Ya İstiklal Ya DGM
![]() |
- AYÇA SÖYLEMEZ - |
Geçenlerde Adalet Bakanlığı uzun tutukluluğun hak ihlali olduğunu keşfetti. Keşfin ardından yaşananlar da Türkiye’deki kayıkçı kavgasını alevlendirmekten başka bir işe yaramadı. Geç gelen adaletin adalet olmadığı kadar, sabah kurulup akşama kararın çıktığı mahkemelerin, Türkiye tarihinde de örnekleri olduğu gibi, her zaman adalet dağıtmıyor olduğu da tartışmaya değer bulunmadı. Bunun yerine Ergenekon sanıkları ve Hizbullahçılar manşetlerdeydi, adalet de bir kez daha magazin malzemesi/mezesi oldu.
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda tutukluluk sürelerini yeniden düzenleyen yasayla, örgütlü suçlarda tutukluluk süresi 10 yıla ‘indirildi.’ Ancak tutukluluğun aslında ne olduğu bu topraklarda pek dile getirilmediğinden, bir ‘ön ceza’ olarak görülmesi hatta böyle kabul edilmesi teamüldendir. Aslında, 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi'nden bu yana, herkes suçu kanıtlanana dek masum. Ve masum bir insanı 10 yıl da 1 yıl da hapishanede tutsanız, özrünü dileyip bedelini ödemeniz gerekir. Bir lütufmuş gibi 10 yılın ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmak ise telafi yöntemlerine dâhil değil.
Senin mahkemelerinin ‘iş yükü altında boğulması’ da benim sorunum değil. Çöz o zaman. Senin bu sorunu çözemiyor olman, benim sorunum değil, senin sorunun. Tabi tutukluğun bir ceza olarak görülmesine alıştığınız için başlarda zorlanacaksınız. Ama ne yapalım, madem ‘medeniyet’ istediğinizi söylüyorsunuz, bir yerden başlamanız gerek.
Tabi mahkemelerin hızlı karar vermesi, bununla doğru orantılı bir adalet beklentisi içine sokmamalı bizi. Hız ölüm getiriyor bazen. İngilizler’in geçen yüzyılın başında başkaldıran İrlandalılar’ı yargıladığı mahkemeler çok kısa sürerdi. Sonuç da genellikle aynıydı: Darağacı. İstiklal Mahkemeleri’ndeki gibi.
Naifliği bir kenara bırakırsak, bu “Büyük Kapatılma”nın bizzat devlet politikası olduğunu tabi ki biliyoruz. Hatta daha da ötesi egemenin, iktidarın politikası olduğunu. Siyasi iktidardan değil, düzenin muktedirlerinden bahsediyorum. Oyunun kurallarını mülkün iktidarının koyduğu, bunu bir de “Adalet mülkün temelidir” diye ifşa ettiği sürece, ceza kanunları ya da maddeleri çok önem taşımıyor zaten.
Çünkü, devletin örgütlü suçlardan yargılananlardan kastı ne Ergenekon sanıkları ne Hizbullahçılar. Hükümetlerin ve devletin esas hedefi; terörist diye nitelediği ve “yasadışı sol örgüt üyesi” diye tabir ettiği örgütlü ya da örgütsüz mücadele içindeki düzen muhalifleri. En az 10 yıl içeride tutmak istedikleri de… Yoksa katil, hırsız, tecavüzcü, işkenceci olup olmamanız önemli değil. Tansu Çiller’in deyimiyle, devlet için kurşun atıyorsanız hele, hiç önemli değil. Yeter ki tabelası değişse de içeriği DGM kalan mahkemelere ‘düşünce suçlusu’ olarak düşmeyin.
Ama anlamadığınız bir şey var sayın muktedirler: Kabule zorladığınız düzene karşı çıkıyorken, o düzenin kurumlarına saygı duymamızı beklemeyin. Bu hukuk, bizim hukukumuz değil. Bu kanunları biz yapmadık. Bu mahkemeler, bu yargıçlar, bu parlamento bizim değil. Althusser’in tanımıyla devletin ideolojik aygıtı olan medya da bizim değil. Bizim kavgamız da kayıkçı kavgası değil. Dolayısıyla, ‘masumiyet karinesi’ bizim için işlemiyor, farkındayız. Ama siz şanslısınız: Bizim hukukumuzda, bize benzemeyeni, itaat etmeyeni ezmek, yok etmeye çalışmak, öldürmek yok.
YORUM YAZIN