Header Ads

Bir Cenaze Evi Olarak Türkiye

- RENGİN ARSLAN -
Yaşamın en zor anları “neden” değil “nasıl” sorusuyla aşılıyor. İçinde nefes alabilmek için varımızı yoğumuzu verdiğimiz hayatı devam ettirmek böyle mümkün oluyor. Her köşesini “itinayla” kana buladığımız dünyada böyle nefes alıyoruz. 

Nasıl’la yolumuz kesişene kadar bir zaman geçer, geçmelidir, bu elzem bir aşamadır. Neden’ler ve sonuçlar ele alındıktan sonra ancak sıra ona gelir. Ve çözüm de onun ardındadır.

Ülkelerin tarihinde “sorun” süreçleri uzundur. Çağımızdaki temel etken olan emperyalizm geçmişin tüm ayak izlerini görünmez hale getirdiği için ve tabii ki “at izi it izine” karıştığı için, kim attır, kim ittir bulmak zorlaşıyor. Sorun nerede başlamıştı, hangi aşamalardan geçti, buraya nasıl geldik... 

Neden-sonuç ilişkilerini sorgularken girdiğimiz sonsuz girdap, bugüne bakarken görüş açısını da bulanıklaştırıyor. Geçmişi bilmek, ayrıntılar elbette ki önemlidir ancak süreçleri tahlil ederken bir bakış açısına sahip olmak, “bilmenin” yarattığı güç kadar elzemdir. Bilgi, o bakış açısı tarafından ele alındığında kıymetlidir. Doğru görmek pek çok kafa karışıklığını alıp götürecek bir güçtür ve insan beyni de bu güce sahiptir. 

Bir acıyı aşmanın yolu da “nasıl” sorusunun yanıtıyla mümkün ancak. Bu duygunun yok sayılması anlamına gelmiyor elbette. Tam tersine yüreğimize çöken ağrıyı aşma iradesi, onun varlığını kabul etmekten geçiyor. Adına ne derseniz deyin. İster var oluş acısı, ister aşk, ister şu içinde yaşadığımız cenaze evini terk etmeyen ölüm acısı...

Geride kalmanın, hayatta kalmış olmanın yarattığı bir suçluluk duygusu vardır derler. Gelip çöreklenen duygulardan biri bu. Diğeri “neden öldüler?” sorusunun yarattığı çaresizlik. Irak’taki direnişçiler için, Fransa’ya karşı direnen Cezayirliler için sormadığımız bir soru bu. Bir dava uğruna ölmek bir seçimdir çünkü. Seçilmemiş ölüm ise kader değildir.

Böyle bir ölümün içinde hiçbir şeyin “sağ olması”, “var olması” mümkün değil. Buna insan da dahildir. Bir yas bitmeden diğerine ağlamaya başladıysak, kendi “sağ”lığımızla ilgili düşünmenin zamanı da gelmiştir üstelik. Cenaze evinde yatıp kalkıp çalışan insanlar olarak ne kadar sağ olduğumuzu, daha ne kadar yas durumunun güvenli limanlarında yüzmeye devam edeceğimizi sorgulamak gerekir. Ölüm karşısındaki eli kolu bağlı bir şahitlik sırasında alınan nefesin insanı, yaşama değil ölüme bağladığını en iyi, bu ölümleri duyumsayanlar bilecektir. 

24 kişinin insanın, (evladın, babanın, kardeşin) “öylece” ölüverdiği bir ülkede kimse sağ olamaz. Ruhumuzun duymadığı ölümleri de bu rakama ekleyin. Güya bir tarafta durarak görmezden geldiğimiz ölümleri de ekleyin. Matematiğin anlamını yitirdiği bir hesap bu. 

Yine stratejilerin, taktiklerin, konjonktürel durumların ve denklemlerin anlamını yitirdiği bir andayız. Yıllardır beyaz camın yanılsamasında, güvenli stüdyoların sıcağında konuşan ve “program başı prim yapanların” absürtleştiği bir andayız. 

Doğru yakınmanın veya doğru “üzülme”nin yollarını gösterenlerin sesindeki “kibri” bir kenara bırakıp, doğru soruyu sormanın önemini hatırlamak gerek: Nasıl ölmeyiz? Bu cenaze evini kapamanın yolu budur. 

twitter.com/RenginArslan
arslan.rengin@gmail.com

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.