Header Ads

Yeni Dönem Gençlik Edebiyatı: Hızlı Ve Öfkeli

- YENAL BİLGİCİ -
İlkin arka sıralardan birisi güldü… Derken birkaç kişi daha; sonra hafif perdeden bir kıkırdama bütün sınıfı dolaştı. Edebiyat öğretmenimiz biraz mahçup, önündeki kitabı yüksek sesle sınıfa okuyan arkadaşımızı durdurdu. “Tamam bırak.”

Ardından kararını değiştirdi. “Ya da bir sayfa atla, öyle devam et.” Gülüşmelere mi katılsın ciddiyetini mi korusun, kararsız kalan arkadaşım, nihayet ikinci şıkkı seçerek sayfayı çevirdi ve Ömer Seyfettin’in Bomba’sına, erotik satırlarının bittiği yerden yeniden başladı.

Orta ikinci sınıftaydık. Aklımız “ayıp” şeylere iyi kötü eriyordu. Tabii yetişkinlerin bunları bizim için iyi değil, tamamen kötü olarak değerlendirdiğinin de farkındaydık. Edebiyat derslerinde çoklukla iyiliğin, doğruluğun, erdemin, kahramanlığın övüldüğü metinler okunurdu (herhalde halen öyledir). Sakıncalı yazılarınsa derse girişi zinhar mümkün değildi. Tam da bu yüzden, bir kahramanlık hikayesi niyetine okutulan Bomba, sınıfta bomba gibi patlayınca bu anın keyfini çıkardık ve öğretmenin mahcubiyetini hafızamıza bir güzel kazıdık.

Dünya değişiyor. Değiştikçe okuma alışkanlıklarını da değiştiriyor. Ömer Seyfettin’in bile sürpriz haline gelebildiği dönemler geçip gitti. Dün, edebiyat öğretmenlerinin elimizde görse bomba muamelesi yapacağı kitaplar artık bestseller raflarında. Üstelik yetişkinleri değil, doğrudan genç okurları hedef alarak yazılıyorlar. Savaş oyunları, cinsellik, uyuşturucu, terör gibi sert; vampirler ve zombiler gibi fantastik (ve yine sert) konular bu yeni dönemin favorileri. Günümüz bestseller’larının önemli bir bölümü gençlere yönelik kitaplardan çıkıyor. Stephenie Meyer’in Alacakaranlık serisini hanginiz duymadınız? Ya da Vampir Günlükleri’ni? ABD’yi kasıp kavuran, Suzanne Collins imzalı Açlık Oyunları serisinden halen haberiniz yoksa emin olun, çok yakında haşır neşir olacaksınız. Serinin ilk kitabından uyarlanan 75 milyon dolar bütçeli film geçtiğimiz ay vizyona girdi.

Yukarıdakiler piyasanın yıldızlarıydı. Daha onlarcası var… Kimisi agresif, kimisi felaket sonrası kurgusu, bazısı daha kıyıda köşede duruyor, bazısının film anlaşması daha yazılırken imzalanmış, gösterim tarihi bekliyor. Sadece bir edebi türden değil gitgide büyüyen bir pazardan bahsediyoruz. Pazarın merkezi, tahmin edersiniz, ABD. Amerikan Yayımcılar Birliği’nin 2009 rakamlarına göre genç edebiyatı alanında, sadece o sene 30 bini aşkın kitap yazıldı. Muazzam bir büyüme söz konusu zira bundan 15 sene evvel bu rakam sadece üç bindi. Washington merkezli The Atlantic dergisine göre, yine 2009’da, bu kitapların ticari hacmi 3 milyar doları aştı.

Genç insan kimdir, eserleri nelerdir?

Pasta büyük, eh, dolayısıyla sıkıntı da büyük. Gençlerin, önceki kuşakları kıskandıracak bir iştahla bu kitapları tüketmesi, bazı yetişkinlerin bir kaşının hemen havaya kalkmasına yol açıyor. Pazarın merkezi ABD demiştik, en yüksek tansiyonlu tartışmalar da, doğaldır, orada yürüyor. İlk ve en kararlı itiraz noktasını tahmin edersiniz: “Bu kitaplar taze zihinler için uygun değil!” İkinci itirazsa cepheden saldırmıyor; arkadan dolanıyor: “Bu romanlar edebiyat ürünü değil, çerçöp, kötü yazılmış, ucuz hikayeler.”

İtirazlara yönelik cevaplara geleceğim; ama öncelikle, özellikle Türkiye açısından halen çözülememiş bir soruna göz atalım. “Yeni dönem” diyoruz; “genç edebiyatı” diyoruz; ama tam olarak kimden bahsediyoruz. Kısacası genç kimdir, eserleri nelerdir ve bu eserleri kitabevlerinde hangi raflarda aramamız gerekir?

Batı dünyası bu işi yıllar önce hale yola soktu. Mesele, çocuk edebiyatının boyunu aşmıştı ama yetişkin edebiyatının gömleği de gençlere halen bol geliyordu. Bu yüzden kestirmeye sapıldı; bir ara tür uydurulup adına da hayal gücüne pek başvurmadan “genç-yetişkin” denildi. 15-22 yaş arasında kalanların da hedef kitle olduğu varsayıldı. Sonra da işin gereği yapıldı. Kitabevlerindeki raflar yeniden düzenlendi, internet satış sitelerine yeni etiketler eklendi.

Türkiye’de kitaplar çevrilmeye başlansa da, tartışma henüz “bizim çocuk tuhaf bir şeyler okuyor, ama dur bakalım” seviyesinde kaldığı için kafalar karışık; kategoriler eksik. Üstelik yetişkinler “yaklaşan karanlık”tan Batılı akranları kadar şikayetçi değil. Kısacası taşlar yerine yeni yeni oturuyor. Bu işe en çok kafa yoran yayınevlerinden, çocuk ve gençlik kitaplarında uzmanlaşmış Günışığı Kitaplığı, pazardaki bu zorunlu ayrışmayı gördü ve geçen sene bünyesinden genç-yetişkinlere özel yayım yapacak yeni bir marka çıkardı: ON8 Kitap. Yayın Yönetmeni Müren Beykan’ın ON8’in de yayın çerçevesini çizen gençlik edebiyatı tarifi, yaş grubundaki ayrışmayı iyi tanımlamakla kalmıyor, konuları da bir bir sıralıyor: “Gençlik edebiyatı; ilkgençlikten ayrı olarak soyut düşünsel kurgular ve yaşamın sert yüzünü ortaya koyan yapıtların yanı sıra kahramanı genç olan edebiyattır. Ergenin baş etmesi güç konuları işleyen, sert sorunlarla ilgili gerçekçi romanlar: Uyuşturucu, depresyon, ırkçılık, taciz vb.. Yani bir anlamda şiddet içeren sorun edebiyatı da denebilir.”

Dünyayı güzellik kurtaracak ama nasıl?

Sert konular gerçekten… Öyle ki bu romanların ilhamı bile sert meselelerden geliyor. Bugün satış rekorları kıran Açlık Oyunları serisinin (Türkçede Pegasus Yayınları tarafından basıldı) yazarı Suzanne Collins, romanın konusunu televizyonda kanal zaplarken bulduğunu söylüyor: “Irak’taki savaşa dair haber görüntüleriyle bir reality programı arasında gidip geliyordum. Birden sınırlar bulanıklaştı. Birbirlerinden ne kadar farklıydılar, bilemedim.”

Açlık Oyunları’nın kahramanı Katniss Everdeen, işte bu bulanık sınırlar arasında yaşıyor. Daha doğrusu, yaşamaya çalışıyor. Felaket sonrası bir dünyada, Panem adında bir ülkede (bir zamanların Kuzey Amerikan toprakları) bütün ulusa canlı yayınlanan bir savaş oyununda rakiplerini öldürerek ayakta kalmak için uğraşıyor. Oyun basitçe, sistemin merkezindeki Capitol isimli metropolün güç gösterisinden ibaret. Hükmedilen topraklardan birer genç kurayla seçilip arenaya atılıyor. Panem’in dört bir tarafından gelmiş genç savaşçılar birbirini öldürdükçe, televizyonlarının başındaki seyirciler de eğleniyor. Tabii Capitol’un gücü karşısındaki kendi aciz durumlarının da farkına varıyorlar. Razı oluyorlar.

Bir başka serinin, Çirkinler’in (The Uglies, Türkiye’de Tudem Yayınları bastı) kahramanı Tally Youngblood isimli genç kız ise, yaşamına devam edebilmek için güzelleşmek istiyor. Üç yüz yıl sonrasında, yazar Scott Westerfeld’in ürkütücü kurgusundayız. Bildiğimiz dünyanın, önce petrole sonra da petrol yoluyla havaya bulaşan bir virüs yüzünden mahvolup gittiğini öğreniyoruz. Geride kalan bir avuç insan, çareyi kendine yeten, çevre dostu bir sistem kurmakta buluyor. Ama epey saplantılı oldukları bir konu var; kafayı güzellikle bozmuşlar. Güzel insanların daha iyi bir etki yarattığını; güzelliğin şiddet ve çatışmaları azalttığını; dolayısıyla dünyayı güzellerin yönetmesi gerektiğini düşünüyorlar. Kısacası gelsin estetik operasyonlar… Yani “dünyayı güzellik kurtaracak” ama Westerfeld’in kurguladığı dünyada her şey, Sait Faik’in dediği gibi “bir insanı sevmekle” başlamıyor. Bir insanı “değiştirmekle” başlıyor. On altı yaşına gelen her genç kız o ana kadar ‘çirkin’ diye tanımlanıyor; sonra o yaşta geçirdiği (beyinde de bir hasar yaratan) operasyonla güzeller dünyasına adım atıyor. Sistemle uyumlu hale geliyor. Kitabın kahramanı Tally’ninki, işte bu sistem içinde bir kendini arama, büyüme ve gerçeklerle yüzleşme hikayesi.

Dışarıda epey ilgi çekmiş genç-yetişkin romanları bize yeni yeni geliyor. ON8’in geçtiğimiz yıl yayımladığı M. T. Anderson imzalı Bağlantı (The Feed) da bunlardan biri. Kitabın dünyasında artık öyle akıllı telefonlarla, dizüstü bilgisayarlarla uğraşılmıyor, insanlar internete “kafadan bağlı.” Bağlantıyı kuran çipler daha doğar doğmaz bebeklerin beynine yerleştiriliyor. Kullanım kolaylığı gibi durabilir ama “özel hayat” meselesi bu yolla, geçmişten kalan tuhaf bir hatıra gibi kalıyor. Bir hükümet, bir şirket, sonra bir şirket daha, haydi yine hükümet derken, beyinler yol geçen hanına dönüyor. Genç Titus’un macerası da bir gün bu çipin beyninden çıkarılmasıyla, yani hiç alışık olmadığı bir ıssızlık duygusuyla başlıyor.

Buraya kadar distopyalarla geldik. Türkçeye yabancı dillerden devşirilen, genç-yetişkin kitapları da ağırlıkla bu konuların içinden çıkıyor. Ama değişim zamanı geldiğini düşünenler de var. ON8’in portföyü bu konuda cesur görünüyor. Mesela Alman yazar Beate Teresa Haneka’nın Kırmızı Başlıklı Kız Ağlıyor isimli romanı… Kitabın kahramanı Malvina’nın ciddi bir sorunu var. Küçük yaştan beri büyükbabasının tacizine uğruyor ve bunu çevresinde güvendiği herkese anlatmaya çalışıyor. Bıkmadan… Ama kimse dinlemiyor. Yine ON8’in yayımladığı, ABD’li Michael Thomas Ford imzalı İntihar Notlarım’ın 15 yaşındaki kahramanı Jeff ise intihar girişiminden sonra, bir psikiyatri kliniğinde uyanıyor. Fikir vermesi için, işte kitaptan bir pasaj: “İdam mahkumlarını, daha sonra öldürebilmek için ölümü beklerken canlı tutuyorlar. Mahkumları, zamanı geldiğinde yargılayabilmek için, intihar etmesinler diye gözetim altında tutuyorlar. Hiç anlamlı değil. Birini ölüme mahkum etmek doğal ama insanların bunu kendilerinin yapması değil, öyle mi? Size ne düşündüğümü söyleyeyim: Kendinizi öldürmeye çalıştığınızda insanlar sinirleniyorlar; çünkü bu, onların sizin hayatınızı birazcık bile kontrol edebilmesini engelliyor.”

Siz gençlerin kitaptan nefret etmesini istiyorsunuz!

Kontrol her zaman mühim bir mesele oldu. Genç-yetişkin edebiyatına, yetişkinlerden gelen itirazlar da zaten bu noktadan başlıyor. İster anne baba veya eğitimci, ister siyasetçi, kendini otorite noktasında gören her yetişkinin şu soruyu ısrarla sorduğunu biliyoruz: Gençler ne okumalı? ABD’nin muhafazakar gazetesi Wall Street Journal’da yayımlanan, çocuk edebiyatı eleştirmeni Meghan Cox Gurdon imzalı bir makale bu soruyu şöyle yanıtlanıyordu: “Hiç değilse, bugün genç-yetişkin edebiyatı diye adlandırılan türü okumamalılar. Çünkü bu kitaplar, şiddet, istismar ve ahlaksızlıkla dolu.” Makale epey gürültü kopardı. Normalde Journal’ı okumayan gençler bile eleştiriyi eleştirmek için gazetenin web sayfasına hücum etti. İçlerinden birisi Gurdon’a şu sözlerle yükleniyordu: “Siz gençlerin, onları okumaktan nefret ettirecek kitaplar okumasını istiyorsunuz. Kusura bakmayın ama, gençlerin sürekli on yaşında gibi davrandığı hikayeler bize uygun değil. Ne düzgün bir tema var; ne de bir büyüme hikayesi. Herkes sonsuza kadar toy kalıyor. Gençler, gerçek dünyada yaşıyor. Ebeveynler bunu görmek istemiyor ama hızlı da büyüyorlar. Genç-yetişkin edebiyatı bu yüzden ilgimizi çekiyor.”

Ebeveynler belki gerçekten duymak istemiyor ama bu, gençlerin sıklıkla dillendirdiği bir görüş. Gerçek dünya onları meraklandırıyor. Bir dönem lise öğretmenliği de yapan yazar Müge İplikçi (2010’da Günışığı Yayınları’ndan çıkan, gençlere yönelik kitabı Yalancı Şahit’te, epey sert bir konuyu, kot taşlama işçilerinin dramını ele almıştı) gerçeklik duygusunun artık her şeyin önüne geçtiği görüşünde: “ 'Gençlere uygun olduğu savlanan kitaplar' çoğunlukla yaşamın dışındaki pembe hayallerden ibaret. Düş gücü elbette önemli. Ancak asıl soru şu galiba: Onlara, tanık oldukları gerçeklik üzerinden yeni düşlerin temelini atabilecekleri bu dünyayı mı anlatmak istiyoruz yoksa hayallere sığıştırmaya çalıştığımız, muhtemelen biz büyüklerin özlemleriyle inşa edilen bir başka gezegeni mi? Doğrusu, ben onlara yalan söylenmemesinden yanayım. Umut varsa da onlara anlatılacak gerçeğin içinde büyüyebilir, biçimlenebilir gibi geliyor bana.”

Çirkinler serisi yazarı Scott Westerfeld, ABD’nin etkili liberal gazetesi New York Times’da yayımlanan bir makalesinde, sorunun esasında yetişkinlerin gençlere yaklaşımından kaynaklandığını öne sürüyor: “Gençler, zaten yetişkinlere yakın problemlerle boğuşuyor. İş, okul, üniversite başvuruları… Ama yetişkinlerle eşit derecede saygı görmüyorlar. Çalışmaları teşvik ediliyor ama uyduruk işlerde çalıştırılıyorlar; paralarını harcamaya gittiklerinde gözler üzerlerine çevriliyor; onlara potansiyel hırsızlarmış gibi davranılıyor. Okullar da zaten zor yerler. Kıyafet zorunluluğu var; ifade özgürlüğü az… Gençler orada sürekli gözetim altında. Zil sesiyle kalkıp zil sesiyle oturuyorlar. Karanlık gelecek romanları onlara hitap etmesin de kime etsin?”


İşler Türkiye’den bakınca da sert ve karanlık... ON8’in yayın yönetmeni Müren Baykal, Türkiye’deki ortamın gençler açısından ciddi sorunlar ürettiğini, çocuk evliliklerinin, aile içi şiddetin, tacizin, intiharın bu ülkenin gerçeği olduğunu söylerken, edebiyatın bir nebze destek sunabileceğine inanıyor: “Modern Türkiye çocuklar, kadınlar, cinsel tercihi farklı olanlar, bambaşka düşünenler, şablona uymayanlar, inancı genel kabuller dışında kalanlar, yaşamı genel doğrulardan aykırı algılayanlar için bir tabut adeta.” Baykal’a göre, acı, şiddet ve tutkuyu içeren bu hikayeler mutlaka okunmalı ama genç-yetişkin edebiyatında bunlara çare sunabilecek fedakarlık ve sevgi de bulunuyor: “Edebiyata bulanmaları, yazarımız İsmet Bertan’ın da dediği gibi, yaşamın her aşamasında ihtiyaç duyacakları lojistik desteği sağlayacak onlara. Yaşam savaşında lojistik desteğiniz yoksa, yenilmeye mahkumsunuz.”

Vampirden daha kötü insan var

Bu kadar yetişkin görüşü yeterli. Biraz da bu kitapların Türkiye’deki hedef kitlesine kulak verelim. Lise öğrencisi Eda Yüceler (15) bu türden daha birçok kitabın yanında Alacakaranlık, Vampir Günlükleri ve Açlık Oyunları serilerini de okumuş. “Vampir ve zombilerin kahramanı olduğu hikayelerde, yaşanması imkansız şeyler anlatılıyor gibi. Ama düşününce, bütün bu olan biten oradan vampirleri çıkarırsan da yaşanabilir. Kafamı böyle kurcalamaları hoşuma gidiyor. Açlık Oyunları’ndaki savaş oyunu da gerçekte yok ama kahramanın verdiği tepkileri, kim böyle bir durumla yüzleşse verir. Katniss kızkardeşini kurtarmak istediğinden bu oyuna katılıyor; ben de abim için aynısını yapardım.”

Bir başka lise öğrencisi Zeynep Erçim, birçok genç-yetişkin romanının her ne kadar fantastik bir olay örgüsü üzerine kurulsa da, aslında gerçeği yansıttığını düşünüyor: “Bunlar bence sembolik öyküler. Gerçek hayatta kötü çocukların ya da kötü insanların, iyi insanları mahvetmesi gibi. Belki vampir değiller ama yine de o denli tehlikeli ve ölümcül insanlar var.”

Yağmur Yıldız (15) ise kitaplar biraz karanlık görünse de, onların kendisini hiç de karanlık düşüncelere itmediğini söylüyor: “Alacakaranlık’ta bizi aşk çekmişti. Bizim bütün sınıf, onu aynı anda, derste bile okuyordu. Ama bu kitapların günümüz ruhunu yansıttığı falan yok; otuz kırk yıl önce de geçse, konu aynı konu işte.”

Harry Potter kuşağı edebiyat alemini değiştirecek

Yağmur haklı ama bir şey daha var. Konu aynı konu belki ama dünya aynı dünya değil. Yağmur liseye otuz yıl önce gitseydi, muhtemelen elinde sadece Kemalettin Tuğcu’ları bulacaktı (neyse ki biz de ıskaladık). Genel kanı, genç-yetişkin edebiyatının bu kadar popüler olmasının ardında yeni iletişim teknolojilerinin yattığı yönünde. Bu edebiyat var; çünkü internet var! Yayımcılar ve internet üzerindeki kitap mağazaları, yeni teknolojinin içine doğan genç nüfusa doğrudan ulaşabiliyor. Aynı gençler, internet üzerinde birbirlerini bulup kitapları tartışıyorlar. Hatta Harry Potter serisinin yazarı J. K. Rowling’in inisiyatifiyle girişilen Pottermore projesinde olduğu gibi hikayelere alternatif açılımlar da önerebiliyorlar. Dahası neredeyse eş zamanlı biçimde, bu romanların sinema uyarlamalarını da seyrediyorlar.

Genç-yetişkin edebiyatına geniş yer ayıran Amerikan edebiyat dergisi Hunger Mountain’dan Andrew Karre, bu pazarın çok daha büyüyeceğini ve belki de edebiyatın geleceğini belirleyeceğini düşünüyor. Karre’ya göre bu yeni tür, teknolojinin Apple’ı. “Apple’ın cihazlarının patlayıcı ve değiştirici gücünü kast ediyorum. iPod veya iTunes’dan önceki müzik endüstrisini veya eskiden cep telefonlarınızın neye benzediğini aklınıza getirin. Apple her şeyi değiştirdi ve diğerlerini de kendine uymaya zorladı. Genç-yetişkin edebiyatının, tam da bunu yapmakta olduğunu düşünüyorum.” Karre’ya göre değişimin ispatını giderek genişleyen kitabevi raflarda, basılan kitapların sayısı ve çeşidinde, bu türün yazarlarına ödenen avanslardaki muazzam artışta bulabilirsiniz; “Yetişkinler için bestseller yazanlar bile artık bu işe geçti.”

Giderek daha fazla isim bu sektöre kayabilir. Yayıncılık devi Macmillan’ın alt markası St. Martin’s Press yöneticilerinden Dan Weiss, 'genç-yetişkin'i tamamlayacak yeni bir alt sınıf icat etmek üzere olduklarını söylüyor. İsmi sizi şaşırtmayacak: Yeni yetişkin. Yani sektör, genç-yetişkin türüne saran okurları elinden kaçırmak istemiyor. Weiss’a göre insanların büyük çoğunluğu yirmili yaşlarına gelseler de, ergenlerle aynı problemi paylaşıyor: “Bağlanma ve ayrılma meseleleri, birey olma hali, romantik, cinsel ve ekonomik özgürleşme… Hep aynı. İki tarafı birbirine bağlayabileceğimizi düşünüyoruz.” Weiss’in kafasında net bir okur profili de bulunuyor: “Harry Potter’la büyüyen ve edebiyata sürüklenen bir okur kuşağı zaten mevcut; eğlence amaçlı okuyan ve sanatsal işlere yüz vermeyen daha büyük bir grup da var. Bu iki gruptan da bir şeyler çıkartabileceğimizi sanıyorum.”

Bir gençlik romanını nasıl yazmalısınız?

Peki Türkiye’den ne çıkar? Sektör Türkiye’de de kuruldu mu? Çeviriler üzerinden yürüyen bir genç-yetişkin edebiyatı ülkemizde halihazırda bulunuyor. O halde değiştirip soralım: Yerli malı bir genç-yetişkin edebiyatı mümkün mü? Yayınevleri, Türkiye’de henüz ne yazar, ne de eleştirmen sayısının yeterli olduğu görüşünde. Bu alanda en çok eser yayımlayan kuruluşlardan Pegasus Yayınları’nın Gençlik Kitapları Yayın Yönetmeni Berna Sirman, kendilerine yapılan kitap başvurularının henüz yeterince yetkin olmadığını düşünüyor: “Çoğunlukla bizim kitaplarımızdan etkilenen ve benzer bir şeyler üretmek isteyen genç okurlarımız başvuruyor. İncelediğimizde, genellikle kendi yaşlarını yansıtan bir yazım diliyle karşılaşıyoruz. Her ne kadar yaşıtlarınıza hitap eden bir kitap yazıyor olsanız da bunu belli ölçüt ve kalıplara uygun şekilde yapmanız gerekir. Yani kitap, bir anlamda kitabi olmalıdır. Aksi takdirde çok ciddi bir editörlük sürecinden geçmesi gerekir ve bu da yazarın metnin çıkış noktasından bambaşka bir yere taşınmasıyla sonuçlanabilir.” Sirman, gelen metinlerde özgünlük konusunda sıkıntılar olduğunu da dile getiriyor. “Son yıllarda oldukça fazla gençlik kitabı yayımlanıyor ve bir noktadan sonra birinin diğerinden bariz bir farkı kalmıyor. Başvuruya gelen kitaplarda da bu esinlenme görülüyor. Bu yüzden de ince eleyip sık dokumak durumunda kalıyoruz.”

Faydası dokunacaksa, bir küçük destek de biz atalım. İyi bir genç-yetişkin romanını nasıl yazmalısınız? Cevabı bu türde eserler veren bir yazar, Erin Kelly versin: “Geçmişinizden bir dönemi bütün ayrıntılarıyla hatırlamalısınız; okul koridorlarından spor ayakkabılarınızın zeminde çıkarttığı sese kadar… Ergen olmak nasıl hissettiriyordu, hatırlamalısınız. Birey olma mücadelesi nasıl bir şeydi; ebeveynlerinizi hem sevmek hem de onlardan nefret etmek, sosyal tabakalar arasında kendinize bir yön bulmaya çalışmak nasıldı, hatırlamalısınız. Sadece hatırlamak da yetmez, genç okuru ikna edecek ve özdeşleşmesini sağlayacak bir ton da bulmalısınız.”

Hiç kolay değil. Ama başaran bu sektörde kral oluyor. Üstelik gençlere yönelik romanları yazmanın bir artısı daha var. Beğenilirseniz, bir daha hiç unutulmuyorsunuz. Harry Potter serisiyle edebiyata ısınan kuşak J. K. Rowling’i nasıl unutabilir örneğin? Geçen yıl yaşamını yitiren amansız düşünür Christopher Hitchens’ın söyledikleriyle yazıyı bağlayalım: “Tıpkı kitabın son bölümünün başında yazan ibaredeki gibi ‘19 yıl sonra’ ve muhtemelen ondan on yıllarca sonra da, geceleri küçük bir Harry dokunuşuyla edebiyata nasıl bağlandıklarını anımsayan milyonlarca yetişkin var olacak.”

Aksi mümkün mü?

* sabitfikir.com adresinden alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.