Sansür yok, klişe yok: Deadpool'un sansürsüz Türkçe dublajının perde arkası
Röportaj: Sevim Gözay @SevimGozay
Bugünkü sinema arkadaşım, vizyondaki anti süper kahraman Deadpool’u seslendiren Harun Can. X-Men serisinden çıkan Marvel karakterinin bu ilk filmi, adına açılan #DeadpoolSansürsüzOlsun kampanyası neticesinde sansürsüz bir Türkçe dublajla vizyona girdi. Harun Can’la buluşma fikrim de böyle doğdu. “Lanet olsun”, Canın cehenneme”, Senin derdin ne adamım” gibi dublaj klişelerinin hiçbiri yok bu filmde. Seslendirme sanatçısı, oyuncu ve müzisyen Harun Can 30 yıllık kariyerinde sayısız film, dizi ve reklam seslendirdi. Ve diyor ki, “Hayatımda ilk kez küfürlerden küfür beğendim bu filmde”. Harun’un bir özelliği de çok genç bir fan kitlesine sahip olması. Yani 15 yaş civarı gençler seslendirmeci takip ediyor, ismini bilmekle kalmayıp onu fiziken tanıyor ve gördüğü yerde yanına koşuyor. Çok acayip! İyi ki seyircili izledik, genç sinemaseverleri farklı bir açıdan tanıma fırsatı oldu bu benim için. Ama kolay olmadı, yetiştiğimiz seans dolu olduğu için bir sonrakine bilet bulabildik ancak. Filmi beklerken başladık böylece sohbete, işte kayıt!
“FİLMDEKİ ESPRİLERİN HEMEN HEPSİ İÇİN 4-5 FARKLI VERSİYON YAPTIK, HAYATIMDA İLK DEFA KÜFÜRLERDEN KÜFÜR BEĞENDİM”
Uzun yıllardır seslendirme yapıyorsun Harun, şunu merak ediyorum; çeviri metni sonucu ne kadar etkiliyor? Seslendirme yönetmeni ne kadar etkiliyor? Mikrofon önü ne kadar etkiliyor?
Sorunun cevabı hazır olarak yok kafamda, çünkü daha önce kimse sormadı bunu! Sorman enteresan, çünkü bu üç bileşen çok kritik. Televizyonda değilse de sinema işlerinde çok özenli çalışılıyor, bunu söylemek isterim önce. Hatta sinema işlerinde bu ülkedeki kadar özenli çalışılan bir lokalizasyon bölgesi olduğunu sanmıyorum. Yaptığımız bütün işlerde yapımcı firmadan teşekkür mesajı alıyoruz. Sinema dublajı yapılmış bir filmde hata gerçekten çok düşüktür ve ince çalışılmıştır.
İyi bir film çevirisi nasıldır?
Filmi çeviren kişinin o ülkenin kültür yapısına hakim olması gerekir bir kere, artı dramaturji bilmesi gerekir. Ne yazık ki Türkiye’de bu konuda yetişmiş çok az çevirmen var. Ben yıllar içinde sokak İngilizcesine, slang’e (argoya) hâkim olmak durumunda kaldım, yeri geliyor simultane çevirmek durumunda kalıyorum çünkü.
Metnin dışına çıkıyorsun?
Hemen hiç bağlı kalmıyorum açık söylemek gerekirse. Sayfaya bakarım, yazan her şeyi okurum, sonra gözümü ekrandan hiç ayırmadan ona uygun, doğaçlama ve ağıza oturan bir şey yaparım. Esprilerin çoğunu yerelleştiririm, karaktere uygun Türkçe bir karakter yaratırım yeniden ve onu onun üzerine giydiririm. Benim çalışma biçimim budur.
Bir virtiözlük bu anlattığın, herkes böyle değildir herhalde?
Teşekkür ederim, onore ediyorsun. Bizim işimiz, yapılmış olan bir ürünü kendi insanımıza, olabilecek en iyi şekilde ulaştırmak. Ben bir ekibin küçük bir parçasıyım aslında ama küçük parçalar fark yaratır. Bir saatin içindeki en küçük bir yayı çıkarttığınızda bozuk çalışmaya başlar. Ben kendimi öyle konumlandırıyorum ve sistemin doğru çalışmasını sağlamaya çalışıyorum.
Zorlandığın şeyler?
Çok, ama önemli değil. İşimi seviyorum.
İyi bir seslendirme yönetmeni nasıldır?
Yönetmen kesinlikle oyunculuk bilen biri olmalı. İşini çok iyi yapan arkadaşlarımız vardır ama seslendirme yönetmenliği, oyuncunun kanallarını bulabilmek demektir. Yönetmenin size nasıl bir ton verdiği değil, sizin ve yönetmenin anlaşıp karaktere en uygun olanı bulmanızdır çünkü önemli olan. Bu anlamda yönetmen çok kritiktir.
Kaç etkin seslendirme yönetmeni var piyasada?
Çok yok. Sinema işleri ağırlıklı olarak 2-3 şirkette yapılıyor. Seslendirme yönetmenliği titriyle yaşayan çok insan vardır, ama toplasanız 5 filandır sinemada.
Zor muydu Deadpool’u konuşmak?
Karaktere girdiğiniz zaman -özellikle bir başrol seslendirmesi yapıyorsanız- stüdyoda ‘o’ olarak var oluyorsunuz. Açıkçası ben Deadpool için stüdyoya girdiğimde başka biriydim.
Nasıl biri Deadpool?
Ben çok çizgiroman insanı değilimdir ama anti kahramanlara bayılırım! Trendkill insanlara bayılırım, yani herkesin beklediğini yapmayan, modaya uymayan. Deadpool süperkahraman dünyasında böyle bir adam. Harika, tam benlik!
“SÜPERKAHRAMAN DÜNYASINDA İLK KEZ DÖRDÜNCÜ DUVARI YIKAN BİR KAHRAMAN. SİNEMA PERDESİNDEN SİZE BAKIP SİZİNLE KONUŞUYOR VE BU ÇOK EĞLENCELİ!”
Nasıldı seslendirme süreci?
Yönetmenimiz Didem Atlıhan mükemmeldi. Bir işi hem her noktasından kavrayıp, hem de işin yaratıcı kısmını engellemeden hakimiyet kurmak çok zor. Ancak saygı ve sevgiyle olabilecek bir şey. Güç, eğer onu hissetmiyorsanız faydalı bir güçtür. Didem sağolsun bana güvendi ve beni bu rol için kendisi istedi, çok teşekkür ederim. Beni çok mutlu etti, birinin sizi isminizle istemesi bu sektörde nadir bir şeydir.
Bir dublajcının kaderi seslendirme yönetmenlerinin seçimlerine mi bağlıdır?
Kısmen öyledir, evet. Ben çok şanslıyım ve iyi bir örnek değilim o nedenle. Şanslıyım, çünkü 86 yılından beri eğitiliyorum. TRT beni sınavla aldığında Rüştü Asyalı, Ecder Akışık, Ergün Uçucu, Erdal Küçükkömürcü, Sungun Babacan, Yekta Kopan öğretmenlerimdi. Bazıları hem öğretmenim hem dostum halâ. Bana ağabeylik yaptılar, iş ahlâkı öğrettiler. Şimdi ben kursa gidip de seslendirme yaptığını iddia eden arkadaşlara ne diyebilirim ki?
Bir film sana geldiğinde ne oluyor, bir kopyasını mı veriyorlar hazırlık için?
Yo, hiçbir şey vermiyorlar.
İzlemeden mi giriyorsun stüdyoya?
Tabii ki. Meselâ bu film 3 ay önce geldi. Okeyleştik, sonra bir fragman yaptık. O zaman karakter hakkında derin bir fikrim yoktu açıkçası. Belli oyunculuk zorunlulukları vardır, mekansal zorunluluk, zamansal zorunluluk, kitlesel zorunluluk, ekrana baktığımda onları anlamaya çalıştım. Sonra çalıştım, ikinci fragmana kadar karakterin bütün çizgi romanlarını okudum. Bir yandan da Facebook üzerinde çizgi romancıların, geek’lerin bütün sohbetlerine izleyici olarak katıldım. Ben biraz farklı bir dramaturji çalışması yapıyorum, ürünümü kime satacağımı da görmek istiyorum.
“ÜRÜNÜ SATIN ALAN KİTLENİN MUTLU OLACAĞI VE ÜRÜNÜ DOĞRU ŞEKİLDE ANLATACAK BİR AYAR BULMAK GEREKİR, BEN BUNU ARADIM VE BULDUK GALİBA.”
Kimdir bu filmin kitlesi?
Çok genç arkadaşlar aslında. Ülkenin en dinamik ve aktif kitlesi onlar ve çok kalabalıklar. 10’lu yaşlar ve 20-25 yaş grubu.
Sansürsüz dublaj nasıl mümkün olabildi peki?
Didem Altıhan yönetmenimiz, Ali Arıkök ise hem müşteri ilişkisi yürüttü bizim için hem de teknik işleri üstlendi. Bir tonmaister olmanın çok üstünde bir performansla çalıştı. Biz stüdyoda üç kişiydik, Ali, Didem ve ben. İki defa dokuzar saatlik seanslar yaptık.
“FİLMDEKİ ESPRİLERİN HEMEN HEPSİ İÇİN 4-5 FARKLI VERSİYON YAPTIK. HAYATIMDA İLK DEFA KÜFÜRDEN KÜFÜR BEĞENDİM, O YÜZDEN DUBLAJI ÇOK ESPRİLİ OLDU, MUADİLİ YOK.”
Altyazılı versiyonu izledin mi bu arada?
Bunu sorman da enteresan oldu, evet izledim ve altyazıda daha az espri var, daha sınırlı. Bizden biraz daha çekingen olmuş.
Peki nasıl oldu da, dublajda bu kadar cüretkâr davranabildiniz?
Risk aldık.
Orijinaline uygun konuşarak?
Orijinaline ve dilimize uygun konuşarak. Tek filtrem kadın üzerinden küfür edilmemesiydi, dolayısıyla sadece onları çevirmedik. ‘Motherfu*ker’ gibi ifadeleri ancak kadına değer veren toplumlarda anabilirsiniz bir eğlence işinde, bizim bu ülkede böyle bir rahatlığımız yok. Argolu sahnelerde buna özen gösterdik, kadınlı küfür etmedik, bunun dışında ise hiçbir şeyden çekinmedik.
Peki bu iş çekinmeden yapılabiliyorduysa, niçin şimdiye kadarki filmlerde “lanet olsun”, “canın cehenneme” gibi klişeler kullanıldı hep?
Bilmiyorum. Herkes ideal eş, ideal koca, ideal çalışan olmak istiyor galiba. Ben öyle değilim.
“BENCE O KADAR SANSÜR YOK BU ÜLKEDE AMA KORKU BİZİM İÇİMİZE İŞLEMİŞ. YENİ ŞEYLER DENEMEKTEN ÇEKİNEN BİR TOPLUMUZ BİZ.”
Beğeniye hitap ederek iş modellemek sizi farklı bir şey yapmaktan alıkoyar. Çünkü topluluk bir önceki beğendiği şeyi ister. Ben buna heyecanlanamıyorum. Yeni şeyler denemeye açık insanlar görmek harikaydı bu filmde, bu çok nadir bir şey bizim sektörde. Güzel bir ekiple bir araya geldik, bana imkân verdiler ve filmdeki sanatçıların hepsi de harika iş çıkarttı.
“SESLENDİRME MESLEĞİ BİLİNMİYOR VE HERKES YAPABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR. AMA HAYIR, ÇOĞU İYİ OYUNCUNUN BİLE YAPAMADIĞI BİR İŞTİR BU.”
Önce iyi ve bilgili bir oyuncu olur, sonra seslendirme sanatçısı olursunuz. En azından şu anki sistem böyle. Eski sistemde, bir filmi izleyip prova edip hücum kayıtlar yapılabiliyordu (herkesin bir arada ve diyalog halinde olduğu). Ben o dönemden yetiştim, 90’ların ortasına kadar bu iş böyle yapıldı. Şimdi ise stüdyoya tek başına giriliyor. Yanınızda pas alacağınız, pas vereceğiniz bir oyuncu yok. Diğer karakterleri kimlerin seslendirdiğini bile bilmiyorsunuz.
Nasıl dublajcı olunur bugün?
Ben akademik eğitime çok inanıyorum. İnsanlar kızıyor ama bu bir gerçek. Artık ‘alaylı’ öğrenmek diye bir şey kalmadı. Mümkün değil, bir lanoratuar ortamı yok ki alaylı öğrenilebilsin. Meslekteki ustalar azalıyor ayrıca, bu kadar az usta varken bu kadar çok çırağı kim yetiştirecek? O yüzden çırak kendini geliştirecek.
Nasıl geliştirecek?
Konservatuarda ezber çalışırken yamuk yumuk bir topum vardı, o topu duvara atıyordum, top her seferinde duvardan farklı bir yöne sekiyordu. Onu atıp tutarak refleks ve ezber çalışıyordum.
Dublajda ne işine yarıyor bu?
Elimde bir text var, hayatımda ilk defa görüyorum o metni. Hayatımda ilk defa gördüğüm bir film var karşımda, kulağımda hayatımda ilk defa duyduğum sesler var ve oyunculuk yaparak o seslerin üzerine senkron konuşmak zorundayım. TV işlerinde 120 dakikalık bir filmin kaydından 1 saatte çıkıyorum meselâ. Bu ne demek? Film boyunca 10 kere filan takılmaya imkânınız var. Ve bu sırada elinizdeki çeviriyi de bir yandan toplarlıyor olmanız gerek.
“SESLENDİRME BİR SORUMLULUK İŞİ, ÇÜNKÜ ÇOCUKLAR KONUŞMAYI TELEVİZYONDAN ÖĞRENİYOR, TV’DEKİ DİL ÖNEMLİ.”
Dublajlı film izlemeyi küçük gören bir bakış var, farkındasın muhakkak, neler hissettiriyor?
Çok düşüncesizce. Özellikle genç arkadaşlar arasında var -ne kadar kültürlü olduğunu göstermek için- “ben altyazılı izliyorum ya dublaj yapılmasın, iğrenç oluyor” gibi bir algı var. Halbuki o beğenmediğin dublaj senin dilini koruyor. Ben Avrupa’nın önemli şehirlerinin yarısını dolaştım ve şunu söyleyeyim, Avrupa’da altyazılı film bulmanız zor sinemalarda. Çünkü kotalar var, zorunluluklar var. “Ben altyazılı izliyorum” diyenlerin ne kadarı İngilizce biliyor ayrıca? Onu da bir yana bırakın, bu sizin diliniz arkadaşım.
En çok ne seslendirmeyi seviyorsun?
Son zamanlarda tarih ve biyografi okumayı çok seviyorum. Eğitimim gereği tiyatro metinlerine çok ilgiliyim (Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Tiyatro Bölümü). Şu son yapılan Macbeth seslendiriliyor olsa, Michael Fassbender’i konuşmayı çok isterim. Ama çok genç kalıyorum onun için, öyle bir sorun var.
Hadi vakit geldi, gidelim ve Deadpool izleyelim!
Sinemada ilk defa izleyeceğim bu arada kendi konuştuğum bir filmi, heyecanlıyım! (Kahkahalar)
DEADPOOL’DA DURAĞAN BİR AN YOK, SÜREKLİ TETİKTEYİZ!
Salonda yanımıza gelen gençler, “Harun abi, filmi dublajlı izlemek için 4-5 saattir bekliyoruz, harikasın abi” diyor yüzünde kocaman gülücüklerle. Film çıkışı ise genç hayranlarıyla fotoğraf çekilmesini beklemek durumunda kalıyorum Harun’un. Böyle bir dublajcı şöhretine ilk kez tanık oluyorum doğrusu. Kitlenin tamamı erkek bu arada. Hayranlar tenhalayınca kayıt düğmesine basıyorum yeniden…
İlk defa mı izledin sen şimdi kendi konuştuğun bir filmi sinemada?
Öyle oldu gerçekten uzun zamandır ilk.
Mutlu musun?
Mutluyum. Seyircinin güldüğü, tepki verdiği yerleri deneyimlemek, insanların eğlendiğini görmek tatlı bir şey.
Beklediğin yerlerde tepki aldın mı?
Evet, aldım. Özellikle de jenerik sonrasında bir sahne var meselâ, onu bekleyenler filmi çok sevenler bence. Salonun büyük kısmı da bekledi zaten.
Seven kadar sevmeyen, kızan da olacaktır, hiç korkmadın mı?
Korkmadım, bu böyle bir iş. Ben insanlara küfrü güzel gösteriyor ya da çocukları küfre özendiriyor değilim. Adamlar böyle bir film çekmiş, biz de bunu böyle seslendirdik. Yani olmayan bir şeyi yaratmış değilim. Evet bazı sanatsal tercihlerim oldu ama o da bana kalmış bir şey.
“BENCE SOKAKTA VE OKULLARDA DAHA AĞIR KÜFÜR VAR. BU SADECE EĞLENCELİK BİR İŞ VE ÇOÇUKLAR DA BUNUN FARKINDA.”
Kitle canavar, güçlü bir iletişimin var, neler öğreniyorsun onlardan?
Evet, çok fazla çocuk işi yapıyorum. 10 yaşından küçük bir kitlem de var, çok aktifler ve benim kendimi doğru tutmamı sağlıyor onlar. Çünkü sahici bir şey yapmazsanız sizi sevmezler, bu kadar net. Onlar beğenmediyse yeterince samimi, yeterince gerçek olmamıştır. O kitle yanılmıyor, çünkü hiçbir hesapları yok.
Başka?
Bir de işte 10’lu yaşlar kitlem var. Onları sosyal medyada takip ediyorum, yorumlarını okuyorum.
“KONSANTRASYON SÜRESİ ÇOK DÜŞÜK BENİM KİTLEMİN. DOLAYISIYLA BEN YAPTIĞIM İŞİ SAVSAKLAYAMAM, UYKUSUZ OLAMAM, SESİM YORGUN OLAMAZ. KENDİME İYİ BAKMAK VE ONLARA ADAM GİBİ İŞ SUNMAK ZORUNDAYIM.”
Çocuklar küfürle neden bu kadar eğleniyor sence?
Hani vardır ya bir büyüme hevesi, büyükmüş gibi davranma merakı, biz de öyleydik! Sonra geçiyor, geçecek. Bu çocuklar da büyüyecek, o yüzden çok da eleştiresim yok. Benim sorumluluğum onlara ya da topluma örnek olmak değil, böyle bir vasfım yok, ne haddime.
“BEN EĞLENCE İŞİ YAPIYORUM VE KARŞIMDAKİ İNSANLARI MUTLU ETMEYE ÇABALIYORUM.”
Prensiplerim var; düzgün Türkçe konuşmak, doğru cümleler kurmak, kadını küçük düşürmekten kaçınmak. Herkese de tavsiyemdir, kırmızı çizgilerinizi belirleyin ve topunuzu istediğiniz gibi oynayın.
Öte yandan, bu ergen seyirci hegomanyasının sinemayı mahvettiği düşüncesi var.
Çok akıllıca yapılan işler var oysa, çok yanlış bir düşünce.
Bu filmler de kitlesi de sadece tüketim odaklı görülüyor ve bunun sanat olmadığı düşünülüyor genellikle.
Tüketim evet, ne var bunda? Bu bir iş, bir sektör. Ucuz iş yapmak da kolay bir şey değil ayrıca. Konsantrasyonu düşük süreli insanlara sunacağınız bir işte o kadar akıllıca davranmanız gerekiyor ki. Nasıl sanat değilmiş? Oradaki kurgu sanattır, kimse kusura bakmasın.
“HER ŞEY SONSUZ OLMALIYMIŞ GİBİ DEĞERLENDİRİLİYOR VE BU ÇOK KASINTI BİR HAVA YARATIYOR. BAZI ŞEYLER UÇAR GİDER VE HATIRLADIĞINIZDA GÜLÜMSERSİNİZ. YETERLİ.”
Beğenmeyebilirsiniz, ben de bazı işleri beğenmiyorum. Ama bizim toplumun motivasyonu eleştirmek ve eleştirmek kusur söylemek gibi algılanıyor. Halbuki eleştiri bilgi barındırmak zorundadır. Atasözleri herkesin dilinde geziyor ama “sus ki âlim sansınlar”, “söz gümüşse sükût altındır” sözlerini kimse umursamıyor.
Ağır, depresif karakterler de konuşuyor musun?
Konuşuyorum, çok da severim. Requiem for a Dream’de Jared Leto’yu, Brokeback Mountain’de Heath Ledger’i seslendirdim. Daha çok var ama hatırlamak zor, 10 binlerce parça iş yaptım bugüne kadar.
Seslendirmede başına gelen en acayip bir şey?
Kötü bir tecrübe yaşamıştım, bir adamın başına gelmesi tatsız şeylerden biri geldi başıma ve çok üzgündüm.
Kız meselesi mi?
Kız meselesi ama kötü yani. Ertesi gün kayıtta bir aşk hikâyesi seslendirmem gerekiyor. Abartmıyorum, kayıt boyunca hüngür hüngür ağladım. Arada ağlama krizine girdiğim için kayıt kesiyorduk, ekip ışıkları kapatıp çıkıyordu, ben ağlamaya devam ediyorum. (Gülüyor) Çok travmatik bir olaydı.
İyi kazanıyor mu Türkiye’de dublajcılar?
Hayır, çok kötü. Bu işi yapan taş çatlasa 200 kişi vardır, yoğun olarak yapan 50 kişiyi geçmez. Bunların içinde çoğu kirasını ödemekle ilgili sorun yaşıyor. Rahat yaşamıyor, üç ay sonrayı göremiyor, hemen hiçbirinin sosyal güvencesi yok. Ve bunlar çok yetenekli insanlar! Çalıştığımız stüdyoları filan da suçlamıyorum ama bu ülkede şöyle bir arıza var; kimse daha fazla para kazanmak istemiyor.
Nasıl?
Şöyle; TV kanalı bir filmin dublajına daha çok para verdiğinde, daha kaliteli bir iş yayınlayacak, daha çok reklam alacak, daha çok kazanacak. Stüdyo daha çok kazanacak, sanatçı daha çok kazanacak, win-win! Herkes daha çok kazanacak. Ama Türkiye’de rekabet daima rakam üzerinden yapılıyor, yetenek ve iş kalitesi üzerinden yapılmıyor. Rakamlar aşağı çekildikçe iş kalitesi düşüyor, fabrikasyon iş yapılıyor. Dolayısıyla seslendirme sanatçıları iyi kazanmıyor.
Ya sen?
Müzik direktörlüğü ve reklam işlerimden olan gelirimle belli bir noktadayım ama benim de güvenli bir hayatım yok. Kuyruğu dik tutuyor olabiliriz fakat göründüğü gibi değil. Sevilerek yapılacak bir iş ve getirisi çok kötü. Yaptığım iş 3 bin kere tekrar gösteriliyor ve ben 1 lira telif ücreti almıyorum, neden? İçinde müziğim olan eserlerden bile telif almıyorum. Vergi kaçağı demek bu aynı zamanda. Eğer o telifler alınsa milyar milyar dolar vergi toplanır. Sektörün önde gelenleri -televizyonlar, stüdyolar, dağıtımcılar, sanatçılar- bir araya gelse kolayca çözülür bunlar. Neden çözülmediğini anlamıyorum.
Dünyada nasıl?
Ben haftada 50 parça iş yapıyorum. Haftada 3 parça iş yaparak şato gibi evde yaşayıp Ferrari’ye binen tanıdığım var. Böyle bir fark var arada.
Mesleği hedefleyen gençlere önerin?
Eğer yumurtaları farklı sepetlere dağıtamıyorsanız ticari anlamda, alacağınız eğitimin dibine gidemiyorsanız ve çok zor şeyler yaşamaktan çekiniyorsanız bu işe girmeyin.
Yeni isimler giriyor mu piyasaya?
Hevesinden bedava olan o kadar çok kişi var ki, tabii ki giriyor. Çoğu kalmıyor ama giriyor. Zararı şu ki, biri bir ürünü 5 birime alabiliyorsa, bir daha 6 birim vermez o ürüne. Genç arkadaşlara önerim şu, kendi değerinizi bilin ve adınızın önüne koyduğunuz rakama bir bakın. Hevesiniz sizi bedava iş gücü haline getirmişse hayatınızı yakıyorsunuz demektir. Yaptığınız şeyin size verdiği hasarı görmeniz on sene sürecek. 10 sene sonra baktığınızda o kadar çok şey kaybetmiş olacaksınız ki, bırakıp gitme şansınız kalmayacak.
Müzik direktörlüğü de yapıyorum dedin, o nasıl bir iş?
Filmdeki şarkıların Türkçe sözlerini yazıyorum, yapımcıyla beraber bu sözleri onaylatıyorum, sonra şarkıcılarımı buluyorum. Eşleşen seslere vokalleri söyletiyorum -bana uygun bir karakter varsa kendim de söylüyorum- ve kaydediyorum, editlerini (düzeltme) yapıyorum ve ürünü teslim ediyorum. Rio filmlerinin müzik direktörlüğünü ben yaptım meselâ.
“NE TÜKETİLMİYOR Kİ? ZAMAN TÜKETİLİYOR, HAYAT TÜKENİYOR. TÜKENMEK KÖTÜ BİR ŞEY DEĞİL, YANARKEN NE SAĞLADIĞIN ÖNEMLİ.”
Vee işte Harun Can’la seansın sonuna geldik sevgili MyBilet eDergiciler. Süperkahraman dünyasının aykırı karakteri Deadpool sayesinde neler öğrendik neler. Türkiye’deki dublaj dünyası hakkında epeyi bilgi sahibi olduk. 10-15 yaş grubunun dünyasına biraz daha yakından baktık. Ve her şeye rağmen risk alındığında sansürün aşılabildiğini gördük. Ben Deadpool’un en çok kırılgan ve edepsiz âşıklığını sevdim bu arada. Bir sonraki sinemaskop randevumuza kadar zeki ve çevik seyirler herkese! –
SEVİM GÖZAY
*http://e-dergi.mybilet.com/sevim-gozay-deadpoolu-onu-seslendiren-harun-can-ile-izledi/ adresinde ilk kez yayımlanmıştır.
YORUM YAZIN