Header Ads

İktidara Karşı Adalet!

- CANAN ESELER -
M. Foucault ve N.Chomsky karşılıklı “İktidara karşı Adalet”i konuşuyor. Siz de okuyucudan çok dinleyici gibisiniz. Çoğu kez kendinizi yüksek sesle yorum yaparken buluyorsunuz. Sadece 5 harften oluşan “adalet” in secelesini düşünüyorsunuz; İnsan Doğası: İktidara karşı adalet

Foucault ve Chomsky farklı yollardan aynı yere varmaya çalışıyor. Mevzu, insan doğasından başlayıp, adaletin bir iktidar aracı olup olmadığına değin varıyor. Foucault, ısrarla “Bana öyle geliyor ki, adalet fikri kendi içinde, farklı tipteki toplumlar tarafından belli bir siyasi ve ekonomik iktidarın bir aracı olarak ya da bu iktidara karşı bir silah olarak icat edilmiş ve devreye sokulmuş bir fikir” diyor, Chomsky her zamanki gibi daha iyimser, “Mevcut adalet sistemlerini, sadece sınıfsal baskı sistemleri diye tanımlamak, fazla acelecilik olur bence.”

Bat dünya bat!

“Adalet” iktidarla aramızdaki ince çizgi bir nevi. Olması gerekenden öte, bahşedilen bir kavram karşımızdaki. Türkiye’de de son dönemde yaşananlar, adaletin sözde demokrasinin eli altında nasıl bir araç haline getirildiğinin en açık göstergesi. Bunun için bir türlü sonuca varılamayan davalara bakmak yeterli; Hrant Dink Davası, KCK Davası, Ergenekon Davası, Devrimci Karargah Davası… 

Sistemin uzuvlarından olan mahkemelerde, ısrarla mülkün temeli adledilen adalet, verilmekten öte alınan bir kavrama olarak karşımızda. Son zamanda muhalif kesime yönelik gerçekleştirilen ve bilgi kirliliği yaratılarak geçiştirilmeye çalışılan tutuklamalar, farklı ideolojilerden ya da aynı ideolojilerin farklı fraksiyonlarından insanları aynı yerde buluşturdu; “ADALET”.   "Başkaldırıyoruz" eylemi sonrasında Ankara Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan'ın dava açtığı 117 öğrenciden biri olan ve 20 yıl hapis cezasıyla yargılanan ODTÜ Sosyoloji Bölümü ikinci sınıf öğrencisi Merve Ergün’ün Bianet’e gönderdiği mektupta yazdığı gibi, “Bir gün herkesin adalete ihtiyacı olacak.” (1)

Bir taraftan hepimizi ortak paydada buluşturan adalet, diğer yandan iktidarın elindeki en kıymetli silah oluveriyor. Bu hafta Hopa ve diğer illerde yaşananlar sonrasında gördüklerimiz ve duyduklarımız “bat dünya bat”(2) dedirten cinstendi. Öğretmen Metin Lokumcu’nun polisin her zamanki orantısızlığıyla ortalığa salıverdiği gaz bombasıyla öldürülmesi, Ankara’daki eylem sonrası polis tarafından kemikleri kırılana kadar dövülen Dilat Aktaş’nın yaşadıkları ve sonrasında başbakanın söyledikleri, adaleti kimden beklediğimize dair bir kez daha düşündürüyor. Bunun yanı sıra Hopa olayları sonrasında, Filistin konusunda duyarlı (!) olduğunu bildiğimiz kimselerin tv kanallarında hemen yerini alarak, “Başbakana kocaman taş atıyorlar” gibisinden birşeyler söyleyip, polisin cinayetini ve şiddetini normalleştirme gayretkeşliği, ikiyüzlülüklerinin en açık göstergesi olarak karşımıza dikiliveriyor.

İktidara karşı “taş”

Halbuki, Türkiye’de atılan her bir taş, Filistin’den kalan bir mirastır bir nevi. Filistin’de ilk intifada, İsrailli askerlerin, ölü ile yaslı arasına girmesiyle başlar. 1987’de  Gazze’de öldürülen 6 Filistinli’nin cesetlerinin ailelerinden alınması, fitili ateşler ve ertesi sabah bir grup genç İsrailli askerlere taş atmaya başlar. Başta 3-5 kişi sonrasında binlerce Filistinli genç, taş atmaya başlar ve bu saldırıya gerçek kurşunlarla karşılık veren İsrailli askerler, yağmur gibi yağan taşlar karşısında geri çekilir . (3) İşte o zaman atılan o taş, bugün ezilen ya da yoksayılan tüm halkların isyanının bir simgesi haline gelir. Şimdi, bir tarafı daha ağır basan adalet terazisini eşitlemek için atılıyor tüm taşlar. Taş, çoğu kez adaleti ve umudu aramaktır. Unutulmaması gereken ise; adaletin, bir gün hepimize lazım olacağıdır.

 Kaynak:

2)    Tutunamayanlar / Oğuz Atay
3)    Araf – Oslo Barışı’ndan El Aksa İntifadasına Ortadoğu / Bora Bayraktar 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.