Header Ads

Zararlı Olan İçki Değil Devlettir

- SÜLEYMAN ARIOĞLU -
Gençleri korumak için içkiyi yasaklayacak kadar “duyarlı” bir iktidarın yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. İçki duyarlılığının da yankı bulmadığı hiçbir kesim olmadı neredeyse. Aynı sırada toplu bir mezar da açıldı bu ülkede.

Gençleri korumak için içki yasaklayan devletin güvenlik güçlerince, 1999’da bir operasyonda öldürüldükten sonra cesetleri bir tutanakla, Bitlis Mutki’de çöplüğe atılan 27 insan. (Son tespit edilen ceset sayısı buydu) 1990’larda on bini aşan insanın yok edildiği bir ülke gerçeği. Bununla yaşamayı nasıl başarıyoruz!

Devletin gerçek yüzünün bu olduğunu biliyoruz. Olağan ya da olağanüstü dönemlerden, tarihin pek çok aşamasından ve pek çok coğrafyadan biliyoruz bunu. İktidar olgusunda insani değerlere, vicdana yer olmadığını tarih insanlığa öğretti. İnsan yaşamını ve bedenini iktidarın sınırı haline getiren modern dönemde bile iktidarın bu patolojik yapısı denetim altına alınamadı. İşte devlet dilini konuşanların sivil muhalefete yönelttiği bu patolojiklik, devletin niteliğidir.

Ancak ya sıradan insanlar?! Bütün bunlar olup biterken, hatta bittikten sonra çukurlardan cesetler çıkarılırken, bu, olağan bir şeymiş gibi nasıl duyarsız kalabiliyorlar?! İsrail’in Filistin’de uyguladığı katliamlara, Bosna’da yaşanan drama duyarsız kalmayan insanlar, yıllarca bütün büyükşehirlerin meydanlarında, Cuma namazı çıkışlarında kitlesel gösteriler yaptı. En son bir gemiye binip Gazze’ye gittiler. Aynı insanlar Kürt coğrafyasında yaşanan katliamlara nasıl bu kadar bigane kalmayı başarabiliyorlar?! Milan Kundera “Ölümsüzlük” adlı romanının bir yerinde modern toplumun insanının yabancılaşmışlığına değinirken, yaşadığı apartmanın bir sokak ötesinde cinayet işlenirken, insanların, TV’den izlediği uzak bir mekândaki kriminal durumdan endişe duyduğunu anlatır. Bu da ondan çok farklı bir durum değil. Ancak yine de insan bu korkunç gerçeğe isyan etmeden duramıyor. Yıllar boyunca, polisin tacizi ve şiddetine rağmen Galatasaray’da gelip kayıplarını soran Cumartesi anneleri de bu toplumun vicdanına seslenemedi mi! Bir zamanlar anlı şanlı köşe yazarlarının dilinden düşmeyen “sağduyulu çoğunluk” bu konuda niye kör ve sağır?

Çok açık ki, bu dünyada her melanet kitleleri uyuşturarak, duyarsızlaştırarak ve birbirine düşman edilerek mümkün kılınıyor. Bu da modern kapitalist toplumun temel bir özelliği. Her nasıl adlandırılırsa adlandırılsın kapitalist düzendeki her siyasal rejim ve toplumsal kurum, totaliter bir nitelik taşır. Bütün bir toplumsal düzenin kapitalistin kârı üzerine kurulu olduğu bu yapının kendini yeniden üretebilmesi de efendi-köle diyalektiğinin işlediği her toplumsal formasyondaki gibi itaatkâr ve tabi kılınmış bireylerin yaratılmasıyla mümkündür. Bu; çocukluk, yetişkinlik, sosyalleşme süreçleri, kişilerarası ilişkiler; toplumsal, ekonomik, politik, ideolojik ve kültürel tüm kurumların, söylem ve pratikleriyle gündelik yaşamı kuşatmasıyla sağlanır. Modern bilim de bu amaca dönük bir araçtan başka bir şey değildir. İnce stratejilere dayalı pratikler ile yarışmacı, rekabetçi düzen ile insan insanın kurdu haline gelir. Kapitalist toplumda bireye egemen olan endişe ve kaygıdır. İşsiz, evsiz, gıdasız, korunaksız kalma kaygısı. Başlıca tabi kılma aracı bu kaygıdır. Kimilerinin özünde bu kaygı nedeniyle sığındığı din de ötekine düşmanlığı körükleyen bir dili kurgular. Bir diğer tabi kılma aracı da zor ya da şiddet, yani devlettir. Kapitalistin kârını baki kılmak için, emeğin kendini yeniden üretiminin organizasyonu da dahil, gerekli her düzenlemeyi sağlayan devletin asıl yüzü yine de şiddettir. Bu esaret düzenine tabi olmak istemeyen ise devletin gerçek yüzüne muhatap olur. Baskı, şiddet, katliam, buna her şeyi dahil edebilirsiniz.

İnsanlık bu zincirin halkalarını koparmayı da denedi. Yeni halkalar örmek pahasına bunu başardı da. Şimdi daha bir deneyimle mücehheziz. Dünyanın dört bir yanında kitleler bu rezilliğe karşı ayaklanıyor ve bu otoriteleri dümdüz etme gücüne sahip olduklarını gösteriyorlar. İşte Tunus’ta olanları hep birlikte izliyoruz. Bizler de farklı bir hayat yaşamıyoruz. En korkuncunu yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz.

Son 30 yılını kirli bir savaşla geçiren bu toplumda, savaşı yaratan da onu sürekli yeniden üreten de devletti. Gençleri korumak için içkiyi yasaklayan devlet, bu ülkenin gençlerini birbirinin katili haline getirdi. O gençlerin ölü bedenleri üzerinden nefret ve kin üretti. Kimini bayrağa sarıp toprağın altına gönderdi; kiminin bedenlerini ise toplu halde çöpe attı.

Kin ve düşmanlığı her boyutta üreten ve bunun üzerinden vahşetini “meşru” kılan bu yapının bir kurbanı da Hrant Dink. Katledilmesinin ardındaki bütün yapı olanca çıplaklığıyla ortada. Eşi Rakel Dink, cenazesinde “Bir bebekten katil yaratan düzen” demişti. İşte o düzen, gence içki vermeyen ama eline silah verip, bir başkasının katili haline getiren, bu anlattığımız düzendir.

Ancak bu düzenin ve onun devletinin esareti altına aldığı kitleler artık gözünü açmalı. Yanı başımızda çöplüklere topluca gömülmüş gençlerin cesetleri çıkartılıyorsa, Kanuni’nin hareminden daha ciddi sorunlarımız var demektir. “Sessiz çoğunluğun” artık bunu görüp ses çıkarması gerekiyor!

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.