Header Ads

Orhan Gökdemir: Faili Meçhul Cinayet Bu Ülkede Bir Tarz-ı Siyaset

Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde bulunan 23 kafatası, bir haftadır ülkemizin gündemini oluştursa da, kimseyi pek şaşırtmış değil. Faili meçhul siyasi cinayetler ve kayıplar, 30 küsur yıldır yakın tarihin en önde gelen sözcükleri. 12 Eylül darbesini sorgulayan hukuki süreç de devam etmekte. Failimeçhul siyasi cinayet ve kayıp vakalarında herkesin bir rakamı ya da tahmini bulunuyor. Orhan Gökdemir araştırmacı ve yazar. Tam 4 yıl boyunca, tozlu raflardaki cinayet ve kayıp dosyalarını sorgulayarak “Faili Meçhul Cinayetler Tarihi”ni kitaplaştırdı. Yazar Gökdemir’le işte bu karanlık tarihi konuştuk.

- Diyarbakır’ın Sur İlçesi’ndeki tarihi İçkale’de, 23 insana ait kemikler çıktı. Bu, kayıplarını arayan lar için yeni bir umut olabilir mi?
Dikkat edin; İçkale’deki kemiklere bir faili meçhul cinayet araştırması sonucunda ulaşılmadı. Çok rastlantısal bir olaydır ve henüz kimlere ve hangi döneme ait olduğu araştırılıp anlaşılmadan JİTEM’e mal edilmeye çalışıldı. Son yıllarda böyle bir eğilim var. Her şeyi aynı torbaya doldurup, çıkanları aynı listede sınıflandırabileceklerini sanıyorlar. Bu tavırsa konuya yaklaşımın ciddiyetsizliğini gösteriyor sadece.

TETİĞİ KİM ÇEKTİRDİ?
- Faili meçhul ararken, faili meçhul mü yaratıyoruz?
Saptamanız doğru. Bu cinayetleri tek başına JİTEM’e, orduya, polise, özel time mal ederek işin içinden çıkamayız. “Faili meçhul cinayet” bir politik mücadele yöntemi, daha doğrusu bir tarz-ı siyasettir. 1990’lı yılların başında, fiili yürüyen süreç, devletin en yetkili makamında, bir devlet kararına dönüştürülmüştü. Nihayetinde tetiğin kim tarafından çekildiğinin de bir önemi yoktur. Önemli olan tetiği kimin çektirdiğidir.

- Ne gibi?
Bakın; o yıllarda işlenmiş cinayetlerden biridir Uğur Mumcu cinayeti. Mumcu cinayeti, faili meçhul cinayetler açısından bir simge. Yakalandığı söylenen katillerin çetelesini tutamadım, ama bunlar Uğur Mumcu cinayetini faili meçhuller listesinden silmeye yetmemiştir.

SİYASET VE CİNAYET
- Ne demek istiyorsunuz?
Pek çok tetikçi “ortaya çıkarıldı” ama biz hâlâ Mumcu’yu PKK’nın mı, Hizbullah’ın mı, yok sa İran istihbaratının mı öldürdüğünü bilemiyoruz. Demek ki tetikçiyi bulmakla bu tür cinayetleri çözemiyorsunuz. Şunu söylemeliyim: Bu tür cinayetleri çözmek isteyenler, dedektif olmanın yanında çok iyi siyasal analizci olmalı. Türkiye’ye son 50 yıldır hazırlanan siyasal kimlikle bu cinayet arasında bire bir bağ var. Bu cinayeti anlamak isteyen işte bu “rabıta”ya bakmalı.

- Bazı görüşler, Diyarbakır’da bulunan insan kemiklerinin daha eski bir döneme ait olabileceği yönünde. Var mı böyle bir olasılık?
Elbette var. 1. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin her yerinde salgın hastalık ve açlıktan on binlerce insan telef oldu. Bunların çoğu, elbette giysileriyle ve toplu olarak gömüldü. Öte yandan Ermeni tehciri sırasında kayıtlı en büyük zayiatlardan biri Diyarbakır’da yaşanmıştı. Yaklaşık 2 bin Ermeni, mallarına el konulmak bahanesiyle kafileden ayrılıp Diyarbakır sınırında kurşuna dizilmişti. Dileyenler bunların kayıtlarına ulaşabilir. Bütün bunların gösterdiği şey bulunan o kemiklerin bütün bu olaylardan birinin bakiyesi olma ihtimali nin yüksek olduğudur. Benim itiraz ettiğim son zamanların salgını olan bu peşin hüküm verme halidir.

12 EYLÜL’ÜN LİSTESİ 

 
- Faili meçhul cinayetler ve kayıplar konusunda farklı rakamlar ifade ediliyor. Sizin bulgularınıza göre 12 Eylül’den sonraki faili meçhul ve kayıplar konusunda net rakam nedir?
Bu çalışmada 1900 dolayında faili meçhul cinayet ve kayıp listeleyebildim. Bu 1900 faili meçhul cinayetin yaklaşık 300’ü 12 Eylül 1980 tarihinden önce işlenmiş. Geri kalan 1600 olay 12 Eylül 1980 ile 2000 yılı arasında gerçekleşmiş. Kürt sorunu çatışmaya dönüşmesinden sonra işlenen faili meçhul cinayetlerin çoğuysa elbette Kürt sorunu ile ilgili ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde işlenmiş cinayetler. Bu süre boyunca faili meçhul cinayetlerin sayısal olarak patlama yaptığı bazı yıllar var: 1979-1980 yılları bu açıdan doruğa ulaşılmış yıllar. 12 Eylül’den sonraysa 1992-1995 yılları arasında inanılmaz sayılar görülüyor. Bu 4 yılda saptayabildiğim faili meçhul cinayet ve kayıp olayı sayısı yaklaşık bin civarında. Yani bu 4 yılda bin yurttaşımız hedef alınmış ve ortadan kaldırılmış.

- Öldürülen ve kaybedilen bu 1900 kişinin sosyal statüleri ne?
Konu siyasal tutumlarla ilgili olduğundan elbette ortalamalar faili meçhul cinayetlerin kurbanlarının eğitimli insanlar olduğunu gösteriyor. Kürt sorunu nedeniyle hedef alınanların eğitim düzeyi daha düşük; böylece köylüler, çiftçiler de listelere girmeye başlıyor. 12 Ey lül darbesinden önce hedef alınanların çoğu öğretim üyesi, emniyet müdürü, siyasetçi gibi önde gelen meslek gruplarındandı.

- Gözaltında kayıplar da aynı döneme mi tekabül ediyor?
Gözaltında kayıp vakaları daha çok 12 Eylül ürünü gibi göründü bana. Bir cunta yöntemidir ve bu vakalar Güney Amerika ülkelerinde de tıpkı bizdeki vakalar gibi olmakta. Örneğin bir dönem beyaz Renault otomobiller, bu vakaların alameti farikası olmuştur. İtalya’da “beyaz Uno” vakaları vardır; alırlar, kayıp ederler. Bunların çoğu da işkenceyle öldürme vakalarıdır.

- Bir dönem Meclis’te, bu cinayet ve kayıplarla ilgili bir komisyon oluşturulmuştu. Bu komisyon neden bir mesafe alamadı?
Aslında komisyon bence mesafe aldı. Ulaşabildiği ilgililerle konuştu, topladığı bilgileri de bir rapor haline getirerek yayınladı. İçinde çok değerli bilgiler var. Özellikle dönemin Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın bu komisyona anlattıkları olup biteni anlamak için en iyi veri. Ancak şimdi Hanefi Avcı başka meselelerden içeride, faili meçhul cinayetlerden sorumlu tuttuğu kişilerse dışarıda. Ne kadar trajik değil mi?

'TURAN DURSUN VE HÜSEYİN TORAMAN'IN ÖLDÜRÜLMESİ HÂLÂ İÇİMİ ACITIYOR'


- Kitabı hazırlarken, sizi etkileyen en trajik cinayet hangisiydi?
Bir değil iki vakayı anlatmalıyım. Birincisi Müftü Turan Dursun’un öldürülmesidir. Yazdıkları nedeniyle hedef alındığı çok belliydi ve sistem Turan Dursun’un katline, tabiri caizse izin verdi. Cinayetten sonra evinde arama yapan polisse Dursun’un yazdıklarına el koydu ve böylece çok değerli bir çalışmanın yarısı kayboldu. Turan Dursun’un “Kuran Ansiklopedisi” hâlâ yarımdır ve bu hâlâ içimi acıtıyor.

- Ya ikinci vaka?
Hüseyin Toraman olayıdır. Özeti şu: 1991 yılının 17 Nisan günü polis, bir sol örgütün üyesi olan Hüseyin Toraman’ın evini basmaya karar veriyor. Eve önce Gebze Siyasi Şube polisleri geliyor. Toraman’ı evde bulamayınca, tedbir alıp beklemeye koyuluyor. Aynı günün akşamı ev 1. Şube polislerinin de baskınına uğruyor, birbirinden habersiz olan iki polis timi birbiriyle çatışmaya giriyor. Çatışmada bir polis ölüyor, bir polis de yaralanıyor. Polisler elbette bu olaydan da Hüseyin Toraman’ın sorumlu olduğunu düşünüyor. Kapıya “Burada bir polis arkadaşımız şehit oldu, hesabını soracağız” diye bir not bırakıp gidiyorlar.

- Sonra?
Bu olaydan yaklaşık 5 ay sonra Hüseyin Toraman, bir pazar sabahı, ekmek almak için bakkala giderken sivil giyimli polisler tarafından gözaltına alınıyor. Mahallelinin şikâyeti üzerine yerel polis, sivil polislerin önünü kesiyor. Olay karakolluk oluyor. Yerel polis, sivillerin de polis olduğunu öğrenince yol veriyor. O günden sonra Hüseyin Toraman’ın izine bir daha rastlanmıyor. Ne kadar faili meçhul bir olay değil mi?

"12 EYLÜL ÖNCESİ CİNAYETLERDE PARAMİLİTER GÜÇLER ÖNE ÇIKIYOR"

 
- 12 Eylül ve öncesinde faili meçhul cinayetlerde durum ne?

12 Eylül öncesindeki faili meçhul cinayetler, benzer süreçlerin yaşandığı ülkelerde olduğu gibi “paramiliter” güçler tarafından işleniyor. Bizdeki “komando” yapılanmasının benzeri İtalya’da da, Arjantin’de de var. Bunlar genellikle silahlı sağ örgütlerin içinden seçilmiş insanlardan oluşturulan gruplar. Tek hedefiyse solun yükselişini engellemek. İtalya’da Aldo Moro’nun kaçırılıp öldürülmesi olayında rol üstlenen Kızıl Tugaylar’ın, bu tür işlerde sol görünümlü yapılanmalarda kullanıldığı ortaya çıkmıştı. 12 Eylül bu işi de kamulaştırdı. Siyasal muhalifler bizzat devlet görevlileri tarafından ortadan kaldırılmaya başlandı. Bu nedenle “gözaltında kayıp” vakaları 12 Eylül’den sonra zirveye ulaştı.

"SİYASET VE CİNAYET MİRASI BİZANS VE SELÇUKLULAR'DAN"

 
- Tarihe baktığınızda, coğrafyamızda faili meçhul cinayetler, bize nereden bulaşmış gözüküyor?
Bizans etkisi her şeyde olduğu gibi burada da var. Biz siyasal rakibi cinayetle ortadan kaldırma geleneğini onlardan devraldık. Haksızlık etmeyelim: Selçuklular’da da var bu tür işler. İslam kültürü de bu yönteme yabancı değil. Bakın; neredeyse eceliyle ölen halife yoktur, hepsi birer faili meçhul cinayet kurbanıdır. Osmanlı Sarayı bu geleneği itirazsız devraldı. Tahta oturmanın bir kuralı olmadığından “katl” (siyaseten öldürmek) bir kural haline geldi. “Siyaseten katl”, devletin çıkarı için öldürmenin meşruiyetini ele vermiyor mu? Demek ki biz, katlde bir siyaset bulmakta güçlük çekmiyoruz.

- Bizans ve Selçuklu’da faili meçhul cinayetlerde kullanılan yöntemler ne?
Bizans bu açıdan çok yaratıcı. Örneğin diri diri taş lahit içine kapatılıp ölüme terk edilen imparator var. Bu cinayetler sonucunda Bizans pek çok hanedan değişikliği yaşamıştı. Selçuklular’daysa Osmanlılar’da olduğu gibi “boğma” var. Boğma, yönetici sınıftan olanların kanının akıtılmaması tabusunun bir tezahürü. “Vurun kellesini”yse hemen her yerde popüler bir yöntem ama genellikle alt sınıflar için geçerli.

- Bundan yüzyıl öncesinde, Osmanlı’da durum neydi?
Osmanlı’nın son döneminde saray kaynaklı cinayet sanıldığı gibi çok değil. Uzun Abdülhamid döneminde neredeyse hiç rastlanmıyor. Abdülhamid, daha zalim bir yöntem icat etmiş, siyasal muhaliflerini imparatorluğun uzak köşelerine memur olarak atıyor.

- Cumhuriyet sonrası siyasi cinayetler ne zaman yoğunlaştı?
Faili meçhul cinayet tarihi açısından Cumhuriyet’in ilk onyılları çok bereketsiz. Bir elin parmağını geçmeyecek vakaya rastlanır bu yıllarda. Sebahattin Ali cinayeti bunlardan biridir ve hâlâ tartışılmaktadır. Biz bu yöntemin uygulamaya konulmasını 1960’lı yılların sonlarına endeksleye biliyoruz. Genç lik ve öğrenci hareketleriyle başlamıştır her şey. İlk öncede onları vurmuştur. Sonrası malum; bugünlere o günlerde ekilen tohumları biçe biçe geldik.


Röpörtaj: Kutlu Esendemir/Habertürk

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.