Header Ads

'Ruhani' Doktrin: Zorunlu Din Dersleri

- GÖKSEL ARSLAN -
28 Aralık 1979 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Milli Güvenlik Bilgisi dersleri kaldırıldı ve “kaba” bir doktrin olarak devlet ideolojisini “ruhsuz” üslubuyla aktaran uygulamadan vazgeçildi. Dolayısıyla gözler, devlet ideolojisinin “ruhu” olan ve 12 Eylül Cuntası eliyle müfredata dahil edilen zorunlu din derslerine çevrildi.

Cunta döneminde anayasal hüküm haline getirilen zorunlu din dersleri, Kenan Evren'in "mezun olanlar en azından iki rekat namaz kılmayı bilsin istedik" şeklinde ifade ettiği sözlerle meşruluk kazanmıştı. Evren, kuşkusuz bu söylemin içi boş olduğunu bildiği kadar devlet ideolojisinin yalnızca “ruhsuz” bir milliyetçilikle değil, “taş yürekli bir dünyanın duygusu” din aracılığıyla da zerk edileceğini biliyordu.

30 yıl geçti. İktidarın her uygulaması “artık eski Türkiye yok yeni Türkiye var” histerisi içinde kutlanırken “milli imanımızın” alamet i farikası zorunlu din dersleri olduğu gibi yerinde duruyor. Vicdansız devlet ideolojisinin “vicdanı” olarak din, çocuk yaşta bireylere “sığınılacak limanı” da kendi gösteriyor. İktidar adeta şunu dayatıyor. Devletin ideolojik “ruhunun” kollarına atla, başka liman yok.

Aslında kapitalist formasyon inşa edilirken devletin maddi alanından manevi alanına taşınan dinin işlevi devam ediyor ve devlet ideolojisinin kitlelere taşınması ve onaylanması açısından da kaçınılmaz olduğu biliniyor. Marks bu meseleyi 150 yıl önce şöyle çözümlemişti.

Daha 26 yaşındayken 1844 Şubatın da yayımladığı “Alman-Fransız Yıllığı” gazetesinde çıkan “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’ne Doğru” başlıklı makalesinde, “Din, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz dünyanın ruhudur. Halkın afyonudur” demiş ve asıl vurgusunu şu cümleye yapmıştı. “Din, bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir.”

Kuşkusuz Marks maddi hayat şartlarıyla belirlenmiş belli bir zaman, mekan ve akış içersindeki “din”den söz etmekteydi

O halde, içinde yaşadığımız toplumsal formasyon olan ırkçı neoliberal kapitalizm ve onun devlet ideolojisinin mistifiye edilmiş özeti, mantığı, onaylanması ve haklılık temeliydi “din.” Dolayısıyla bugünkü iktidar tarafından da aynen sürdürülen zorunlu din dersleri, anayasal hüküm katına çıkarılmış haliyle asıl olarak ahlaki onay üretilmesi hedefiyle devlet ideolojisinin çocuklara aktarılmasıydı. Din aygıtının parçası olarak önemi, hem bir “Türk-İslam” kimliği verme hem de bu kimlik yoluyla geniş kitleleri ahlaki olarak yönlendirmeyi mümkün kılmasıydı.

Bilindiği gibi, zorunlu din dersleri bu bakımdan kamusal alanda özel bir yer oluşturur. Devlet ideolojisi din derslerinde bir yandan “Türk-İslam” kimliğinin ne olması gerektiğini söylerken, bir yandan da bu formun dışında kalan kimlikleri zenofobik yaklaşımlarla hedef tahtasına çakar. Dinsel çeşitlilik ve Alevi inancı potansiyel tehdit algısı olarak “gayri-milli” bir kontekse oturtulur. Öğrencilerin dini konular hakkında düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü müfredat tarafından boğulur ve yok edilir. Ailelerin din ve vicdan değerleri yok sayılarak sıralar üzerinde namaz kıldırılır, sureler, hadisler ezberletilir ve Türk-İslam kimliğinin üstünlüklerinden söz edilir. Ders, “yüzde 99’u müslüman millet” tezi üzerine kurulur. Bu bakımdan “ordu-millet” tezini tamamlar ve devlet ideolojisinin ayrılmaz parçasını oluşturur.

Dolayısıyla devletin ideolojik aygıtlarının temsilcileri “kurulu düzen”in sinir uçlarından biri olarak gördükleri zorunlu din dersleri konusunda düşünülenden daha hassas ve saldırgandır. Hatırlarsak birkaç sene önce zorunlu din derslerinin yargıya taşınmasına sert açıklamalarla karşılık veren Dengir Mir M. Fırat ve Ali Bardakoğlu, açıkça 12 Eylül Cuntası’nın imzası sayılabilecek anayasal düzenlemeyi savunmuş ve meseleyi yargıya taşıyan Alevi aileleri suçladılar.

Ailelerin lehine çıkan karar karşısında dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Fırat “Anayasa'nın 24. maddesinde din ve ahlak dersinin mecburi olduğu kaydediliyor… Alınan karar yanlış bir karardır. Hiçbir kurum kendi anayasal dayanaklarını ortadan kaldıracak bir işlem içinde olamaz, bu hukuki bir intihar olur.” demiş ve Fırat’a, Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu "Ders zorunlu okutulmalı, herkes din, Müslümanlık, dini hassasiyeti olan insanlar hakkında bilgi sahibi olmalı” açıklamasıyla destek vermişti.

Emir kipiyle yapılan açıklamalar gösterdi ki devlet ideolojisinin taşıyıcısı din dersleri tavizsiz şekilde ve bütün ağırlığıyla uygulanmaya devam edecek. Üstelik ders saatlerinin artırılması ve alanının genişlemesi çabasının trajik-komik haller alarak ilerlemesi görmezden gelinerek. Geçtiğimiz yıl, basında şöyle bir haber yer aldı. “Milli Eğitim Bakanlığı otistik çocuklara da din dersini zorunlu hale getirdi. Otistik çocuklar için çok önemli olan beden eğitimi dersleri bir saat azaltıldı, bu bir saat din kültürü ve ahlak bilgisi dersine aktarıldı.” Derse giren öğretmen çaresizlik içinde “En fazla konuşabilenlere Allah dedirtebilirsiniz. Fazlası olmaz.” diyebilmişti.

Sonuç olarak anayasal zorunlu din derslerinin kaldırılması talebi, popüler tabirle “vesayet” “statüko” veya “resmi ideolojiye” karşı isek olmazsa olmaz taleplerin başında geliyor. “Tek din sünnilik” anlayışıyla diğer inançları baskı altına alan egemen anlayış, öğretisiyle nefret suçlarına yol açıyor. Devlet ideolojisinin, ilkokuldan itibaren çocuklara zerk edilmesinden başka bir şey olmayan “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersleri, nasıl daha iyi bir “Türk-Sünni Müslüman” olunurdan öteye gitmiyor. Devlet ideolojisinin “ruhsuz” doktrini milli güvenlik derslerinin kaldırılması “ruhani” doktrin din derslerinin kaldırılmasıyla tamamlanmayı bekliyor.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.