Kate Bush: 50 Words for Snow
![]() |
- DONAT BAYER - |
Müzikal olarak punk neredeyse 10 yıl gibi bir süredir endüstriyi etkilemeyi başarmış glam rockın teatralliği ve progressive rockın komplike akor yapıları, klasik müziğe göz kırpan düzenleme teknikleri ve gösterişli sahne şovlarına tepki olarak ortaya çıkmıştı. Punk aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaza, git gide artan işsizliğe ve devletin işleyişindeki aksamalara verilmiş tepkinin sonucuydu.
Üzerinde güneş batmayan imparatorluk bir gitar bir bas bir davul ve üç akor eşliğinde yerin dibine sokuluyor, kraliçe yerden yere vuruluyor, bütün sistemin altı üstüne getiriliyordu. Kate Bush ilk 45liği ‘Wuthering Heights’ı punkın etkisi henüz sürerken 1978 Ocak ayında yayınladı. Şarkı umulmadık bir biçimde, müzisyenlerinden gelecek her türlü aşırılığa hazır halkın üzerinde neredeyse şok etkisi yarattı.
Estetik olarak punk ve dinleyici karşısına bir 19. yüzyıl romanından, Emily Brontё’nin Uğultulu Tepeler’inden esinlenilerek yazılmış bir şarkı ve koreografisi fazlasıyla özenli hatta biraz abartılı bir biçimde yapılmış videosuyla çıkan 20 yaşındaki Bush arasında hiçbir ilişki yoktu.
Müzikal olarak ise gerek ‘Wuthering Heights’ gerekse içinde bulunduğu albüm The Kick Inside neredeyse 1970lerin ilk yarısından 70 sonuna çekilmiş gibiydi. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen Bush’un İngiltere popüler müzik sahnesinde belirmesini punktan bağımsız düşünmek hatalı olur. Her şeyden önce, bir alt kültür olarak punk sanatçılarına var olan sistemin karşısında güçlü bir biçimde durabilecekleri bir zemin sağladı. Bunun da ötesinde The Slits ve vokalisti Ari Up, X-Ray Spex ve vokalisti Poly Styrene ve Siouxsie Sioux gibi isimler popüler müziği kadınların bastırılmış enerji ve kızgınlıklarını sonuna kadar dışa vurabilecekleri bir alana dönüştürdüler.
Söz konusu sosyokültürel atmosfer Bush’a pek de başkalarınkine benzemeyen artistik dünyasını sonuna kadar keşfetme ve dışa vurma özgürlüğü tanıdı. Bush’un ilk videosunda kendini bir hayalet –başka türlü söylemek gerekirse ölmüş bir kadın olarak sunması 70 sonu İngiltere’sinin üzerine çökmüş olan umutsuz havayla büyük bir uyum içindeydi. Tıpkı punklar için olamayacağı gibi çılgın bir biçimde dans edip sevgilisinin ruhunu öteki dünyaya götürmek üzere almaya çalışan bu hayalet kadın için de yarın yoktu. Gerek şarkı söyleme tekniği (özellikle ses rengi), gerek görüntüsü gerekse şarkılarının çoğunun konusuyla Bush en az diğer punk dönemi müzisyenleri kadar ilgi çekici/şaşırtıcı bir figürdü.
Bush’u 30 yılı aşkın bir süredir yayınladığı albümlere bakarak kolay kolay
taklit edilemeyecek, limitleri öngörülemeyecek bir müzik dünyasının tek
yaratıcısı olarak tanımlamak hiç de hatalı olmaz. Neredeyse tüm kariyeri boyunca
David Gilmour ve Peter Gabriel gibi isimleri üzerinde etkili olmuş en önemli
müzisyenler olarak gösteren Bush’u popüler müzik sahnesinde hareket eden diğer
birçok kadın figürden ayıran başlıca özelliği tıpkı akıl hocaları gibi eserinin
tüm kontrolünü elinde tutmasıdır. Laura Nyro ve Joni Mitchell örneklerinde
gözlendiği üzere Bush tüm şarkılarını kendi yazar. Bunun da ötesinde neredeyse
tüm albümlerinin tek prodüktörü, tüm şarkılarının tek aranjörüdür.
1985 yılında yayınladığı ve birçok kişiye göre sanatçının başyapıtı olarak
kabul edilen Hounds of Love albümünün
ardından git gide uzayan aralarla albüm yayınlayan Bush 2005 tarihli Aerial’ın ardından bu yıl beklenmedik
bir biçimde iki albüm birden yayınladı. Tamamı The Sensual World (1989) ve Red
Shoes (1993) albümlerinde yer alan kimi şarkıların yeni versiyonlarından
oluşan bir süre önce yayınlanan Director’s
Cut Bush hayranlarını ikiye ayırdı. Kimileri Bush’un eski şarkılarının bu
hallerini büyük bir coşkuyla kucaklarken kimileri özellikle ‘The Sensual World’
ve ‘This Woman’s Work’ isimli şarkıların yeni düzenlemeleri karşısında
yaşadıkları hayal kırıklığını cömert bir biçimde dile getirdi. Director’s Cut’ın sebebiyet verdiği bir
başka tartışma konusu ise Bush’un yaratıcılığıydı. Tüm kariyeri boyunca
neredeyse konser vermeyi reddedecek kadar ileri giderek eski şarkılarını ele
almaya karşı olan Bush ne olmuştu da şimdi tamamı daha önce yayınlanmış
şarkılardan oluşan bir albüm yayınlıyordu. Yoksa artık eskisi gibi üretemiyor
muydu?
Tüm bu tartışmalar henüz durulmadan bir süre önce Bush’un bütünüyle yeni
şarkılardan oluşan yeni bir albüm yayınlamak üzere olduğu haberi internet
üzerinden yayınlandı. 50 Words for Snow
2011’in son aylarında piyasadaki yerini aldı. Albüm adından da anlaşılacağı
üzere kar üzerine yazılmış şarkılardan oluşuyor. Tüm kariyeri boyunca tarih,
mitoloji ve edebiyat tarihinden yararlanarak kurduğu sayısız karakter üzerinden
konuşan Bush 50 Words for Snow’un
açılış parçası ‘Snowflake’te sesini, daha doğrusu oğlu Albert McIntosh’un
sesini düşmekte olan bir kar tanesine ödünç veriyor: ‘Bir bulutun içinde doğdum
/ Düşüyorum / Tutmanı istiyorum beni / Yukarı bak göreceksin’. Ardından gelen
şarkı ‘Lake Tahoe’de ise Viktorya dönemine ait elbiseleriyle bir gölün altında
donmuş bir kadının hikayesini dinliyoruz. ‘Misty’ 50 Words for Snow’un en ilgi çekici şarkılarından biri. Parça
boyunca Bush’un ertesi sabah yatağında erimiş olarak bulacağı bir kardan adamla
geçirdiği gecenin izlenimlerini dinliyoruz. Albümden yayınlanan ilk single
‘Wild Man’le beraber Bush’un Elton John’la birlikte söylediği ‘Snowed In At
Wheeler Street’ 50 Words for Snow’un
popüler müzik formlarına en yakın duran parçası. Bush ve John bu şarkıda Roma
İmparatorluğundan itibaren yolları kesişen ancak fırsatı değerlendiremeyen iki
aşık olarak önümüze çıkıyor.
Bush’un ağırlıklı olarak bir piyano eşliğiyle kaydettiği şarkılardan oluşan
50 Words for Snow 2005 tarihli Aerial albümünden ödünç alınmış birçok müzikal fikirle dolu. Ancak
bu fikirler albüm boyunca bir tekrardan öte Bush’un önünde yepyeni kapılar
açmasını sağlayan eski anahtarlar gibi de algılanabilir.
YORUM YAZIN