Header Ads

CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke: 80 milyon kişi AKP’nin yarattığı ekonomik krizin göbeğinde yaşıyor


CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Doç. Dr. Selin Sayek Böke, "Bu kriz, küresel bir krizin Türkiye’ye yansımasının bir sonucu değil. Bu kriz, basbayağı Türkiye’nin kendi krizi. OHAL’i uzatan, KHK’larla Türkiye’de hukuku yerle bir eden, bir tek adam iddiasıyla demokrasiyi ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldıran siyasetin bir sonucu bu kriz " dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Böke’nin, Merkez Yönetim Kurulu toplantısı sonrası yaptığı basın açıklaması şöyle;

BU KRİZ TÜRKİYE’NİN KENDİ KRİZİ

Türkiye ekonomisi olağanüstü bir dönemden geçiyor. Öyle ki, Türkiye bir ekonomik krizin eşiğinde duruyor. Bu ekonomik kriz, daha önce yaşadığımız krizlere hiç benzemiyor. Bu kriz bir reel sektör krizi demiştik. Yani hepimizin evinde hissettiğimiz ve eğer hükümet gereken adımları atmazsa ve acilen atmazsa, her geçen gün evimizde daha da derinden hissedeceğimiz bir kriz bu. Ne 1994 krizine benziyor, ne 1999 krizine benziyor, ne 2001 krizine benziyor, ne de 2009 krizine benziyor. Bu bambaşka bir şey. Bu kriz küresel bir krizin Türkiye’ye yansımasının bir sonucu değil. Bu kriz basbayağı Türkiye’nin kendi krizi. OHAL’i uzatan, KHK’larla Türkiye’de hukuku yerle bir eden, bir tek adam iddiasıyla demokrasiyi ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldıran siyasetin bir sonucu bu kriz. Türkiye’yi dünyadan kopartma ısrarıyla Türkiye ekonomisini de dünyadan kopartan, vatandaşını da işsiz bırakan ve doğrudan fakirleştiren bir kriz bu. Yani kapısının eşiğinde durduğumuz bu kriz bir ekonomik kriz ama esasında özü bir siyasi kriz. O siyasi krizin özü de bir hukuk krizi, bir hukuksuzluk durumu. Bu hukuksuzluğu yaratanlar da, bu hukuksuzluğun devam etmesi için destek verenler de Türkiye’de 80 milyonun ortak olacağı bu krizin doğrudan müsebbibi olacaklar.

TÜRK LİRASI SON 10 AY İÇERİSİNDE DOLARA KARŞI %15 DEĞER KAYBETTİ

Eğer ekonomideki bu durum gerçekten küresel koşullardan kaynaklanıyor olsaydı, o zaman Türkiye’ye benzer bütün ülkelerde bugün aynı şeyi konuşuyor olurduk. Oysa Türkiye kendisine benzeyen bütün ülkelerden ciddi bir biçimde ve olumsuz bir biçimde ayrışmış durumda. Bunu görmek için çok uzağa bakmak gerekmiyor. Türk lirasına bakmak gerekiyor. Türk lirası son 10 ay içerisinde dolara karşı %15 değer kaybetti ve bu değer kaybının neredeyse hepsini son iki ay içerisinde yaşadı. Türk lirasının dolara karşı değer kaybına baktığınızda keskin artış 3 Ekim’de başlıyor. 3 Ekim’de Türkiye’de ne olduğuna baktığınızda, bu krizin Türkiye’nin krizi olduğu da apaçık ortaya çıkıyor. 3 Ekim benzer bir mikrofondan hükümet sözcüsünün OHAL’in uzatılacağını Türkiye’ye haber verdiği gün. OHAL’i uzatma kararıyla başlayan Türk lirasındaki değer kaybı devamında gelen hukuksuzluklarla, devamında gelen dış dünyadan kopartan gerginlikle, devamında gelen demokrasiden uzaklaştıran her adımla değer kaybetti. Üstelik kendisine benzeyen diğer bütün para birimlerine kıyasla çok daha fazla değer kaybetti. 3 Ekim’den itibaren Türk lirasının kaybettiği değer aynı dönem içerisinde Rus rublesinin kaybettiği değerden 3 kat fazla. Eğer bu kriz söylendiği gibi bir küresel kriz olsaydı o zaman Türk lirasının değer kaybıyla denk bir değer kaybını Rusya’da da görürdük. Yine aynı dönem içerisinde Türk lirası Güney Afrika’nın para birimine kıyasla da 3 kat daha fazla değer kaybetti. Yine aynı dönemde Türk lirası Bulgaristan’ın, Çek Cumhuriyeti’nin, Romanya’nın, Macaristan’ın, Polonya’nın para birimlerine kıyasla da iki kat daha fazla değer kaybetti. Türk lirası kendisine benzeyen bütün para birimlerinden iki kattan daha fazla değer kaybetti bu dönemde.

BU KRİZ İKTİDARIN YARATTIĞI BİR KRİZ

Bu kriz Türkiye’de siyasetin göbeğinde oturan iktidarın kendisinin yarattığı bir kriz. Bu kriz dünyadan Türkiye’ye gelen bir kriz değil. Başbakan dedi ki, “El ile gelen düğün bayram olur”. Bu kriz el ile gelmiyor. Bu kriz apaçık Türkiye’nin kendisinden geliyor. Apaçık AKP’den geliyor. Üstelik bu sıkıntı bütün dünyada yaşanmıyor, bütün Türkiye’de yaşanıyor. Türkiye Cumhuriyetindeki 80 milyon kişi AKP’nin yarattığı bu ekonomik krizin göbeğinde yaşıyor. Fırtınanın içinde. Her gün ekmeğini sofraya getirebilmek için döktüğü alın terini yarın dökebilecek mi endişesiyle yaşıyor vatandaş. Bu durum Türkiye’yi AKP’nin tek adam rejimi sevdasıyla içine ittiği güvensizlik ve istikrarsızlık yaratıyor. Bu durumun tek sorumlusu var, o da bu güvensizliği yaratan, bu istikrarsızlığı yaratan, dünyadaki en ufak esintiyi Türkiye’ye zatürre olarak taşıyan AKP’nin ta kendisi.

2002’DEN BU YANA VATANDAŞIN BORCU 60 KAT ARTTI

Bu kriz farklı dedim. Bu kriz farklı çünkü bu krizde hepimiz borçluyuz. Tek bir kurum değil, sadece kamu değil, sadece bir şirket değil, sadece bir hane halkı değil, Türkiye’nin hepsi borçlu. Biz birbirimizin borcuna da ortağız. İşte deprem dalgası deme sebebim bu. Öyle bir dalga ki, bu dalgada hepimiz ortağız zaten. Bugün bizi evinde izleyen sevgili Fatma teyze apartmanın altındaki Ali bakkala borçlu. Ali bakkal o bakkalın içerisine zar zor getirdiği ürünleri aldığı haldeki tedarikçisi Fatih beye borçlu. Haldeki tedarikçi Fatih bey çiftçi Osman’a borçlu. Çiftçi Osman zaten bankaya borçlu. Bankalar da dışarıya borçlu. Hepimiz borçluyuz. Bu krize Türkiye müthiş bir borçlulukla yakalanıyor. 2002 yılında vatandaşlarımızın bankalara olan tüketici ve kredi kartı borcu 6.6 milyar Türk lirasıydı. Bugün 2015 yılının sonunda bu borç 387 milyar Türk lirasına ulaştı. 2016 yılı içerisinde bu rakam 400 milyar Türk lirasını geçti. Yani 2002’den buyana vatandaşın borcu 60 kat arttı. Gönül isterdi ki, aynı süre zarfı içerisinde vatandaşlarımızın geliri de 60 kat artmış olsaydı. Gönül isterdi ki, bu borçla vatandaşımız bir zenginlik yaratabilmiş olsaydı. Ama maalesef 2002’de ailelerin gelirinin içerisindeki borcun payı %5,5’ken, yani 100 liralık gelir elde edenler 5,5 lira borçluyken bugün aynı oran %68. Yine 100 lira gelir elde ediyor ama 68 lira borçlu.

OHAL’İ KALDIRIN, HEMEN KALDIRIN

Değerli arkadaşlar, bu çizdiğim tabloyu daha da detaylandırmak mümkün. Çiftçinin, esnafın, küçük üreticinin, orta boylu sanayicinin, büyük sanayicinin, kamunun, bankaların, herkesin borcu benzer bir tablo sergiliyor. Bunu hafta başında zaten detaylı bir biçimde yine bu kürsüden sizlerle paylaşmıştım. Başbakanın o gün yaptığımız uyarıları ciddiye aldığını söylemesini açıkçası gönülden önemsemek istiyoruz. Dün ekonomiyi rahatlatacak, ekonomi politikasını yeniden konuşabilmemizi sağlayacak zemini oluşturulması gerekliliğini buradan söylemiştim zaten. Hemen bugün vakit kaybetmeden bu yaraya merhem olacak ekonomi politikalarını konuşabilir ve uygulayabilir hale getirmek için siyasetteki krizi çözmemiz gerekiyor. OHAL’i kaldırın derken, bunun için söylüyoruz. İnsanlar gece yatağa girdiklerinde, “Acaba yarın sabah kalktığımda bir KHK ile işsiz kalır mıyım” tereddüdü duymamalılar. Ali bakkal gece yatağa girdiğinde, “Yarın sabah kalktığımda benim haldeki tedarikçim acaba FETÖ’cülükle suçlanmış ve kapatılmış olur mu” diye tereddüt duymamalı. Bu güveni sağlama yükümlülüğü iktidardadır. Bu güveni sağlamanın tek yolu vardır, o da Türkiye’de OHAL’i kaldırmak, hukuku inşa etmek, yeniden demokrasi yolunda önemli adımları atmaktır. Bunlar olmadığı takdirde, bu sorunu Merkez Bankası’nın çözmesi mümkün değildir. Bunlar olmadığı takdirde, bu sorunu ekonomi paketlerinin çözmesi mümkün değildir. Bunlar yapıldıktan sonra atılması gereken adımlar konusunda biz hazırız. Reçete elimizde. Ama önce o reçeteyi konuşulabilir hale getirme yükümlülüğü sizde. Oysa ne oldu? Acilen toplantı yapacağız dendi, EKK toplandı, EKK’dan her zamanki hamaset çıktı. Yıllardır artık duymaktan bıktığımız yapısal reformlar çıktı. Bir türlü yapılmayan o reformlar artık başka reformların arkasında kaldı ihtiyaç olarak. Bugün hukuk inşa etmek gerekiyor. Bugün yeniden devleti inşa etmek gerekiyor. Bunlar olmadan sözünü ettiğiniz yapısal reformları artık söylemekte işe yaramıyor. Öyle ki, o EKK toplandı, verdiği kararı ancak özet olarak açıklayabildi. Çünkü bir yerden izin alması gerekti. Belli ki, o izni tam alamadı, dün toplanacaktı onu da yapamadı. Uyarılarımız ciddiye alınmış ,ama çözüm için ihtiyaç duyulan iradeyi gösterme yönünde herhangi bir adım yok. Daha EKK toplanamıyor. Bu akşam saraydan izinli EKK’nın Cumhurbaşkanı Başkanlığı’nda toplanmasını bekliyoruz. Belki böylece artık izin almak gerekmeyecek.

Yani Başbakan, “Ciddiye alıyoruz” diyor, ama EKK’dan çıkan cümleler bu ciddiyeti hiç yansıtmıyor. Topu Merkez Bankası’na atıyor. Oysa ki, artık Merkez Bankası’nın yapabileceği bir şey de kalmamış. Topu artık sündürülmüş yapısal reformlara bir kez daha atıyor. Oysa artık Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yapısal reformların doğası değişmiş. Yani yine ve yeniden bizleri oyalamaya çalışıyorlar. Baştan beri söylüyoruz. Türkiye’nin reform ihtiyacı var, bu ihtiyaçların ne olduğunu bizler biliyoruz zaten. Reçete burada. Yapma iradesini göstermeyeceksiniz çekilin biz yapalım.

Biz Pazartesi günü de söylemiştik, bir kez daha söyleme ihtiyacı duyuyoruz. Topu Merkez Bankası’na atmak, Merkez Bankası’nın geleceğini de karartmaktır. İşi yapamayacak hale getirdiğiniz Merkez Bankası’na bu yükü yüklerseniz, ileride Türkiye’de iş yapabilecek bir Merkez Bankası da bırakmamış olursunuz. Ekonomi sağlam, “Aman ha yazdırırız havuz medyasına devam ederiz” deyip geçiştirilecek bir durum olmaktan çıktı bu durum. Ekonomi lafla yürümüyor. Piyasalar, esnaf, kobi, evindeki Ayşe teyze, herkesin gözü burada. Herkesin gözü bu siyasi inadın biran önce bitirildiğinin haberinde. Bitirin bu siyasi inadı. Türkiye’yi birbirine düşürmeyi bırakın. Çözüm siyasette.

Bir de bir yandan da ekonomik olarak çok tehlikeli laflar ediliyor. Hani iyi niyetle bakalım diyoruz. Ne güzel ekonomik kriz olmasın diye can kulağıyla dinleniyoruz diyoruz, ama sonra aynı konuşmanın içerisinde Başbakandan kamu bankalarına dair akıllara ziyan cümleler duyuyoruz. Bu kriz başka krizlere benzemez dedik, ama içinde başka krizleri barındırabilir. Eğer kamu bankalarına 90’larda olduğu gibi görev zararı yazdıracak adımları bu iktidar atarsa, 90’larda yaşadığımız sonuçları, vebalini de bunlar çekerler. Ama bilmeliler ki o maliyet hepimizin maliyeti oluyor. Bilmeliler ki, bu yaptıkları fütursuzca açıklamalar sonunda vatandaşın işsizliği anlamına geliyor. Sonunda vatandaşın fakirleşmesi anlamına geliyor. Sonunda vatandaşın sofrasına getirdiği domatesin, biberin, en temel ihtiyaçların pahalanması anlamına geliyor. Bu tavır benzine bir günde 13 kuruşluk zam anlamına geliyor. Siyasette yaşanan bütün bunlar doğrudan vatandaşın sofrasının pahalanması anlamına geliyor.

Bu çok tehlikeli yoldan biran önce dönüleceğini umuyoruz. Üstelik Türkiye’yi sadece 90’lara götüren değil, bütün dünyadan ekonomik olarak da koparan bir yaklaşımdan da büyük bir endişe duyuyoruz.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak her konuda bir ana muhalefet partisine düşen sorumlulukla gerekli uyarılarımızı hep yapıyoruz. Daha önce de yaptık. Yıllarca FETÖ’yle ilgili uyarı yaptık dinlenmedi, bugün “Haklıymışsınız, kandırıldık” diyerek üste çıkılmaya çalışıldı. “Yıllarca mezhepçi dış politika çok maliyetli” dedik, dalga geçtiler bugün geldiğimiz noktada hepimiz ne kadar doğru olduğunu gördük. “Yıllarca bu ekonomik düzen böyle gitmez asgari ücreti arttırın” dedik, hatta seçimlerde bunu somutlaştırdık. O zaman “Yapılamaz” dediler, geçte olsa dönüp yaptılar. Eksik yaptılar ama bir adım attılar. Yani hep iş işten geçtikten sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nin söylediği noktaya geliyorlar. Bir kez daha rica ediyoruz. Bu sefer bu uyarılarımızı kriz daha da derinleşmeden, yaygınlaşmadan, deprem dağılmadan gelin dinleyin ve gereğini hemen bugün yapın.

GELİN PARLAMENTER SİSTEMİ GÜÇLENDİRELİM
Ne yapılması gerektiğini de tekrar edelim. OHAL’i kaldırın, hemen kaldırın. Uzatmayın demiştik zaten. 3 Ekim’den itibaren 40 kuruş değer kaybeden Türk lirasındaki değer kaybının sebebi OHAL’dir. OHAL’i uzatanlardır. Uzatmayın dememizin sebebi budur. Rejim tartışmasını bitirin. Başkanlık tartışmasını alevlendirdiğiniz iki günde Türk lirası 4 kuruş değer kaybetti. Sadece Başkanlığın tartışmasını açtığınızda. Bırakın bu inadı. Hemen bugün bitirin. Gelin parlamenter sistemi güçlendirelim. Gelin gerçek demokrasiyi bu hafta müthiş faydasını gördüğümüz parlamentodan bütün Türkiye’ye yayalım. Dış dünya ile ilişkileri germeyin. Türkiye’ye hak ettiği yeri siz sağlayın. Bunlar yapılmazsa iflaslar olacak. Bunlar yapılmazsa sokak başlarında çiçekçiler olmayacak. Bunlar yapılmazsa kepenkleri kapalı bakkallar olacak. Bunlar yapılmazsa işsizler ordusu 6 milyon değil, buna eklenmiş 6 milyonlar daha olacak.

Değerli arkadaşlar, dünyadan Türkiye’yi koparma maceraperestliği daha önce dış politikada uygulanıyordu, maliyetini hep birlikte gördük. Hatta canlarımızla ödedik. Şimdi aynı maceraperestliği ekonomi politikalarında görüyoruz. Türkiye’yi ekonomik olarak dünyadan kopartma istediği görüyoruz iktidarda. Bu heves asla kabul edilemez. Kötü siyasetle ekonomide yaşanan depremi biraz önce tarif ettim zaten. Ekonomide Türkiye’yi dış dünyadan kopartan her adım bu depremi daha da derinleştirir. Bu depremi daha da yaygınlaştırır. Biraz önce çizdiğim tabloyu daha büyük bir felakete götürür.

ŞANGAY 5’LİSİ ASLA AB’NİN YERİNİ TUTAMAZ

Bir Şangay 5’lisidir gidiyor. Türkiye açısından Şangay 5’lisi asla AB’nin yerini tutamaz. Türkiye ekonomisi sanıldığından çok daha fazla AB ile entegre zaten. Üyeliğin sürecinde olabiliriz ama ekonomik olarak zaten biriz. AB Türkiye’nin toplam ihracatının %48,5’unu oluşturuyor. Neredeyse yarısını. Yani burada ürettiğimiz, üretip gelir kazanmak için sattığımız ürünlerin yarısını biz AB’ye satıyoruz, paramızı oradan kazanıyoruz. Şangay 5’lisi denen Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Rusya bu Şangay 5’lisi ihracatımızın içerisinde sadece %3’lük bir paya sahip. Biz gelirimizi elde etmek için üretimini yaptığımız o %50’lik ürüne arkamızı döneceğiz, ihracatımızın sadece %3’ünü yaptığımız bir pazara geleceğimizi bağlayacağız. Olacak şey değil.

Aynı tablo ithalatımızda da var. Türkiye’de üretim ithalata bağımlı. Yani dışarıdan ürün almadan Türkiye’de bir katma değer yaratmak mümkün değil. Bu ithalatımızın yaklaşık %40’ını AB’den yapıyoruz. Ona arkamızı dönüp ithalatımızın %21’ini yaptığımız Şangay 5’lisine yüzümüzü dönmemiz, Türkiye’nin üretememesi demek olur. Türkiye’nin fakirleşmesi demek olur. Türkiye’de işsizlik demek olur. Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımlara bakın. %42’si, neredeyse yarısı AB’den geliyor. Burada fabrika kuruyorlar, istihdam yaratıyorlar. Türkiye’deki işsizlik sorununun çözümüne ortak oluyorlar. Şangay 5’lisinden gelen yatırımlar sadece %8,8’i. %42’ye arkamızı döneceğiz, %8,8’den medet umacağız. Ekonomide durum buyken maalesef hukukun üstünlüğü sıralamasında, yani demokraside, özgürlüklerde, hukuk değerlerinde bir ekonomiyi ekonomi yapan en temel değerlerde zaten Türkiye Şangay 5’lisinin bir parçası. Bu 5 ülkeyle beraber hukukun üstünlüğü sıralamalarında son sıralardayız zaten. Biz Türkiye’yi oradan çıkartalım diyoruz. Türkiye’yi demokraside bir dünya devi yapalım. Türkiye’yi hukukta bir dünya devi yapalım. Öyle olsun ki, o dev zaten ekonomik olarak da bir deve dönüşebilsin.

TÜRKİYE ERDOĞAN’DAN DAHA BÜYÜK BİR ÜLKE

Türkiye’nin AB ile ekonomik ilişkileri zaten çok derin. 1996’da yapılmış olan Gümrük Birliği Anlaşması Türkiye’nin üretimini değiştirdi. Türkiye düşük teknolojili ürün üreten bir ülke olmaktan, orta teknolojili ürün üreten bir ülke olmaya doğru evirildi, zenginleşti. Ürettiği ürünlerin değeri arttı. Çünkü fabrikalardaki üretim bantları Avrupa Birliği’yle uyumlu bir ekonomik düzene geçti. Şimdi buna arkanızı dönmek demek; 1996’dan beri bu uyumu sağlamak için kendisini yenilemiş bütün Kobilere, bütün üreticilere o üretim bantlarınız ve yatırımlarınız geçersizdir demek. Türkiye’de üretimi öldürmek demek. Hiçbir iktidarın, hiçbir cumhurbaşkanının bunu yapmaya hakkı yok. Şangay beşlisi diyenler kendi saray ihtiraslarıyla bunu söylüyorlar. Gerçekten Türkiye diyenler, Türkiye’nin ekonomik refahı diyenler, Türkiye’nin yüzünü batıdan başka bir yöne dönemeyeceğini bilirler. Bu zaten zor durumda olan reel sektör şirketlerimize yeni bir darbe olur. Yeni bir yük yaratır. Kimsenin bunu yapmaya hakkı yoktur. Avrupa Birliği’yle ilişkileri gerenler bu gerginliğin bir oyuncak olmadığının acilen farkına varmalılar. Bu hafta Avrupa Parlamentosunda bir karar verilecek. Burada Avrupa’ya da seslenmek istiyoruz. Avrupa Türkiye’nin birden büyük olduğunu anımsamalı, Türkiye Erdoğan’dan daha büyük bir ülke, Türkiye yıllardır batı ile entegre olmuş bir ülke, Türkiye çağdaşlaşma yolunda kimi zaman batıdan daha hızlı ilerlemiş bir ülke. Umuyoruz ki; Avrupa Birliği bu gerçeği göz ardı etmeden karar verir. Ve umuyoruz ki; Türkiye’de iktidar verilecek bütün kararlara dair çalışmasını ve hazırlığını yapmıştır. Buradan sormak ihtiyacı duyuyoruz. Avrupa’yla bilerek, isteyerek yarattığınız gerginlik sonucunda Türkiye ekonomisini yıkacak bir ticaret ambargosu gelirse ne yapacaksınız, hazır mısınız? Bilerek, isteyerek gerdiğiniz bu ilişkinin iplerinin kopması ihtimalinde, Gümrük Birliği ortadan kaldırılırsa, yıllarca emek vermiş bu birliğe uyum sağlamak için yatırım yapmış olanlara ne diyeceksiniz? Orada çalışan işçiyi nasıl koruyacaksınız? Hazır mısınız? İpleri gererken bunları düşünmek gerekiyor. Bir hükümetin işi vatandaşına ek yük yaratmak değil, ortaya çıkan sorunlarını çözmektir. Ancak maalesef AKP iktidarı sürekli sorun yaratıyor.

ÇOCUKLARIMIZA DOKUNMAYIN

Değerli arkadaşlar, bu sorunların çözümünün parlamentoda olduğunu, güçlendirilmiş bir demokrasi de olduğunu hep söylüyoruz. Bu hafta mecliste yaşanan bir olay bu ihtiyacın ne kadar da elzem olduğunu gösterdi. AKP saraydan aldığı emirle bir cinsel istismar önergesi getirdi. AKP’ye karşı ilk adımı parlamentoda muhalefet attı. Cumhuriyet Halk Partisi attı. Parlamentonun varlığı sebebiyle, parlamentoda muhalefetin sesinin çıkabilmesi sebebiyle bu rezillik o gün teşhir edildi. Parlamentoda iç tüzük sayesinde ortaya çıkan imkanlarla yani demokratik imkanlarla oylama Salı gününe kaldı. Sonuç; Salı gününe kadar toplumsal muhalefet kadınların öncülüğünde sokaklara çıktı. “Çocuklarımıza dokunmayın” dediler. “Kadınlara dokunmayın” dediler. “Elinizi insanların üzerinden çekin” dediler. Yerlerde sürüklenmek pahasına bunu yaptılar. Ama Türkiye’de karış karış buna “Hayır” dediler. Cumhuriyet Halk Partisi’nin önderliğinde ortaya çıkan bu toplumsal muhalefet bir demokrasi zaferidir. Bugün attırılmış olan o geri adım kapatılan bir konu değildir. Toplumsal muhalefet tarafından kapattırılan bir konudur. Cinsel istismar önergesini Türkiye gündeminden kaldırmayı başarmış olanlar kadınlardır, toplumsal muhalefettir ve buna öncülük yapmış olan parlamenter demokrasinin parçası Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Daha iyi bir gelecek için neye ihtiyacımız olduğu çok açık. Güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasi, çocuklarımızın sağlığı içinde, kadınlarımızın şiddet görmemesi içinde, soframıza o ekmeğin gelmesi içinde elzem. Başkanlık iddiası bunların hepsini yok etmeyi hedefliyor. Bizde buna izin vermeyeceğimizi söylüyoruz.

Soru- Sayın Kılıçdaroğlu dün grup toplantısında şehitlerle ilgili bir konuşma yaptı. Daha sonra Milli Savunma Bakanlığı bir açıklama yaparak çok da öyle olmadığını açıkladı. Konunun açıklığa kavuşması açısından bir değerlendirmeniz olacak mı?

Selin SAYEK BÖKE- Esasında zannedersem en açık olan Cumhuriyet Halk Partisiydi de kafası yine en karışık olan hükümetin kendisi. Cumhuriyet Halk Partisi şu görüşte ve bu görüşü yıllardır söylüyor. Şehit şehittir. Makamdan bağımsız, mevkiden bağımsız. Poliste olsa, subay da olsa, astsubay da olsa, sözleşmeli erde olsa, erbaş da olsa şehit şehittir. Şehitler arasında ayrım yapılamaz. Eğer bu ayrımı ortadan kaldıracak bir düzenleme yapılacaksa bu düzenleme şehitlerin bir grubuna yapılamaz. Bütün şehitleri içine dahil edilecek şekilde bu düzenlemenin yapılması çok daha önemlidir. Burada bir kez daha kimin kafasının karışık olduğu maalesef ortaya çıkıyor.

Soru- Peki efendim aynı açıklamada yani Milli Savunma Bakanlığının açıklamasında aslında kanunun 2009’da çıktığı, yani bir ayrımın olmadığı belirtiliyor. Bu anlamda bir bilgilendirme eksikliği mi yapıldı Sayın Genel Başkana? Yani var olan kanun 2009’da.

Selin SAYEK BÖKE- Var olan kanunun içerisinde zaten bu söylediğim ayrım var. Sözleşmeli erbaş ve erler o kanun maddesinin içerisinde yoklar.

Soru- Sizde değindiğiniz ama dün Cumhurbaşkanı Avrupa Parlamentosunun yapacağı oylamaya tepki gösterdi. Cumhuriyet Halk Partisi olarak vermiş olduğunuz Avrupa Parlamentosu Başkanı, Avrupa Parlamentosu gruplarıyla bir iletişim kurma, temas kurmayla ilgili sizin düşünceniz nedir?

Selin SAYEK BÖKE- Cumhuriyet Halk Partisi nasıl ki içeride, Türkiye içerisinde gerekli bütün uyarıları yapıyorsa Türkiye’de 80 milyonun ihtiyaç duyduğu her konuda Türkiye için gereken bütün aktörlere sürekli uyarılarını yapıyor. Biz bunu zaten Avrupa Birliği’ne uzun süredir söylüyoruz. Türkiye’nin birden büyük olduğunu herkesin görmesi gerekiyor.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.