Memleketimden ‘Sendika’ Manzaraları…
- Canan Eseler - |
Çok şükür Wikileaks belgeleri yayınlandı da her şeyi bir çırpıda öğrendik, yoksa halimiz ne yaman olurdu! Bu hafta Wikileaks belgelerinin görünürlüğü altında kaybolan, ana akımın kıyıdan gördüğü KESK’te taciz vakası haberleri dolaştı gazete sayfalarında. Öyle ki, KESK Genel Başkanı Sami Evren, istifa etti. Evren’in, tacizle ilgili soruşturma başlatılıp, taciz ettiği öne sürülen KESK Genel Sekreterinin istifa etmesi isteğinin, MYK’nın ‘kadının beyanı esastır’ ilkesini bir kenara koyup, tacizin ispatlanmasını isteyerek reddetmesi, istifanın yolunu açmış oldu.
Maalesef ki sendika bazında yaşanan ilk olay değildi bu, 2007 yılında da Jeoloji Mühendisleri Odası’nda görevli bir kadın, mobinnge maruz kaldığını belirterek mahkemeye başvurmuş, mahkeme, Oda’yı 1000 YTL manevi tazminat ödemeye mahkum ettirmişti. Sınıf mücadelesini ne kadar gerçekleştirebildiği tartışılabilir olan sendikalar, görüldüğü üzere kadın mücadelesinde de kolayca tökezleyebiliyor. Birbirini tamamlayıcı iki mücadele noktası olan sınıf ve kadın, ne yazık ki sendikaların hala bir bütün olarak çözümleyemediği bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Elbette sendikal sürecin gelişimindeki çözümsüzlükler dahilinde de düşünülebilir konu. Misal, basit bir “neden hiçbir sendika başkanı kadın değil?” sorusu bile varolan anlayışın ucundan da olsa bir fikir verebiliyor.
Sendikal Demokrasi mi, Sendikal Bürokrasi mi?
Bizlerin son 1 Mayıslar öncesi gördüğümüz, sendika-devlet-sermaye elele görüntüleri elbette verilen yada düşünülen mücadelenin samimiyetini düşündürür noktada. Özellikle de sendika başkanlarının, çocukluk hallerine dönüp “sinemaya gitmeye izin çıktı” havaları ise hepimizde umarsız bir tebessüm oluşturuyor. “Hak verilmez, alınır” sözü de tüm anlamanı kaybediyor bir anda. Aynen geçen 1 Mayıs’ta Taksim meydanında umutlanıp, sonra herkesin kafasında oluşan ‘ne eksik?’ sorusu gibi. Elbette sendikaların sistemin tamamlayıcısı haline gelip, sermaye ve devlet ile ilişkisinde ‘sosyal diyalog’ altında korporatis bir model oluşturulması (bknz. 1 Mayıs 2010, Paşabahçe Grevi vs.) elbette, sistem içinde sendikaların ‘etkisizleşmesini’ sağladı. Aynı şekilde tüm bu süreçte, ‘sendikal demokrasi’ ile ‘sendikal bürokrasi’ de kolayca yer değiştirdi. Ve işçi sınıfı için varolan sendikalar belli bir süreç içinde, ‘ben olmazsa sen olmazsın’ iktidarına giriverdiler. Üstelik ‘sendika ağaları’ gibi bir kelime grubunu dilimize kazandırma gibi bir başarıları da var!
Bilgi Çağı’nda bir mitoloji kahramanı
12 Eylül sonrası işlevlerini iyice kaybeden sendikaların, en büyük başarısızları ise dirençli bir mücadele yaratamamalarından öte oluşmaya meyilli mücadeleleri iktidar dostluğuyla kırmaları olmuştur. Ki, bu mücadeleyi itaatkar bir sınırda tutma azimleri de , mücadele inancını yok etti. Bunun en yakın örneğini ise hastane bahçesinde tek başına mücadele veren Türkan Albayrak mücadelesinde görebiliriz. Albayrak, hem çalıştığı Paşabahçe Devlet Hastanesi hem de bağlı olduğu sendikaya karşı verdiği mücadeleyi tek başına kazanan bir kadın. Ne Türk-İş’e bağlı Sağlık İş tarafından mücadelesine destek yerine köstek olunması ne de ona sunulan itaatkar talepler, onu mücadelesinden vazgeçirmedi ve kamuoyu desteğiyle, Albayrak işine geri döndü.
Tarih nasıl tekerrür eder bilinmez ama Albayrak’ın mücadele gösterdiği yerin biraz ötesinden bundan tam 44 sene önce Paşabahçe işçileri grevle direnmişti. Ne benzerliktir ki, o dönem Türk-İş’e bağlı Cam-İş yönetimi tarafından yalnız bırakılmış, direnişi bitirmeleri için baskı yapılmıştı. Öyle ki, bu olay 1967’de DİSK’in kurulmasına bile sebep olmuştu. Ancak Disk te daha sonraki Paşabahçe grevlerinde etkin bir rol alamamıştı.
1966’da Paşabahçe işçileri yaklaşık 3 bin kişi direnirken, 2010’da Türkan Albayrak tek başınaydı. Öyle ki, sokağa çıkmanın zahmet sayıldığı Bilgi Çağı’nda bir mitoloji kahramanı olabilecek kadar gerçek üstü geldi onun mücadelesi. Ama o, sararan sendikalar olmadan tek başına kazandı. Büyük bir hareket başlamadı belki ama en azında belki ucundan da olsa bir uyarılma oldu, belki daha çok tv karşısından izleyip ‘yalnız değilmişiz, yapabiliriz’ duygusu gibi.
YORUM YAZIN