Header Ads

Türkiye’de Okul Neyi Yeniden Üretiyor?

- KEMAL İNAL -
Fransız sosyolog ve antropolog Pierre Bourdieu’nün kültür ile iktidar arasında kurduğu ilişkiler, Frankfurt Okulu bir kenara bırakılırsa eğer, Marksizme dışarıdan en ciddi katkıyı sunması açısından çok önemli. Özellikle de eğitim açısından. Genelde Marksistler, eğitim söz konusu olduğunda ya Gramsci’nin iktidar analizlerine bel bağlarlar ya da Althusser’in yapısalcı Marksist çözümlemelerine. Kuşkusuz eğitimi sınıfsal ilişkilerin dışında, basit bir pedagojik mesele veya modernleşme konusu olarak ele alıp anlamak mümkün değil. Bu noktada, eğitime sınıfsal bir bakış, örneğin okulların neden, nasıl ve nereye doğru çalıştığını anlamamız bakımdan muazzam yararlar sağlar.

Bourdieu’nün, her ne kadar Marksist olmasa da, eğitimi bir kültürel sermaye biçimi olarak almanın yanı sıra ekonomik sermayeyle de ilişkisini kurup analiz etmesi çok anlamlıdır. Ona göre sınıflı toplumun yarattığı statüler ve ayrıcalıkların dağılımının denetlenmesinde eğitim başat bir rol oynar. O halde okul, kültürel sermayenin çeşitli biçimlerinin üretimi, aktarımı ve biriktirilmesinin temel kurumsal koşullarını sağlar. Her öğrenci okula, çevresinden (aile, akraba, arkadaşlar vd.) miras aldığı kültürel sermayeyle gelir; okul da akademik başarı ve mesleki fırsatların şekillenmesini sağlayarak eşitsiz(likçi) düzenin idamesine katkıda bulunur. O halde okul, kapitalizmin bağrında yer alır. Önemi inkâr edilemez. Ama Bourdieu’ye göre okulun yeniden ürettiği ayrıcalık ve iktidar eşitsizlikleri çoğu zaman farkında olunmadan ve kamusal direnişle karşılaşmadan kuşaktan kuşağa aktarılır.

EĞİTİMİN İŞLEVİ ÜZERİNE
Haliyle eğitimin/okulun üç işlevi vardır: 1) Kültür: Kültürel mirası koruma, telkin etme ve yüceltme. Yani belli bir kültür içinde sosyalleşir öğrenci. 2) Sınıf: Okul, toplumsal sınıf ilişkilerini yeniden üretir. Yani okul, kültürel sermayenin eşitsiz dağılımını yeniden düzenler. Bu yönüyle okul, demokrasiye yönelimli değildir. 3) İdeoloji: Meşrulaştırma, yani okul aktardığı kültürü yücelterek sınıfsal ilişkilerin toplumsal yeniden üretimini gözlerden saklar ya da yanlış tanıtır. Doğal olarak hâkim sınıf(lar), her iki sermaye biçimine de-servet, gelir ve mülk olarak ekonomik sermaye; bilgi, kültür ve eğitim nitelikleri olarak kültürel sermaye-en fazla sahiptirler. Ve hâkim sınıf olarak burjuvazi, sahip olduğu habitusla, yani başarı olasılıkları ve toplumun nasıl işlediğine dair ortak olarak sahip olduğu fikirler kümesiyle belli yatkınlıklar elde eder. Bu yatkınlıklarla hareket eder: Hangi okula gitmeli? Hangi bilgiyi, nasıl öğrenmeli? Nerede ne kadar harcamalı? Bu yatkınlıklar, her zaman mesela eğitime ilişkin tercih yaparken bilinçli ve akılcı tarzda işlemez. Bunlar bir biçimde içselleştirilmiştir; kullanımda da otomatikleşmiştir burjuva birey. Bir burjuva bireyin öznel istekleri ile nesnel olasılıkları/olanakları arasında yüksek düzeyde bir ilişki vardır. Haliyle burjuva bireyin öznel bilinç dünyası, maddi dünyanın olanaklarını/olasılıklarını iyi analiz eder. İşte, kültürel sermayenin bagajda dolu olmasının yarattığı özgüven ve bilinçle burjuva bireyin kendi değerlerine benzer/yakın bir eğitim almasıyla yarış daha baştan eşitsiz başlar. Bunu bilen işçi/köylü/kamu çalışanı kökenli bir öğrenci, daha en başta eğitimde yüksek bir başarı düzeyi hedeflemez; durumunu bilir ve çıtayı olabildiğince aşağıda tutar. Okullarda emekçi kökenli çocukların yaşadıkları sorunlar-az çalışma, tembellik, çete türü davranışlar, uyuşturucu kullanımı, okula kendini vermeme, okulu asma, erkenden terk vs.-, bu bilincin kabulü ve dışa vurumudur. Orta ve üst sınıf kökenli çocuklar/gençler, daha ailesel çevreden başlamak üzere yüksek akademik başarıya koşullanırlar ve sonrası çorap söküğü gibi gelir. En önemlisi de, Basil Bernstein’ın belirttiği gibi, okuldaki öğretmen ve idarecilerin konuşma kodları üst ve orta sınıflarınkiyle çakıştığı için akademik başarının kim tarafından elde edileceği böylece en başta belirlenmiş olur.

EĞİTİMİN PİYASAYLA OLAN İLİŞKİSİ
Dil, sanat, sosyal aktiviteler gibi tüketimi için zaman, enerji ve para gereken kültürel sermayeye rahatlıkla ulaşabilen orta ve üst sınıf kökenli öğrenciler, bu sermayenin sağladığı avantajları daha sonra kaliteli okul/bölüm, üst akademik başarı, yüksek statülü meslek ve gelirlerle mübadele ederler. Yani yüksek sermaye, yüksek karşılığını bulur. Böylece okul, demokratik meritokrasi, sınıf atlama ya da modernleşme gibi yansılamalar yaratarak okula karşı kamusal direnişlerin önünü keser. Piyasa, uzun süre eğitim almak, telafi edicilerden (burs, yurt, yemek yardımı vs.) yararlanmak veya çok çalışmak gibi sistemin aslında yeterince demokratik olduğu yanılsamasını üretir ama çok az “yırtan öğrenci” dışında genel kalıp ve işleyiş değişmez. Çünkü okullar, hâkim sınıfların benimsediği bilgi biçimi, kültürel idealler ve tarzlar çerçevesinde yapılandırılır. Ayrıcalıklı öğrenci, kendi sınıfını yansıtan kültürle okulda karşılaştığında yabancılık çekmez ve başarılı olur.

Türkiye’de de okullar büyük ölçüde bu sınıfsal hatta işler. Okullar bu anlamda kafa emeği-kol emeğini yeniden üretecek ikili yapı sergiler. Yüksek ekonomik-kültürel sermayeye sahip öğrenciler ileride devlet idarecisi, özel sektör yöneticisi veya görece geliri iyi olan serbest mesleklerde (bilgisayar sektörü, avukat, mühendis, hekim, akademisyen vs) çalışanlar olarak rahatlıkla iş bulabileceklerdir. Kafa emeği, kavramsal işlere yönelik olarak yetiştirilirken, kol emeği de uygulamalı işlere yönelik olarak yetiştirilecektir. Bu bağlamda ülkemizdeki meslek okulları (liseler, yüksek okullar vs.), öğrencilerine kol emeğinin formasyonunu vererek bu okullara giden öğrencileri ara işgücü olarak yetiştirir. Bunun tam karşısında yer alan hatta ise, prestijli okullar (Fen Liseleri, Boğaziçi, Bilkent vb.) sıkı bir düzene tabi olan entelektüel habitusu üreten bir pedagojik sistem uygularlar: yüksek rekabete dayalı sınavlar, sürekli problem çözme, hızlı ilerleyen program, karmaşık hesaplar yapabilme… Yani, ileride yönetici olacak olan öğrenci, emekçileri kontrol etmeyi öğrenmek için önce kendini kontrol etmeyi öğrenir. İyi yetişmiş burjuva bireyler, özgüven, çalışmada titizlik, hızlı düşünme ve karar verebilme yeteneği, becerilerini kullanmada ustalık gibi nitelikleri daha aile evresinde kültürel sermayelerine dâhil ederler ve bunu okulda, daha sonra meslekte ve sosyal hayatta daha da geliştirirler. Olan, ekonomik ve kültürel sermayenin yeniden üretimidir.

Türkiye’de burjuvazinin kendi çocuklarının ve alt-orta sınıftan parlak beyinlerin eğitimiyle ilgili bir sorunu yoktur, çünkü prestijli okullardan yeterince yönetici devşirebilmektedir. Asıl sorun, ara ve alt kademe işgücünü yetiştiren devlet okullarındaki öğrencilerin sahip oldukları ekonomik-kültürel sermayenin küresel piyasalarda rekabet etmede çok fazla bir işe yaramamasıdır. O yüzden Sabancı, Koç gibi büyük sermaye grupları devleti, kamusal eğitimi reformdan geçirmek için sürekli sıkıştırmaktadırlar. Koç grubunun “Meslek Lisesi, Memleket Meselesi” (sosyal sorumluluk) projesinin yönelimi ve mantığı sınıfsaldır. “Kardelenler”, “Haydi kızlar okula!” gibi birçok sosyal sorumluluk projesi, sermaye ve sivil toplum örgütleri işbirliğiyle işte bu ara ve alt düzey işgücünün kalitesini artırmaya yönelik olarak kotarılmaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye’de bütün okulların aynı şeyi-kapitalizmi-yeniden ürettikleri söylenebilir. Ama öğrenciler okula boş gelmiyorlar; kiminin bagajında hâkim sınıfların ekonomik ve kültürel sermayesi var, kimininkinde de alt sınıfların piyasada çok az para eden kültürleri. Haliyle okullar, sınıflara göre farklılaşırlar ve ona göre eğitim verirler. Milliyetçilik ve devlet geleneği ise birörnek eğitimin herkes tarafından alındığını söyleyerek bu sınıfsal konumlanışı gizlemeye çalışır. Sınıf gerçekliği, okulları birbirinden ayırarak ileride yönetici olacak burjuva kökenli öğrenci ile ara-alt kademe işgücünü oluşturacak işçi kökenli çocuk için farklı okullar ve pedagojiler inşa eder. Devlet ise, eğitimdeki bu ayrımcılığı ve sınıfsal yeniden üretimi gizlemek için birçok mekanizmayı etkili biçimde kullanmaya çalışır: bedava ders kitabı ya da tablet bilgisayar, herkese okul eğitimi, telafi edici program ve imkanlar vs.

*birgün pazar

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.