Öfkeli Katiller ve Kaybeden Çocuklar
![]() |
- TUĞÇE ÖZSOY - |
Böyle başlıyordu 1993 Temmuz'unda Madımak Katliamı'nda öldürülen Metin Altıok'un kızı Zeynep Altıok Akatlı'nın “Sizin hiç babanız yandı mı?” başlıklı yazısı. Bu yıllar kadar uzun gelen tek cümlelik yakarış, o çok büyük merhametiyle övünenlerin kılını kıpırdatamıyorsa, zaten söylecek laf yok, tükendi, dedirtiyor insana. Öyle soluksuz bırakıyor; ancak bir anlık soluksuzluğu daha da büyük nefeslerle yıkmak gerekiyor. Önce öksürerek, sonra haykırarak, ağlayarak ama daha büyük nefeslerle.
Zaman aşımı adlı kan dondurucu bir yasayı reddetmek gerekiyor. Zamanı her şeyin “ilacı” da yapmamaya direnmek için, dünyadaki en büyük silah taciri ilaç şirketlerinin varlığını bir göz önüne getirmeyi de bilmek lazım. Çünkü bu şartlar altında, “zaman” da, ilaç şirketlerini andıran uygulayıcıların biyolojik silahlarından başka bir şeye dönüşmüyor. Zaman aktıkça yitiyoruz, zaman aktıkça daha da kolay alışıyor insanlar taşlaşmaya, zaman aktıkça yasalar da uçup gidiveriyor ve katiller zaman aktıkça daha heyecanlanıyor, daha bir şevkleniyor adeta.
Zaman aştıkça işinden ediyor işte mesela Zeynep Altıok'u. Katil açıyor kapıyı, üniversite yolu gösteriyor. Babası öldü diye öfkeli diye; babası yakıldı diye ağladığı, “niye?” diye sorduğu, kabullenmediği ve bunu ifade ettiği için açıkça.
Hani mazlum severdi bu halk? Sevmedi mi üniversite bu mazlumu? İşine mi gelmedi? Rahatsız mı oldu, yoksa üzerine o kolu kırıklık bulaşır diye mi korktu? Zaman aşılmaz diye mi korktu? Birileri aman sesini duyar da zamanı aştırmaz diye mi korktu? Ölülerden mi korktu ya? Bir cevap versin; bari “korktum” desin yiğitçe, saçmasapan ve aciz “yetersizlik” bahanesinin arkasına sığınacağına.
Bir insan, “neden babam öldü?”, “neden ben babamın acısını zaman aşımıyla avutmaya başlamalıyım?” diye sorup, isyan edip; babasını her istediği yerde anamaz öyle, haşa! Çocuğu, babasının öldüğü yere gidemez aklına estikçe; malum, yalnız katillerin olay mahaline dönmesi sorun çıkarmaz. Hatta ne gariptir ki; katiller dilediğince öfkelenebilir ve yasaların doğru uygulanmasını isteyebilir.
Mesala Hrant Dink'in katili Ogün Samast ve avukatı sinirlenmiş! Mini mini birler mahkemesinde yargılanmasına rağmen, olabilecek en üstten ceza almasına bozulmuş semirmiş “çocuğumuz.” Mahkemeye bile gitmemiş de; avukatı hakimin değiştirilmesini talep etmiş. Çok öfkelenmişler çok! Zaman bir aşıverse, geçecek öfkeleri, o derece.
Yeterince “iyi hâl” den yararlandığı için, iyi hâl gösterme endişesi de taşımıyor artık herhalde; “çocuk mahkemesinde yargılandığıma göre, şımarıklık hakkımı kullanabilirim, hem ben birilerini de anmadığıma göre kusurlu yerlerde, unutulmak istenen yerlerde, o şartlarda muamele görmeliyim” diyerek sonsuz hak görüyordur hatta belki kendinde.
Ne diyordu çocuk kanununun dördüncü bölümü 20. maddesinde (2552/8 md)?
“Bu kanunda gösterilen ceza ve tedbirlerin uygulanmasında önce küçüğün işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme yönünden bedeni, akli ve ruhi durumu mütehassıs kimselere tespit ettirilir.”
Öfkesini de tespit ettirelim o vakit Samast'ın. Madem babasını rahatça anamadığına isyan etmek bile iş kaybına sebep oluyor ve yetersizlikle damgalanmaya yetiyor; “küçük” bir çocuğun eline silah alıp adam öldürmesi de bir öfkeyle mücadele eğitimini de gerektiriyordur elbet, değil mi?
YORUM YAZIN