Kan ve Ateş Olarak Liberalizm
![]() |
| - GÖKSEL ARSLAN - |
Irkçı kapitalist formasyon ve piyasa sistemiyle, “demokrasi” arasında doğrudan bağlantı kuran bu yaklaşım aslında yeni iktidar gücü liberal ve muhafazakar tahakkümün, devlet dahil tüm aparatları, politik aygıtları meşrulaştırma çabasıydı.
Neoliberal stratejik düzenlemelerle ırkçı kapitalist formasyonu yeniden inşa eden, kurumsallaştıran hukuki çerçeve, aynı zamanda neoliberal devlet modelini küresel güvenlik modeliyle iç içe geçirdi. Artık neoliberal güvenlik devleti vardı ve zor ve baskı uygulamaları “küresel demokrasi”ye uygun yapılıyordu.. Hani şu Guantanamo hapishanesinde, F tipi hapishanesinde tredman, sokaklarda zehirli gazlarla veya kaza kurşunuyla öldürme uygulamaları. “Terörist” algısı içindeyseniz sivil de olsanız uçak bombalarıyla parçalanmak “küresel demokrasi” için kaçınılmazdı. Coğrafyanın Uludere, Kunar eyaleti veya Sebha şehri olması fark etmiyordu.
Aslında neoliberal ve muhafazakarların bizi inandırmaya çalıştıkları “liberalizm, piyasa, demokrasi” ilişkisi 150 yıl kadar geçmişte kalmıştı ve bugün anakronik bir yaklaşımdan başka şeye tekabül etmiyordu. Dolayısıyla fikri açıklamadan çok karikatürize bir yaklaşımdı. Fakat yine de bugün itiraz edilemez, sorgulanamaz hali fikri tahakkümün nobranlığını göstermesi açısından ilginçti.
***
Artık küresel sermayeyle ortak çıkarlara sahip olan ve ideolojik aygıtlar aracılığıyla iç içe geçen liberal ve muhafazakar mecra, yeni iktidar sahipleri olarak, neoliberal güvenlik devleti hukukunu her ne kadar “demokratikleşiyoruz” jelatiniyle sunuyorlarsa da, “orman yasaları”ndan pek fazla farklılık taşımadığını yaşayarak anlıyoruz. Marks, “orman hukuku da sonuç olarak hukuktur” derken anlatmak istediği biraz da buydu.
Karşımızda çıplak olarak duran, katliam, sokaklarda vahşice dövülme, öldürülme, yıllarca hapishanelere kapatılma gibi uygulamaların, bu coğrafyanın kendi özgüllüğünden veya yalnızca ve yalnızca devletin yapısından kaynaklanan patalojik bir durum değil, bunun ırkçı kapitalist formasyon ve onun devleti neoliberal güvenlik devletinin normal fonksiyonlarından kaynaklandığı hakikatiydi.
Burada liberal babalardan J.Locke’nin tüm toplumsal ilişkilerinden yalıtılmış varsayımsal / hukuki insanını bir kenara bırakarak Marks’ın “gerçek yaşayan bireylerinden” yola çıkmak elzemdi.“Herkes yaşam hakkına sahiptir” deki “herkes” den değil, uçaklarla bombalanarak paramparça edilen yoksul kürt köylüsünden veya kapitalist formasyona karşı eyleme geçtiği için yıllarca hapishaneye kapatılan öğrenciden yola çıkılmalıydı.
Devletin “jandarmalaştırılması” yeni iktidar sahipleri tarafından “demokrasi” vurgusuyla birlikte inşa edilse bile oradaki “demokrasi”, tehdit algısı içindeki yoksul Kürtlerin ve bütün olarak emekçi halkın ırkçı kapitalist formasyona ve onun devletinin insafına terk edildiği anlamına geliyor. Dolayısıyla, yeni iktidar sahiplerinin “demokrasi” dedikleri, bu “insafa” rıza göstermekten öteye gitmiyordu.
30 yıllık yeniden inşa sürecinin bugün geldiği noktada, neoliberal güvenlik devleti uygulamalarının genel, sürekli, kalıcı olarak devam ettiği görülüyordu. Bu aynı zamanda “demokrasi”de denilen ırkçı kapitalist formasyonun daha da genişlemesi ve derinleşmesi ölçüsünde baskının ve tahakkümün yoğunlaşacağı anlamına da geliyordu.
***
Marks, İngiltere’de ilkel birikim döneminde mülksüzlerin tarihinin “kan ve ateşle” yazıldığını söyler. Bu coğrafyada da, mülksüzlerin maruz kaldığı “demokrasi”nin tarihi yazıldığında, “kan ve ateş”in, İngiltere’de ki ilkel birikimden bugüne çürüyerek ve kokuşarak gelen ırkçı kapitalist formasyonun ta kendisi ve onun neoliberal güvenlik devleti olduğunu okuyacağız.
Anlaşılan o ki, liberal ve muhafazakar mecranın neşv ü nema bulduğu bu “kan ve ateş”, yeni anayasa ve benzeri politik masallarla tüm yoksulların cehennemi olmaya devam edecekti.

YORUM YAZIN