Devletin İyisi Kötüsü Olmaz
- Ayça Söylemez - |
Dün bir kez daha hatırladım, Max Weber’in devlet tanımını: Belirli bir toprakta, meşru fiziki güç kullanma tekelini elinde tuttuğunu iddia eden insan topluluğu. Bu meşru şiddet kurumu, hesap verme derdi olmaksızın dayak atar, öldürür, hapseder, fişler, korkutur, askere alıp cinayet işlemeni emreder, manipüle eder, marjinalleştirir, toplum dışına iter…
Kurulduklarından beri şiddet araçlarını tekellerine almak, denetlemek ve yönetmek için çaba sarf eden devletler, psikolojik şiddeti ve manipülasyonu keşfettiğinden bu yana daha az zora başvuruyor. Ancak kendini tehlikede hissettiğinde de dişlerini göstermekten kaçınmıyor ve bazılarınca ideal görünen Avrupa burjuva demokrasilerinde bile polisin sopası da silahı da pervasızca işlemeye başlıyor. Modernizmin feodal topluma karşı büyük bir buluş olarak sarıldığı devlet kavramına karşı çıkışlar da başka bir devlet modelini kutsayarak oluyor, genellikle. Oysa ki devlet tek, derini-sığı, iyisi-kötüsü yok. Maddi ve askeri güçleri yönetme yetkisini elinde bulunduran her kurum gibi tekleşmeye mahkûm.
Neoliberalizmin tek seçenek olarak sunduğu burjuva demokrasisinin çatırdadığı, sırlarının döküldüğü çok uzaktan, Türkiye’den bile görülebiliyor. Örneğin, dün Columbia Üniversitesi, Wikileaks belgelerini ‘paylaşan’ öğrencilerini tehdit eden bir e-posta atarak, bu hareketlerinin ileride Dışişleri’nde iş bulmalarını engelleyebileceğini söyledi, kibar bir şekilde ‘ayağınızı denk alın’ dedi. Wikileaks’le ortaya dökülen ABD Dışişleri yazışmalarını ‘kınayan’ diğer devletler, bu çeşit fişlemelerin de normal vatandaşın fişlenmesinden farksız olduğunu aslında çok iyi biliyor. Devlet arşivcidir. Hayatı kameraya çekilen ve sırası geldiğinde gözleri önünden film şeridi gibi geçirilecek olan sade vatandaş da olabilir, bütün bir toplum da olabilir, başka bir devlet de. Bu nedenle bilgilerin doğruluğunun çok da önemi yok. Önemli olan, onların bir gün aleyhinize kullanılabilir nitelikte olması. Bir dedikodunun haber değeri taşıması, önemli bir gerçeğin basında yer bulamamasıyla ters orantılıdır. Sonradan gelen yalanlamalar ise o haberi bir kez daha manşetlere taşımaktan başka işe yaramaz.
Yine neoliberallerin başka bir ideal model olarak sundukları ulus devletlerin zayıflaması ütopyasının yerine ne koydukları sorusunun ise cevabı yok. Yeni imparatorluklar olan çokuluslu şirketler, devlete ihtiyaç duyduğu sürece bu kurum da var olmaya devam edecek. Çünkü çokuluslu şirketlerin polisin gazına, askerin silahına, basının manipülasyonuna ve bunların tek elden idare edilmesine ihtiyacı var. Siz, tamamen işinize yarayan bir yapıyı değiştirmek ister miydiniz?
Dün devletin şiddetli yüzünü gördük Dolmabahçe’de. Devlet, bu şiddeti hükümetlerden bağımsız olarak uygulama yetkisine sahip. Bu kez şiddetle birlikte gelen aşağılama, dalga geçme gibi hareketler her hükümette bu denli ayyuka çıkmasa da, bunu sadece ar damarlarının çatlamış olmasına bağlamak yanlış. Yanlış hayat gibi bozuk düzen de doğru yaşanmıyor ve sistem böyle kurulduğunda, AKP gibi bir hükümet çıkıp hem dayak atarken hem gülebiliyor. Tamam, bu kadarına biz bile alışkın değiliz ama hedefi AKP olarak koyarsak, ondan önceki hükümetlere de ‘haksızlık etmiş’ olacağız. ‘Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir’ diyen Çiller’in hükümetinde, Özal hükümetinde hatta darbe döneminde yapılanları, bırakın Türkiye’yi, dünyadaki onlarca örneği göz ardı etmiş olacağız. Eh, buradan da yine başladığımız yere döneceğiz: Benim şiddetim senin şiddetini döver.
YORUM YAZIN