Header Ads

Erivan Notları

- JANET BARIŞ -
İnsanın kapalı kutusu neler biriktiriyor. Bunu bir zamanlar Moskova üzerinden Erivan’a giderken aldığım notları tekrar bulduğumda yeniden anımsadım.

Azınlık olmak bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmeye benzemez, zaten yüzyıllardır atalarınızın yaşadığı topraktır burası. Siz para kazanmaya ya da iş bulmaya gelmemişsinizdir. Yine de sorarlar hep “Ermenistan’dan ne zaman geldiniz? Bu soruyu hayatımın hiçbir döneminde anlamadım. Dedelerimin dedesi bile Batı Karadeniz’de yaşamışken nasıl anlayabilirdim?

Ermenistan, Sovyetler dağıldıktan sonra kurulmuş bir ülke, tabii ki bir bağ var aramızda ama köklerim Rusya’ya değil, Anadolu’ya ait... İki buçuk yıl önce yaptığım Erivan yolculuğunda bunu damarlarımda hissetmiştim. Selvi Boylum Al Yazmalım filminin sonundaki sahneye benzedi ikilemim, “sevgi neydi, sevgi emekti” sorusunun durduğu yerde kaldım.

Moskova üzerinden gitmek çok dertli olmuştu, indiğimizde de birçok problemle karşılaşmış, ne internet ne de telefonla kimseyle bağlantı kuramamıştık. Bir an orada kalacağım, dönemeyeceğim korkusuna kapılmıştım. Şimdi düşünüyorum da ne kadar gerçek bir paranoya!

Yolculuk esnasında aldığım notlar çok da mahrem notlar değil, bu yüzden paylaşılabileceğini düşündüm, zira tarihe ve kimliğe ilişkin ufak anektodlar her daim aydınlatıcı olabilir.

6 Temmuz Pazar 2008; Türkiye’ye göre 06.23, Rusya’ya göre 07.23

Moskova’dayım. Dışarı çıkamasam da yağmur karanlığında Sovyetlerden kalma bir havaalanında oturmaktan mutluyum. Birkaç saat içinde kalkacağım... Birkaç ay öncesine kadar Moskova havaalanında uçakların üzerine yağmur yağarken bir kenarda oturup izleyeceğimi tahayyül edemezdim. Şimdi ise sabaha karşı Perrier içip etrafımda sürekli Rusça konuşan insanları dinliyorum. İlk defa dilini bilmediğim bir ülkeye geldiğimden de garip hissediyorum. Sanırım ne kadar süreceği belli olmayan ama en fazla 15 gün kalacağım eski Sovyetler, bir sürü yabancı insan ve bir de hiç tanımadığım yol arkadaşımla, hiç de sıradan bir yolculuk değil. Perrier’in küçük yeşil şişesini de peşimden İstanbul’a getireceğim. Altı üst limonlu bir Rus sodasının neredeyse sekiz dolar ettiği bir şişenin önemsiz olduğunu söylersem, sanırım yanılmış olurum.

Aynı uzun gün Erivan 23.20 Türkiye 21.20

Burası benim memleketim... Anadolu’da yıllarca yaşamış bir soydan gelen ben, 1990’larda Sovyetlerin dağılmasından sonra kurulmuş olan Ermenistan’a da memleketim diyebiliyorum. Zaten metropollerde yaşanan kimlik sorunu bu küçücük ülkede yeniden çıkıyor karşıma herhangi bir içeceğin üzerinde yazan Ermenice harfler o kadar tanıdık ki, aslında ben buyum dedirtiyor bana ama bir yandan da koşarak İstanbul’a dönmek istiyorum. Hayatım orada, yaşayacaklarım, insanın bir ülkeye alışması zor, birkaç günlüğüne de olsa... Belki de bu yüzden gelmeden dönmek, dönmeden dönmek istedim, ilk kez her zaman yaşadığım yerden bu denli uzağım. Öte yandan korkuyorum, burada kalacağım dönemeyecekmişim gibi geliyor. Uzak ülkeler de büyütüyor insanı, uzak aşklar gibi...

Gecenin bir vakti, bilmediğim bir kentin bilmediğim bir otel resepsiyonunda, insanlarla iki dilde anlaşmaya çalışıyorum, insanlar neden Türkiye’de Ermenice konuşmadığımı soruyorlar... Kendimi bir kez daha kimliksiz hissedip hiçbir yere gitmek ve orada kalmak istiyorum. Ben olacağım yerler o kadar sınırlı ki, bugün Erivan yarın İstanbul... Kentlerin göbeği insan taşıyor, insanlarsa göz bebeklerindeki taşları... Arabayla geçerken eski de olsa bir Lenin heykeli arıyor gözlerim, bizi karşılamaya gelen Ermenilerden Aram’a soruyorum, “Lenin heykeli yok mu?” Bildiği birkaç cümle İngilizce’yle özetliyor durumu...

Welcome to Armenia...
Goodbye Lenin...

7 Temmuz Erivan 00-44, İstanbul 22.44

İnsan birçok şeye alışıyor da bir yandan da yanındaki bavulla götürdüğü her şeyi içinde taşıyor. Bu kadar basit aslında insan her yerde insan, şehir de her yerde şehir, buraya gelme amacımın başladığı şu günlerde yoğun bir tempoyla yazmaya çalışıyorum her şeyi, yerleştirmeye, yerine koymaya uğraşıyorum. Başka bir ülkedeyim ama her şeyi kontrol altında tutmaya çalışıyorum sanırım en kötüsü de bu, oysa hiçbir şeyin elimin altında olmadığının, kayıp gidebileceğinin farkındayım.

Dışarda fırtına var rüzgarın sesi odayı kırıp geçiriyor farklı bir deneyim yaşıyorum aynı gün içerisinde üç dili birden kullandığımı hatırlamıyorum hiç... Dudaklarımı ısırarak yedim, içimden ise kemiklerimin üzerinde kalan etleri kemiriyorum sanki, ne gidesim ne kalasım ne de uğraşasım var, kimlikler farklı olsa da insanlar benziyor nasılsa... Bir ben benzemiyorum kimseye, bunu dünyanın değişik yerlerinden gelen insanlarla tanışınca daha iyi anladım bugün, gündelik hayatımı onlar gibi yaşayamıyorum ve yaşamayacağım hiçbir zaman. Acı ve tedirginlik verse de ben memnunum bundan; kendimi bir makasla kesip atamıyorum hayattan öyleyse umalım ki anı yaşamak kolay olsun.

Burada dükkanların önünde pas (açık) ya da kos (kapalı) yazıyor. Kendi dilimde harflerimle yazılmış bir sinema afişi gördüm bugün, insan orada yaşamayacak olsa da bir memleketi olmalı, harfleri konuşmalı, her zaman dönüp gidebileceğini bilmeli, işte böyle tam da baba evi gibi olmalı burası...

8-9 Temmuz

Burada her gün yeni bir şey görüyorum; Peter soruyor “are you enjoy”, “yes yes” diyorum ama bilmiyorum. Sürekli konuşan ve neredeyse dediklerinin yarısını anlamadığım çatlak, aksi ama bazen de şirin bir yaşlı adamla geçiriyorum vaktimi. Dün gece biraz gezebildik sonunda ışıklar altındaki Erivan çok daha tarihi gözüktü gözüme. Gündüz yemeğe bile bizi bir araç götürüyor, kenti bir araba camından görüyorum çoğu zaman ama iyi de oluyor bazen.

Adını bile unuttuğum bir kızla tanıştım minibüste, birkaç gündür etrafımızda ama konuşamıyordu. Iraklı bir Ermeni, savaştan sonra ailesiyle birlikte Ermenistan’a sığınmışlar, onun gibi Irak’tan kaçan yüzlerce Ermeni aile varmış, kökü ise taa Muş’a dayanıyor. Yüzyıl önce yurdundan edilmemiş olsaydı bu kız da şimdi Muş’ta yaşıyor olacaktı belki de... Bir savaş yüzünden yerinden yurdundan olmayacak, oradan oraya savrulmanın acısını çekmeyecekti. Erken dönmek için bilet almaya çalıştığımdan utandım, benim küçük burjuva kaygılarım yanında Iraklı kızın yaşadıkları utandırdı beni, ilk geldiğim gün dönemeyecekmişim gibi korktuğum bu topraklara insanlar savaştan kaçıp sığınıyorlar. Söylenecek pek fazla bir şey yok artık. Tüm gün gözümde canlandırmaya çalıştım o kızın yaşadıklarını, olmadı, sadece utanabildim bir de gizlice gözlerim doldu arada. Savaş hikayeleri hep uzaktı bana televizyon ve sinemadan görünüyordu, ilk defa bu kadar çok yakınlaştım, bu kez kendimden değil, düzenden utandım.

Çalışmalar başladı ve günler hızlı geçiyor, programlanmış gibiyiz sürekli aynı şeyleri yapıyoruz. Koordinatörümüz Peter, yaşlı ve biraz da çatlak ama bazen iyi şeyler söylüyor, insana uzaktayken iyi gelen şeyler, nasıl bu kadar genç ve bilge görünebiliyormuşum mesela... Bilmiyorum, bilge değilim çok ya da bilgeysem de günlük hayatımda öyle davranmıyorum. Zamanı gelince anlarım belki de... Farklı insanlar tanıdım burada her zaman yanıma kâr kalacak bu.. Bir de tabii ki Erivan beklediğimden daha güzel, keşke daha çok gezebilsem erken dönmeyi istemiyorum bir yandan ama bakalım....

Dönüş 14 Temmuz’u 15 Temmuz’a bağlayan gece 01.13 Erivan Havaalanı

Bitti! İlk günlerde alışamadığım yolculuk, dönerken hüzünlendirdi beni ama zaten yapacaklarım da tükenmişti artık, işe geri dönmek zorundaydım. Geldiğim ilk gün yaşadığım karanlığı üstümden atana kadar biletimi almıştım. Belki de dönecek olmanın verdiği rahatlıkla daha güzel geçti son günlerim yoksa hep bir telaş hep bir panik... Bir ülkeye alışmak bir insana alışmak gibi, caddeleri sokakları öğreniyorsun yavaş yavaş, bir süre sonra kendi başına gidip geliyorsun yolları, yolun sonunda da gideceksen eğer ardına bakmıyorsun. Kimseyi uyandırmadan, yavaş yavaş gecenin bir vakti caddeleri, sokakları içinde taşıdığın çantayı sırtlayarak veda ediyorsun.

Not: Fotoğraftaki çeşmede "Sevgili Hrant'a" yazıyor.

2 yorum:

  1. 'zaza': yazınızı okudum ama erivanla ilgili en ufak bişey anlamadım.bence kötü bi yazı..

    YanıtlaSil
  2. Hakikaten çok berbat bir yazı. Yazdıklarınız Bridget Jones'in günlüğü gibi. Erivan'ı mı anlatıyorsunuz yoksa neyi belli değil. Zorla gittiniz galiba.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.