade Runner’daki Sean Young misali yüzyıllardır masada uzanıyor. Etrafında erkekler oturmuş bakıyorlar. Sonra bıçağı alıp kesiyorlar. Sonra çiğ ete üşüşen sinekler gibi, kestikleri yere bakıyorlar. Sonra tekrar oturuyorlar bir müddet sigaralarından içip konuşuyorlar. Hakkında kadının, düşünüp, karar veriyorlar. Erkekler, kadınlara yüzyıllardır bakıyorlar. İzliyorlar. Süzüyorlar. Baka baka taciz ediyorlar. Bedenlerinin her kıvrımını gözleriyle sömürerek, üstünde tahakküm kuruyorlar. Çünkü erkeklik Simone de Beauvoir’ın “İkinci Cins”te dediği gibi kendi cinsiyetinden bahsetmeyip sürekli başkalarının cinsiyet özelliklerinden bahsederek kurulan bir iktidardı. Kadınların, çocukların, yabancıların, eşcinsellerin, siyahların, düşmanların, hainlerin vesaire… Kapitalin cinsiyeti böyle belirlenmişti. Erkekti güç. Kapital ve ona dair kudretler kamusal alanlarında kadını görmek istediler. Kadın estetikti. Ama kadınların diledikleri kadar değil kendi belirledikleri kadar. Fazlasını isteyenler artık o toplumsallıkta olmayanlardı. Acımadılar. Acımasızdılar. Neydi? Vahşi kapitalizm ve doğası gereği işte pratikleri. Kadını da hep vurdu. Unutmamak gerekir ki eril tahakküm ve önceden garantilenme arzusu ekonomik gelişim mantığa dayalıdır. Çağın ruhu diyebileceğimiz serbest piyasa ilişkileri erkek emeğini ve kadın emeğini yeniden yapılandırırken yani “erkek işi” ve “kadın işi” ayrımlarını yeniden şekillendirirken sistemle barışık, plaza kadınlarını da ekledi resme. Kadın bıkmıştı belki de görünmezlikten, dilsizlikten. Kendine erkek aklın çizdiği sınırları kabul ederek kamusal alanda görünürleşti. Değişim daha köklü olmalıydı oysa. Böylece eril veya dişil şiddete dönüşüveren eril bir tahakkümden bahsediyoruz. Eril söylemi uygulayan dişiller sarıyor etrafı hızlıca. Güç, şiddet oluyor. Şiddet kendini erkek ağzıyla kadında da buluveriyor. Kadın araçsallaşıyor. Erotik sermayesiyle, bedeniyle. Araçsallaştırılıyor. Şiddet sembolikleşerek farklı şekillerde sunabiliyor kendini. Psikolojik, cinsel vs. Bourdieu’nun dediği gibi sevmek, tapmak, saygı duymak sembolik şiddete tekabül eden duygular. Bu noktada insanın aklına “rıza” kavramı düşüyor. Nasıl oluyor da bireyler bu şiddete rıza gösteriyorlar. Hiçbir şey beklemeden. Buradan da varacağımız nokta ilk paragrafta satır arasıydı aslında: Rıza üretiliyor. Tahakküme razı olmuş kafalar çoğalıyor. Biyolojik değil toplumsal cinsiyet algısıyla ifade ettiğimizin altını çizerek; kadınlar kadınlara, kadınlar erkeklere, erkekler erkeklere karşı; sanayide, akademide, plazada, evde ve her yerde; psikolojik, cinsel, ekonomik, fiziksel şiddete maruz kalmaya çoktan razı olmuşlar, çünkü düzen bu, böyle işler bu çarklar diye çiviyle kazınmış onların zihinlerine. Bu yazı “özne” ile “nesne”yi yer değiştirme çabamızın bir fısıltısı. Masaya erkeği yatırma sırası gelmedi mi? Erkekler, yüzyıllardır yeteri kadar incelemediniz mi kadını diyerek ve yeni bir erkeklik sürecine adım atılacağını umut ederek, sadece eril tahakkümün nesnesi olup, ötelenmiş erkeklerin değil, çok olan, çoklukların içinde var olan erkeklerin de eril tahakküme baş kaldıracağı bir erkeklik olmalı diyoruz, inanıyoruz, arıyoruz, uğraşıyoruz. Biz mi kimiz? Nesneyiz. Sömürüleniz. Bakılanız. Ya da şöyle diyelim: ‘Homme Fatal’[4] arayışında ‘Femme Fatale’larız.

[1] http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=kam+spiker
[2] http://yarinhaber.net/HaberGoster/2aa06505-90f9-4af6-b6df-d1e124aab633/bir-kadin-cinayeti-daha.aspx#.T7TEt0xUTiM.facebook
[3] Yoo hiç alakası yok. Yazı ne yeni bir şey söylüyor, ne de haber değeri taşıyor.
[4] Yok öyle bir şey. Belki de var: ‘Femme Fatale’a ne yüklendiyse erile yüklenmesi gereken. Baştan çıkaran, kötü yola iten hep kadın mıdır? Bu da erkek akıl tarafından kadına tanımlandı.

1 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.