Header Ads

Nasıl Bir Rıza?

- AYŞEN CANDAŞ -
Her kesimin eşit katılımının önüne 12 Eylül darbesiyle konulan sayısız engel, yüzde 10’luk baraj, anayasa ve yasaların hangi maddelerine gizlendiğini ancak başımıza bir iş gelince kavradığımız sayısız siyasi yasak... Bu kadar sarih olan meşruiyet kriterlerini, herkesin demokrasi istiyorum dediği bir ortamda hayata geçirmeyi başaramamış olmamız, barıştan ve demokrasiden ne anladığımız konusunda anlaşamadığımızı gösteriyor. Bu ortamda temellere inmek, neden eşit katılım hakkı bir demokrasinin temelini oluşturur, anlamak gerekiyor. 

Demokrasi her ne kadar her derde deva bir merhem ya da bulunduğu kabın şeklini alan omurgasız bir rejim tipi olarak anılsa da, aslında belli bir egemenlik ve rıza fikrine karşı doğmuş, sağlam bir omurgası olan bir rejim tipi. Demokrasi fikrinin ortaya çıkışında, sonradan kendilerine demokrat diyeceğimiz kimselerin iki temel derdi vardı: Biri, sınırlandırılmamış siyasi otorite (mutlakiyetçi egemenlik), diğeri ise açık uçlu, ‘toptan’ verilmiş bir rıza anlayışı.

İstediğini yap

Egemenliğin sınırlandırılmamış şekliyle tanımlandığı her rejim, kendine cumhuriyet de, demokrasi de dese aslında mutlakiyetçidir. Toplum, mutlak egemenliği vücudunda toplayacak lideri belirlerken, bu kişiye açık uçlu bir rıza verir, “bundan sonra her istediğini yap, rızamı şimdiden verdim” der. Mutlakiyetçi egemenlik anlayışı kayıtsız şartsız bir rıza anlayışına göbekten bağlıdır. Mutlakiyetçi egemenlik anlayışının yaslandığı rıza, birine imzalanmış ama üstüne yekun yazılmamış bir çek ya da imzalı boş senet vermeye benziyor. Yekun ne tutacaksa tutsun hiçbir sınır çizmeden, toptan rıza gösterilmiş olduğu varsayılıyor.
Demokrasi fikrinin doğuşunda, sınırlandırılmamış siyasi otoritenin meşru olamayacağı fikri kadar, demokratik bir düzende rızanın, imzalı ama yekunu belirtilmemiş bir senet olamayacağı fikri de yatıyordu. Demokrasilerde egemenlik tahtı daima boş kalır mealinden bir söz vardır. Bu sözün anlamı, demokrasilerde egemen koltuğuna, değil kişilerin bir çoğunluğun bile oturtulmayıp gelecek nesiller de düşünülerek bütün halkın egemen olması sayesinde tahtın boş kalacağı, demokrasinin bu sayede baki kalacağı fikridir. 

Demokrasilerde siyasi otoritenin icraatları önceden rızalandırılmış değil, tam aksine önceden sınırlandırılmıştır. Ancak neye rıza gösterdiğimizi bilirsek, halktan aldıkları kamu gücünü halk adına kullanacak olanlar da, neye rıza gösterilmediğini önceden bilirlerse, ancak o zaman mutlakiyetçiliğe geri dönülmeyeceğinden emin olabiliriz. Ancak demokratik rızanın koşullarını belirlememiz sayesinde, herhangi bir günün çoğunluğunun değil, geniş zamanlı anlamıyla bir halkın bugünkü neslinin ve doğacak tüm evlatlarının tahta beraber oturacağından ve egemenlik tahtının bu sayede boş kalacağından emin oluruz.

Sınır var mı?

Egemenliğin ve rızanın demokratik sınırı nerededir? Sınırı kim çizecek? Sınırı mutlak-sınırsız iktidar, hatta iktidar fikrinden şüphe duyan, kendi katılımıyla vücuda gelmiş siyasi otoritenin ancak demokratik sınırlar içinde davrandığında meşru olacağını gören, mutlakiyetten çok çekmiş, o tahta birini oturtmayacak, tahta çıkan herkesin ne kadar erdemli olursa olsun bir gün keyfi davranabileceğinin farkında, özgürce, kimseyi kimseye muhtaç ya da köle etmeden yaşamak isteyen bir halk çizebilir ancak. 

Sınırlar nerede olacak? Her kesimin, her ferdin eşit haklarının meşru siyasi otoritenin ihlal edemeyeceği sınır olması gerekir. Bunun nedenini halkı oluşturan fertlerin eşit statüsüne vurgu yaparak anlatabiliriz. Hak nedir, ne içerir? Belki hep tartışırız ve demokratik siyaset de sürer. Ama demokrat olan herkesin anlaşması gereken asgari müşterek, halkı oluşturan unsurların birbiriyle eşit statüde kalması gerektiği prensibidir. Demokrasinin ömrü bir seçimlik olmayacaksa, eşit statü konusunda pazarlık olamaz. Demokrasi sadece oy verme olarak bile tanımlansa, kendisini kuran asli unsurlar olan fertlerin, eşit üyelik statülerini sürekli şekilde garanti altına almak zorunda olan bir rejimdir. Bir şirket kurmak için anlaşma yapan eşit ortaklar, gelecekte paylarını düşürür, birbirinin payını satın alır ya da şirketin tam sahibi olabilirler. 

Demokratik bir rejim kurmak için girilen toplumsal anlaşma ise, ekonomi modelinden her anlamıyla farklıdır. Şirket kuran sözleşme ile demokrasi kuran toplumsal sözleşme yapmanın farkı, ikincisinde, eşit statünün değiştirilemeyecek kılınmasındandır. Eşit ortaklık kurarak birbirini eşit asli unsurlar olarak tanıyan kimseler, hem yasalarda hem fiiliyatta eşit statüde olacaklarını, başta eşit olan pay değerlerinin azalıp sıfırlanmayacağını, eşit ortak olarak başlamışken yarın şirketin çaycısı ya da bir yabancı veya misafir konumuna gelmeyeceklerini bilirlerse, ancak o zaman çoğunluğun kararlarının meşruiyetini tanıyacaklarını bugünden beyan edebilirler. Çoğunluk kararını meşru sayma anlayışının dayandığı temel, kimsenin çoğunluk kararıyla eşit statü konumundan atılamayacağının teminat altına alınmasındandır. Bu yüzden demokratik rıza, kayıtsız şartsız ve açık uçlu bir rıza değildir. Demokrasinin en prosedürel tanımı bile eşit statülerin baki kılınmasını zorunlu kılar. Çoğunluk iradesinin, eşit statüleri koruduğu müddetçe meşru olacağı, eşit hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı ve ihlali durumlarında, tam da eşit ortaklık temeline zarar verildiği için, toplumsal sözleşmenin bozulup rızanın ortadan kalkacağı önceden bellidir.

Kopuş anayasası

Demokratikliğimizin ölçütü egemenlik ve rıza fikirlerine olan yaklaşımlarımızdadır. 12 Eylül’den kopuşu hayata geçirecek bir anlayışa yönlenip yönlenmediğimizin ölçütü, mutlakiyetçi egemenlik ve açık uçlu rıza fikirlerinden uzaklaşıp uzaklaşmadığımıza bağlıdır.


Demokrasi, birbirine eşit sesi, sözü, hakkı olan akranlar, kaale alınması, çiğnenmemesi gereken eşit ortaklar olarak davranırken ve davrandıkça öğrenilir. Herkes kendisi için neyin doğru ve iyi olduğunu herkesten iyi bilir ve bunu en iyi şekilde kendileri, kendilerinin temsilci addettiği kişiler ve siyasi partileri yoluyla ifade edebilir. Demokrasi vesayetin bittiği rejim olacaksa, kimse başkasının nasıl yaşaması gerektiğini daha iyi bildiğini, onun için iyi olanı kendisinin yapacağını söyleyememeli, halktan yekunu belli olmayan bir senet isteyememelidir. Halk da gelecek kuşaklara, o halkın bütününü hâlâ egemen kılan bir miras bırakmalıdır. Bu yüzden eşit katılım hakkı, kendine demokrat diyen herkesin hayata geçmesi için çabalaması gereken en değişmez demokratik prensiptir. Bir “kopuş anayasası” yapacaksak, nasıl bir egemenlik, nasıl bir rıza sorularına dikkat edilmesi had safhada önemlidir.

* Boğaziçi Üniversitesi
** bu yazı ilk olarak radikal'de yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.