Can Dündar: "Borç Büyük, +1'de Çalışanlar Azınlık Hisseyi Alacak"
Türkiye, medya-iktidar ilişkileri konusundaki sorgulamalarını artırırken yayın hayatında birinci yılını kutlamasına sayılı günler kalan muhalif kanal +1 TV'yi kanalın yönetimine geçen gazeteci Can Dündar ile konuştuk. Dündar, yönetimin artık tamamen gazetecilere geçtiği kanalda çalışanların biriken alacaklarına karşılık azınlık hissedar olmaya hazırlanıyor. Şu an bu sahiplik konusunda değişik modelleri incelediklerini dile getiren Dündar, azınlık hisse alacak olmalarının nedenini kanalın yüklü borçlarının verdiği tedirginlikle açıklıyor. Kendisinin de buna cesaret edemeyenler arasında olduğunu ifade eden Dündar'ın The Wall Street Journal Türkiye'den Ayşegül Akyarlı Güven'e açıkladığı sahiplik modelleri arasında halka arz da var, kooperatif seçeneği de... Gazetecilerin yönetimine girdikten sonra +1 TV reklam gelirinin 10 kat arttığını dile getiren Dündar ile medyanın muhalif kanadında yer almanın kanal, patron, çalışan ve gelirler açısından getirilerini ve götürdüklerini konuştuk:
Türkiye'de 1 yılı dolmak üzere +1'in. Zor mu muhalif olmak? Hikayesini anlatır mısınız biraz?
Burası biraz talihsiz bir doğum yapmış bir kanal. Sonra da bir sürü zorluklar atlatmış. Birçok zorluğa göğüs germek zorunda kalmış. Hem dönemin koşulları gereği, hem de kuruluşlardan dolayı. Ekipler gelip gitmiş. Sermaye yapısı istikrarsız olmuş. Kanaldan önce aslında Türkiye'de medya sektörünün kuşatılmışlığına değinmek lazım. Türkiye'de zaten medyanın içinde bulunduğu durum ortadayken muhalif medyanın hiç şansı yok. Hem içerik olarak kuşatma altında, hem mali olarak, hem de siyasi ve hukuki olarak. Başbakanın düşündüğünden farklı bir laf söylemenin çok ciddi bedelleri var. Bunu siyasi olarak ödüyorsunuz. Hukuki olarak, yargılanarak ödüyorsunuz. Bazen özgürlüğünüzden olarak ödüyorsunuz. Başbakan'dan sürekli fırça yiyerek ödüyorsunuz. Zaman zaman da mali olarak patronlar ödüyor. Dolayısıyla söz söylenemez hale geliyor. Bu ağır bedeli de çok az insan göze almaya başladı. Hem gazeteci olarak hem de gazete patronu olarak.
Ekip nasıl kuruldu?
Merkez medyadan dışlanmış insanlar olarak burada toplandık diyebilirim. Burası son durak gibi aslında. Biz toplanmadık da bir merkezkaç kuvveti diyeyim ona yani. Birçoğumuz işimizden olduk ve işsiz kaldık. Burada kendimize söz söyleyebileceğimiz bir mecra yarattık. Binbir güçlükle tabii. Ama şunu da gördük ki burada böyle bir ihtiyaç varmış. Toplum farklı bir ses duymaya susamış. Bizler sesimizi duyuracak bir medya bulmaya sarılmışız. Böyle son derece hevesli bir ekip gerçekten toplandı. Boyun eğmeyenler, işini düzgün yapmak isteyenler genelde dışlandıkları için de burada düzgün insanlar bir araya geldi. Onun sevindirici bir yanı var.
Türkiye'de medyanın muhalif tarafında olmanın ne gibi bedelleri oluyor?
Buraya geldikten sonra gördük ki bir izleyici talebi var. İş isteyen gazeteciler de var. Ama söz söylemekte zorluklar oluyor. Bir defa biz gazeteci refleksiyle herkesten görüş almaya çalışıyoruz. Genellikle iktidar partisinden alamıyoruz. Yandaş medyada görünmek her zaman daha kolay ve konforlu bir şey. Biz "hayır onların da görüşü olmalı" dediğimiz halde burada zorlanıyoruz. En basiti bu. Bunun ötesinde tabii reklam almak konusu da var. İşadamlarının belli korkuları var. Sponsor almak da öyle.
Korku var mı gerçekten reklamverende? Size açık açık bu korkularını dile getiriyorlar mı?
Elbette.. Bir tıkanma olunca patronla gittik ve konuştuk. "Biz burada bir grup gazeteciyiz. Siz burayı gazetecilere devrederseniz, (çünkü ödeyemiyor kendince haklı nedenlerle), buranın yaşama şansı daha kolay olacağını anlattık. Biz de başka bir direnç gösterebiliriz bir arada. Bunu da daha iyi açıklayabiliriz. "Bir sermayedara değil gazetecilere destek oluyorsunuz" diyerek. Bunu anlayışla karşıladı ve aklına yattı. Sonunda bir kısım hisseleri devrediyor çalışanlara.
Patron çoğunluk hisseleri mi devredecek size?
Çoğunluk değil. Maalesef çoğunluk değil. Amacımız o. Gidişat da o yönde olur diye düşünüyorum.
Oranı ne peki? Henüz şirketin sicil kaydında görünen bir devir yok.
Onu şimdi açıklamayalım. Daha devir işlemleri sürüyor. Burada nasıl bir mekanizma olacağı belli değil de o yüzden söyleyemiyorum.
Bir bedel ödenecek mi bu hisseler için?
Hayır bedel karşılığı değil. Alacaklarımız var. Hepimizin alacakları var. Bir kısmımızın ciddi alacakları var. Eskilerin, daha önce çalışıp gidenler var mesela. Biz dedik ki "biz hem yönetimini üstlenelim. Hem de bu ortaklık yapısına çözüm bulalım." Bu mesele çok karışık. Bir yandan da çok ciddi borçlar var üstlenmemiz gereken. Zannedilmesin ki hisseleri gazeteciler alıyor.. Büyük bir enkazı devralıyorsunuz. Çoğumuz buna cesaret edemiyoruz. Ben de o cesaret edemeyenlerin arasındayım mesela.
Çalışanlar eşit ortak mı olacak kanala?
Olalım istiyoruz evet. Idealimiz bu. Istiyoruz ki o hisseleri alalım ve burada herkes bir hisse sahibi olsun. Bu bir ütopya. Çünkü "Bir dakika ya.. Niye alıyoruz ki o borçları üzerimize" duygusu da oluyor. Burası çok kâr eden bir yer olur da herkes üstlenir. Öyle bir durum da yok. Ama şu var: yönetimi gerçekten tamamen gazetecilere geçti. Başladığımızdan beri hiçbir patron müdahalesi görmedik.
Doğru anlamak istiyorum. Borçlar nedeniyle devralmama ihtimaliniz yok değil mi? Kesin devralıyorsunuz hisseleri?
Bir kısım hisseler devralınıyor ve isteyen arkadaşlarımızla paylaştırılacak. Ama çoğunluğu almak konusunda çok zorda kalabileceğimizi düşünüyoruz.
Ben parayı yönetebilen, patronluktan anlayan gazeteci görmedim. En azından çok görmedim. Sizler anlıyor musunuz?
Onun için biz şu an danışmanlıklar alıyoruz. Kooperatif modeli olabilir, onlara çalışıyoruz. Mali müşavirlerden destek alıyoruz. Fikir şu an olgunlaşma aşamasında açıkçası. Ne yapabiliriz, ne geliştirebiliriz diye. Bunun örnekleri var. Cumhuriyet vakıf modelinden gitmiş. Hiç denenmemiş bir kooperatif modeli var. Belki çok ortaklı bir yapı olabilir mi? Belki izleyicilere açabilir miyiz?
Halka arz gibi birşeyden mi söz ediyorsunuz izleyiciye açmak derken?
Halka arz gibi birşey. Düşünüyoruz. Gazetecileri düşündük. 100 tane gazeteci buranın ortağı olabilir mi diye.. Bir tür destek gibi. Tüm bunları düşünüyoruz açıkçası. Hepsinin de karşılığı olduğunu görüyoruz. Reklamverenle görüşmeler yaptık.
Hiç size reklam verdiği için şimşekleri üzerine çeken bir şirket oldu mu?
Hayır. Üstelik sevindirici birşey var. Ben Türkiye'de değişen birşeyler olduğunu da oradan anladım. Reklam gelirimiz ciddi arttı. Biz artık buranın yönetimini aldığımızdan beri reklam gelirimiz çok arttı.
Ne kadar arttı?
Hiç deklere etmediğimiz rakamları paylaşalım sizinle. Bir hesaplama yaptık ve çok hoşuma gitti. Mesela biz Aralık ayında başladığımızda 8 firma reklam veriyormuş. Ocak'ta 22'ye, Şubat'ta 36'ya, Mart'ta 70'e çıkmış. Çok istikrarlı bir artış var. Reklam geliri de buranın giderlerinin neredeyse yarısını karşılayacak mertebeye ulaştı. Bu çok sevindirici. 4 ay içinde aşağı yukarı 10 kat arttı. Tamam çok büyük bir reklam geliri yoktu. Neredeyse sıfırdan devraldık ama.
Neye bağlıyorsunuz bu artışı?
Türkiye'nin tek yönlü bilgilendirmeyle devam edemeyeceğini artık sermayedar da gördü. Özgür medyaya herkesin ihtiyacı olduğunu, bir gün herkesin ihtiyacı olabileceğini gördüler. Küçük ya da büyük desteğe başladılar. Bir de birbirlerini kolluyorlar. Birisi girdiği zaman öbürü "Ben de gireyim o zaman" diyor. Bir kısmı koşulsuz destekliyor. Bir kısmı "Benim adım olmasın ama ben ne gerekiyorsa yapayım" diyor. Kameramız yoksa kamera hediye ediyorlar. Olağanüstü dönemin olağanüstü durumları bunlar.
Sermayedarın desteği dışında ilginç destekler oldu mu?
Sinemacılar geldi. Festivallerde yer bulmuş 10 film verelim size dediler. Geçen hafta göstermeye başladık. Festival filmleri kuşağı başlattık cumartesileri. O filmleri bize bedelsiz vermeleri gerçekten çok güzel. Sanatçılar programa çıkalım diyorlar. Cem Yılmaz hiçbir yere çıkmadı ama bize çıktı mesela.
Bugüne kadar gazeteciyken bu işe girenlerde gazetecilikten çıkıp bir medya patronuna dönüşümü gördüğümüz örnekler de oldu. Siz nasıl koruyacaksınız kendinizi?
Evet oldu ama bu gibi kolektif çalışmalarda genelde battılar. Kendine çalışanların bir kısmı zengin oldu. Ama kolektif çalışanlarda bir başarı örneği görmedik ne yazık ki. Tersine bizim karşımızda başarısızlık örnekleri var. Biz bir medya patronu olabileceğimizi düşünmüyoruz açıkçası. Mesele o değil. Mesele burayı biraz daha maaş ödeyebilir hale getirmek. Kâr etmeyi hayal bile etmiyoruz.
Medya patronları sadece medya patronu değil. +1'in kurucusu Altan Ertürk de değil. Muhalif bir kanalın patronu olduğu için şirketlerinin başına gelen birşey oldu mu?
Yani dolaylı şeyler oluyor. Çok da paylaşmıyor bizimle ama, dolaylı sıkıntılar yaşıyor. Sonuçta muhalif bir medyanın patronu olunca abad olmuyorsunuz. Yani öyle bir telefonla ihale almalar türü şeyler olmuyor. Tersine kredileriniz ya da öbür işlerde engeller çıkabiliyor. Şu ana kadar çok kronik birşey yaşamadı ama zorlukları olduğunu biliyorum. Burayı döndüremememiz bile bunun göstergelerinden biri. Başbakanın bir telefonuyla oluşturulan havuzun büyüklüğünü bilirken biz burada bir su birikintisi bile sağlayamıyoruz. Binlerce kibir şeyiyle.. Zorluğu zaten ortada..
Siz kişisel olarak yandaş olsaydınız diyemiyorum ama en azından sessiz olsaydınız kazancınız ve geliriniz daha yüksek olur muydu?
Kazancı bilmiyorum ama merkez medyada tutunabilirdim. Susmanın ciddi bir getirisi olmaya başladı Türkiye'de.. Yani ne yazık ki öyle. Susarsanız ihya oluyorsunuz. Hele sürüye katılırsanız daha da ihya oluyorsunuz. Bu gözle görülür bir gerçek. Örnekleri var ortada. Tabii konuşmanın da ağır bir bedeli olmaya başladı. Ama şunu görmek lazım: geçici bir dönem bu. Bunu biraz tarih bilen herkes görüyor. 1950'lerde Menderes'e yalakalık yapanlar da ihya olduklarını sanıyorlardı. Ama sonları çok ağır oldu. Bedeller ödemek zorunda kaldılar. Bugün tarihten silinmek gibi daha ağır bir bedelle yüz yüze kaldılar. Biz o bedeli ödememek niyetindeyiz. Burası biraz son sığınak. Hani korku filmleri var ya, tüm dünyaya virüs yayılır ve sadece bir kısım insana bulaşmaz. Onlar bir kasabada mücadele edip antivirüs ilacını bulmaya çalışırlar. Biraz kendimizi öyle hissediyoruz. Burası biraz medyanın Gezi Parkı gibi oluşmaya başladı. Bir sürü farklı görüşten insan mesleğini savunmak için burada. Onun için de iyi bir dayanışma ruhumuz var. Cansiparane çalışıyor insanlar. Aylarca maaş almadan çalışmanın ne demek olduğunu burada gelip insanlara sormak lazım. Ama yutkunan meslektaşlarını görünce hepsi gelip gurur ve vicdanla çalışıyorlar.
Iktidar ile medyanın ilişkisini gözler önüne seren tapeler çıktı. Ama hep aynı kişilerin tapesi çıktı. Medya eleştirilerinin hep ve sadece bu isimler üzerinde yoğunlaşmasını hakkaniyet açısından nasıl yorumluyorsunuz?
Belki haksızlık olmuştur bir kısmına ama topyekün bir kirlenmenin ve çamura batmanın örnekleri oldu onlar. İnsanlar bunun Ahmet, Mehmet değil, bir politika olduğunu anlamış oldu. Orada önemli olan telefonun bu ucu değildi. O şaşırtıcı değildi. Telefonun öbür ucu, Başbakandı. Bir Başbakanın televizyondaki bir alt yazı için o televizyonun müdürünü araması daha kalıcı bir şey. Öbürü Ahmet olur, Mehmet olur ama bizim öteki uca bakmamız lazım.
Sizi hiç aradılar mı bugüne kadar?
NTV'de arandım. Burada aranmadım hiç. NTV'de televizyona çıkmadığım tek gün o telefonun geldiği gündür. Ayrıldıktan sonra da bu olayı yazdım zaten. Böyle bir durumda bir gazetecinin tavrının doğrudan ekrana çıkmamak olduğunu düşünüyorum. O gün de çıkmadım. İstemedikleri bir şeyi yapmamak ya da istedikleri bir haberi yapmak yerine çıkmamak en doğrusu. Burada hiç aramıyorlar. Korkutucu bir sessizlik diyebilirsiniz. Ama olsun.
Ankara ile sıcak ilişkiler içinde olmayınca Ankara'dan haber almak zor değil mi?
Elbette. Haber kaynaklarına ulaşmakta ciddi sıkıntı var. Ama şu da var, bir sürü vicdanlı adam da haber sızdırmaya başladı. Bürokraside çözülme var. Ikincisi biz tapeleri yayınladık. "Devlet sırrı" dediler ama özel hayata girmedikçe tamamen inanarak yayınladık. Son Pullitzer ödülü de bizim batılı standartlarda gazetecilik yaptığımızı kanıtladı. Cezalandırılmak şöyle dursun ödüllendirilmesi gereken bir tavır olduğunu da gösterdi.

YORUM YAZIN