Şair, Oyun Yazarı ve Romancı Oktay Rifat'ın Ölümünün 26. Yıldönümü
Şair, oyun yazarı ve romancı Oktay Rifat'ın bugün ölümünün 26. yıldönümü. Oktay Rifat Horozcu 10 Haziran 1914'te Trabzon doğdu, 18 Nisan 1988'de İstanbul'da hayata veda etti.
Rifat'ın ölümünün 26. yılı anısına yazar Selim İleri'nin Zaman'da yazdığı yazıyı paylaşıyoruz:
Oktay Rifat 100 yaşındaTürk Şiiri’nin en büyük isimlerinden birisi kabul edilir. Orhan Veli ve Melih Cevdet'le birlikte Garip Akımı'nın kurucularındandır. 1955 yılından itibaren İkinci Yeni adlı şiir akımına yönlenmiştir. Şiir dışında roman ve oyun türlerinde de çok başarılı eserler vermiştir. Şair Nazım Hikmet'in kuzenidir
Geçen haftaki Cumhuriyet Kitap’ta Selçuk Altun duyarlılıkla andı: “Ülkenin -benim için- geçmiş, gelmiş ve gelecek en büyük şairi Oktay Rifat’ın 100. doğum yılıdır.” Selçuk Altun’un son kitabının adı Oktay Rifat’ın bir dizesi: “Sol omzuna güneşi asmadan gelme!”
Oktay Rifat’ı sadece bir kez gördüğümü hatırlıyordum: Koço’da akşam yemeği. Mevsim sanki silinmiş. Danaburnu romanının yayımlanışından sonraydı.
Karlı bir kış gecesi son satırlarını okuduğum Bir Kadının Penceresinden’i çok sevmiştim. Bu roman üzerine yazılar da yazdım. Üç dört yıl sonra, Oktay Rifat Danaburnu’nu “Selim İleri’ye kırk yıllık dost gibi” ithafıyla imzalamıştı. Söylemem yersiz, çok sevinmiştim. Bu kitap kitaplığımın en güzel armağanları arasında.
Telefon edip teşekkür ettim. Koço’daki akşam yemeği teşekkürümden sonra.
Selçuk Altun’un anışını okurken, çok uzaklardan, geçmişlerden bir görüntü belirdi, hatta, sisli silik sahneler: Yeni Dergi’nin Vilâyet Han’daki yönetim yerindeyim. Lise son sınıfta öğrenci olmalıyım. Kapı açılıyor, içeriye Oktay Rifat giriyor. Memet Fuat saygıyla karşılıyor onu. Her ikisini de hayranlıkla izliyorum...
Demek ilk görüşüm buymuş, fakat nasılsa unutmuşum. Sisli, silik sahnelere güvenilirse, Oktay Bey Elleri Var Özgürlüğün kendisinde hiç kalmadığını söylüyor; Memet Ağbi de incecik şiir kitaplarından bir paket hazırlıyor...
Oktay Rifat bende, Orhan Veli’yle birlikte yazdıkları bir şiirle yaşamaya koyulur: “Kuş ve Bulut”:
“Kuşçu amca! / Bizim kuşumuz da var, / Ağacımız da. / Sen bize bulut ver sade / Yüz paralık.”
İki şairli bir şiiri ilk kez okuyordum; her şeyden önce buna şaşırmıştım. Bir yandan da şiirin o kadar etkileyici çocuksuluğu gönlümü çelmişti.
O günlerde Garip şiirini ve Garip akımının üç şairini, Orhan Veli’yi, Melih Cevdet Anday’ı, Oktay Rifat’ı okumaya, özümsemeye çalışıyordum. Zaten şiir üzerine ilk yazım, Melih Cevdet’in şiiri çevresindedir. Şunu da ekleyeyim: O günlerde Oktay Rifat’ı Melih Cevdet ve Orhan Veli’den daha az seviyordum.
Hocam Vedat Günyol, Oktay Rifat’tan İkilik’i okumamı salık vermişti. Külrengi karışmış mavi kapaklı İkilik’te Oktay Rifat’ın iki şiir kitabının, 1952 tarihli Aşağı Yukarı’yla 1954 tarihli Karga ile Tilki’nin yeni basımları birlikte yer alır. Karga ile Tilki’nin uzaktan uzağa öykülü bazı şiirlerine çarpılıp kalacaktım. O kadar ki, şimdi kırk beş yıl öncesine geri dönmeye çalışırken, bu şiirlerdeki öyküsellikten esinlendiğimi yine hatırlıyorum: “Erişmez Nevbahar” adlı bir hikâye yazmıştım; Oktay Rifat esinliydi...
‘Eşine az rastlanır ustalıkta bir şair’Memet Fuat, Oktay Rifat için, “1940’taki yeni şiir akımının öncülerinden” diyor, “Türk şiir geleneğinden, Türkçe’nin halk sanatlarında beliren inceliklerinden Batılı şiir anlayışı içinde yararlanmış, eşine az rastlanır ustalıkta bir şair.”
Karga ile Tilki Jacques Prévert’in güleryüzlü, zaman zaman alaycı, yalın ifadeli şiirine açık olduğu kadar, öz dünyamıza da açıktır. Tekerlemeler, masal izlekleri, Karagöz oyunlarından esintiler sürüp gider. Oktay Rifat Perçemli Sokak’a kadar geleneksel çizginin hem içinde hem dışındadır; yeniliğe tutkundur ama, halk duyuşundan, yerlilikten büsbütün kopmaya da razı değildir.
Onu aşırı yenilikçilikle, özden kopuklukla olumsuz yönde eleştirenler, başta Attilâ İlhan, ısrarla Perçemli Sokak ve ‘anlamsız şiir’ üzerinde dururlar. Nice yıllar sonra Perçemli Sokak’ı bir kez daha okudum. Oktay Rifat’ın deneysele açıldığı bu eserinde hem şiir diline, hem sözdizimine getirmek istediklerini galiba şimdilerde kavrayabildim.
Bir önsöz yazmış şair; anlamlı şiirin anlatamadıklarını, duyumsatamadıklarını dile getirmek istediğini açıklamış. Zaman zaman tılsımlı bir güzelliğe de erişmiş:
“Köşe başını tutan leylâk kokusu / yakamı bırak da gideyim”
Ya da:
“Fakir çocukları gibi tozpembe / Bir bardak su gibi diş diş / Deli otları Istanbul’un”
(Evet, ‘Istanbul’; Oktay Rifat bu kentin adını sonuna kadar I’yla yazdı.)
Yine Memet Fuat saptıyor: “Oktay Rifat’ın büyük bir şair olduğu konusunda yazın çevreleri tam bir uyuşma içindedir. Ama yapıtları az satılır. Demek ki yazın çevrelerinde Oktay Rifat değeri anlaşılmış bir şairdir, ama okurlar açısından değeri anlaşılmış bir şair değildir.
Memet Fuat’ın “okurlar”ını belki de “ortalama okurlar”a dönüştürmek gerekiyor. Ortalamanın da ‘orta malı’na dönüştüğü günümüzde Oktay Rifat şiiri çoklarına belki büsbütün zorlayıcı, çetinceviz gelecek.
Anılarla bezenmiş, hatta tarihi imbikten süzmüş son şiirleri, örnekse “O Semtler”, “Nara Benzedin”, “Bir Aşka Vuran Güneş”, “Fâtih ve Zaman”, hele “Hürrem Sultana Gazel” bence eşsiz şiirler. Bizdeki kötü tarihyazımının o kadar ağdalı kıldığı ‘tarihî zaman’ Oktay Rifat’ta çok incelikli bir yalınlık edinir. “Hürrem Sultana Gazel”i alıntılıyorum:
“Bu dünyayı seninle sevmişim, Hürrem! / Öldürür diriltirsin, Mesih’im, Zühre’m!
Karun’ca mal yığsam ben neylerim sensiz, / Neylenir saltanat sensiz, gözüm, gözdem!
Allar kuşan, has bahçeden gül takın, / Bir düştür seyrettiğin aynadan madem!
Gel kavuş akşamla, desinler: ‘Ay doğmuş! / Dağılmış, müjdeler olsun, zülüf, perçem!’
Yüzgörümlük Eflâk ve Buğdan, dilersen / Bu can var, esirgemez, iste bir tanem!”
Oktay Rifat çok yönlü bir sanatçıydı. Yalnızca şair değil, aynı zamanda önemli bir oyun yazarı. Tiyatroyla haşırneşirliği 1940’ların sonunda başlamış. İlk oyunu Kadınlar Arasında 1948-49 tiyatro sezonunda oynanıyor, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda. Abdülhamid çağı paşalarından Fettulah Paşa’nın Cumhuriyet döneminde yaşayan hanım akrabalarını irdeleyen Kadınlar Arasında güldürünün gerisindeki trajediyi yansıtmasıyla bugün de yaşarlığını koruyor.
Paşalimanı’nda bir yıkık yıprak evde geçen Kadınlar Arasında o eski Boğaziçi yaşamasının sonunu sahneye taşırken, Birtakım İnsanlar yine Boğaziçi’nde, bir vapur iskelesinde başlar ve hep yerli renklerle sürüp gider.
Gerçek okurunu yarınlarda bulacakGelelim ‘romancı’ Oktay Rifat’a: Yazık ki sadece üç roman yazdı. 1976 tarihli Bir Kadının Penceresinden bizi bugünlere getiren, toplumsal/bireysel görüngeden değerlendirilmiş, göz kamaştırıcı ve hüzün yüklü Türkiye panoraması; öyle sanıyorum ki, gerçek okurunu yarınlarda bulacak. Bu romandaki Boğaziçi sahil camii sahnesi gerçekten bir başyapıta yaraşıyor.
Danaburnu kırsal yaşamın dar ufuklarına işaret ederken, Bay Lear İstanbul yaşamasının dil ve anlatım şölenidir. İlk ve son görüşmemizde Oktay Rifat Bay Lear’i yeni tasarlamaya yazmaya başlamıştı. Bilinç akışı tekniğinden yararlanmak istediğini söylüyor, ama bu tekniğin bir öykünmeye, “özenti”ye dönüşmesinden ürktüğünü de belirtiyordu. Bay Lear, tam tersine, Türk romanının en özgün eserleri arasında...
Koço’daki akşam, Oktay Rifat, toplumsalı yazarken, bir yazarın bireyin iç dünyasına yönelmesi gerektiğini vurgulamıştı. Hem Bir Kadının Penceresinden hem Bay Lear bu tercihin verimleridir.
“Aşklar için dostluklar içindi / Oysa çıt yok susmuş bu ikindi” diyor bir şiirinde...

YORUM YAZIN