Körlük
![]() |
| - GÖKSEL ARSLAN - |
Artık edebiyata aktif politik mücadeleden daha fazla zaman ayırmak istiyordu. Küçük bir köye yerleşti. Yirmi birinci yüzyılın romanı da diyebileceğimiz “Körlük” (Ensaio Sobre a Cegueira) bu dönemde başlayan yoğunlaşmanın ürünü olarak 1995 yılında yayınlandı.
Kitabın arka kapağında yer alan “ Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır” cümlelerini okuyarak başladığınız roman sayfalar ilerledikçe sizi rahatsız etmeye başlar.
Zira romandaki söyleyiş şekliyle, “beyaz bir karanlığın ortasında” bulunan doktorun karısı haksızlıklara, tecavüzlere, yağmalamalara tanık olan, tek gören olarak hiç bir şeye sesini çıkaramaz.
Saramago romanı şöyle bitirir ve sizi çarpıcı bir isyan duygusuyla baş başa bırakır.
“Neden kör olduk, Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir gün keşfedilir, Ne düşündüğümü söylememi ister misin, Söyle, Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler. Doktorun karısı yerinden kalkıp pencereye gitti. Aşağıda çöp yığılı sokağa, haykırıp duran, şarkılar söyleyen insanlara baktı. Sonra başını gökyüzüne kaldırdı ve gökyüzünü baştan aşağı bembeyaz gördü, Tamam, sıra bana geldi, diye düşündü. Birden kapıldığı korku, gözlerini yeniden yere indirmesine neden oldu. Kent hâlâ orada, karşısında duruyordu.”
Daha sonra ki bir röportajında "Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz” der ve devam eder. “ Bakabilen ama görmeyen kör insanlarız."
Saramago, büyülü sözcüklerle yirmi birinci yüzyıl liberalizminin keskin eleştirisini yaparken iki halin altını ısrarla çizer. Liberalizm bir süt denizidir, beyaz bir karanlıktır ve bu karanlığın ortasındaki insanlar “kör” dür. Bakarız ama görmeyiz. Tecavüz, şiddet, pedofili, işkence, tecrit, haksızlık, yağma, komplo gündelik sıradan olaylar olarak akıp gider. Vahşi ve acımasız bu beyaz karanlıkta “görme” hali ise ne yazık ki hiçbir şeye sesini çıkaramaz.
“Körlük” aslında bu toprakları da kapsayan bir meseleyi ortaya koyar. Yaklaşık elli avukat, yüzü aşkın medya çalışanı ve gazeteci, sekiz bine yaklaşan politik tutuklu bugün hapishanelerde. Süresiz açlık grevleri halen devam etmekte. Zamanaşımı sebebiyle ceza almaktan kurtulan Sivas katliamı sanıklarına başbakan “hayırlı olsun” dileklerini göndermekte, kimileri “yaktık yine yakarız” demekte. Hizbullah sanıkları bir anda salıverilerek kaçmaları sağlanmakta. Newroz kutlamaları hala yasaklanmakta , milyonlarca insan resmi ellerle provokasyona tabi tutulmakta. İşçiler şantiye çadırlarında yanarak ölürken , Van’da deprem çadırlarında yanarak ölünmekte. Adalet Bakanı kadın cinayetlerinin 2002'den, 2009'a kadar yüzde 1400 oranında arttığını açıklamakta, çocuk cezaevlerinde tecavüz yaygın şekilde devam etmekte.
Avrupa’da pek görülmeyen bir hız da büyüdüğümüz söylenmekte fakat yoksulluktan kadınlar intihar etmekte.
Sekiz aydır kirasını ödeyemeyen ve komşularının söylediklerine göre evde iki çocuğunun ısınması için saç kurutma makinesini çalıştırıp, diğer odada kendini tavana asarak intihar eden 26 yaşındaki Emine Akçay için beyaz karanlık içinde tek bir yaprak dahi kımıldamamakta.
“Körlük” , Saramago’ nun söylediği gibi asıl olarak gözlerin değil ruhun, hislerin, fikirlerin körleşmesidir. Tarihsel mücadeleler içinden süzülerek gelen insani birikimin yok olmasıdır. Kişinin diğer kişiyi görmemesi, hissetmemesi ve algılamamasıdır. Yirmi birinci yüzyıl liberalizminde istenen budur ve nihayetinde geriye sadece beden olarak çöp kalır. Şu da var ki, bu beyaz karanlığın içinde çöp yığılı sokağa, haykırıp duran, şarkılar söyleyen “kör” ler ve sesini çıkaramayan “gören” ler, gündelik hayatın içinde sürüklenirken artık itiraz etmeye dair tüm imkanlarını da kaybeder. Oysa insanı insan yapan biraz da itiraz edebilme halidir.
“Körlük” ve beyaz karanlık , her biri bir diğerinin toprağında serpilip gelişirken itiraz edebilenler o kapandan kurtulmanın yolunu da gösterir. Saramago, Salazar’ın ılımlı mukaddesatçı faşizmine karşı aktif mücadele içindeydi. Devlet düzeni otoriter bir yapı ile, geleneksel Roma Katolik ilkeleri üzerine kurulmuştu. Milliyetçilik, aile ve Katolik dini devletin temel ideolojik aygıtlarıydı. Temel eğitim veren devlet okullarında din eğitimi üzerinde tek yetki Roma Katolik Kilisesine verilmişti. Estado Novo (Yeni Devlet, 1932-1974) denen bu muhafazakar, milliyetçi yapı farklı fikirleri baskı altında tutar veya yurtdışına gitmek zorunda bırakırdı. Faşizmin klasik şedit karakterinden çok otoriter baskıcı bir karaktere sahipti. Birleşmiş Milletler, NATO, OECD ve EFTA üyesiydi ve her dört yılda bir meclis seçimleri yapılırdı. 1974 yılında “Karanfil Devrimi” adı verilen içinde işçi sınıfının da olduğu güçler tarafından yıkıldı. Saramago, devrimin en aktif aydınlarından biri olarak tarihe geçti.
Saramago, haftalık çalışma saatinin otuz beş saate indirilmesi için yürüyen işçilerin mitinginde en ön sıradaydı, A.B.D’ nin Irak'a saldırısının yıldönümü nedeniyle gerçekleştirilen protesto eylemlerinde de ön saflardaydı. Öte yandan İsrail'de, Uluslararası Yazarlar Meclisi'nin girişimiyle Filistin sorununa karşı barış çağrısında bulunan yazarlar arasındayken, Filistin'de yaşananların Auschwitz toplama kampını hatırlattığını söyledi ve ağır eleştiriler aldı fakat fikirlerini ısrarla savundu.
Seksen yedi yaşında 2010 yılı Haziran ayında Kanarya Adaları’nda hayatını kaybettiğinde, Vatikan ardından bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Saramago din karşıtlığının akıl hocalarındandı. O, hiçbir metafizik inancı kabullenmeyen, hayatının son anına dek tarihsel materyalizme, bir başka deyişle Marksizme inatla bel bağlamış bir insandı” dedi ve beyaz süt denizi içinde “körleşmeyen” iflah olmaz bir komüniste kendince kin kustu.
Saramago bize daima o büyülü cümleleriyle adeta “körleşme, mücadele et” der. Metaforlarıyla şaşırtır, gerçeğin ve gerçeküstünün karışımıyla beyaz karanlığı yırtar ve bizimde yırtmamızı ister. Bütün bir hayat “orada” bulur ifadesini. Öyle haller olur ki, bize ait olandan çok daha fazlasını görürüz, hissederiz, algılarız. Kendi sesimizin dışında başka seslere karışırız. Kim bilir, belki de hayatımızın en yaşanmaya değer anları o anlardır. Başkalarının duygularına, düşüncelerine karıştığımız anlar. Kim bilir, belki bugün o gündür. Hiç planlamadan ve farkına varmadan her şey “bir” yerlerde birleşiyordur belki de, kim bilir? Saramago’da belki bugün bizimledir , kim bilir?

.
YanıtlaSil