Header Ads

Yerel Seçimlerde Neden AKP'ye Karşı En Güçlü X'i Desteklemeliyim?

- TAHSİN BİLGE AVCI -

Yazıyı özelleştirmeden önce bazı genel noktaları netleştirmek gerekiyor.

1- Öncelikle belirtmeliyim ki, ben yerel seçimlere çok da inanmam. Gerek parti atamalı adaylar, gerek mevcut yerel idari kanunlar gerekse sermaye piyasalarının daralttığı çerçevede ana akımda kim seçilirse seçilirsin faaliyetleri genel halk menfaatinin dışına çıkıyor. Bu minvalde değerlendirilemeyecek öznelerin de mevcut konjonktürde seçilemeyeceği aşikar.

2- Herkesin düştüğü genel bir hata var. Yerel seçimleri, genel seçim algoritmaları üzerinden okumak.

İki noktada net biçimde ayrılıyorlar oysa ki;

- Genel seçimler çok oyunculu ve çok kazananlı oyunlardır. Bir parti başbakan çıkartıp, kabinenin çoğunluğuna sahip olarak kazandığını düşünürken, diğer bir parti oylarını arttırarak iktidarı koalisyona zorunlu bıraktığı için, bir başka azınlık partisi de oylarını arttırıp parlamentodaki koltuk sayısını ve gücünü yükselttiği için kendisini haklı olarak kazanmış konumunda nitelendirebilir.
Dolayısıyla verilen oylar da bazı istisnai durumlar haricinde, “düşman” gözetmeksizin, "en iyi” üzerinden verilebilir. ( %10 Barajının olmadığı bir dünyadan bahsediyorum pek tabi ki. Ancak %10 barajı bile olsa bağımsız veya blok adaylar üzerinden “en iyi” ye hala ulaşılabilir, parlamentoya ses götürülebilir.)

Ancak yerel seçimlerin dinamiği farklıdır. Yerel seçimler, yine çok oyunculu ancak tek kazananlı yarışlardır. Oyunuzu %8’ den %15’ e çıkartmanızın doğrudan getirilerde önemi yoktur. Kural basittir, en çok oyu alan kazanır, şehri yönetir, güç kazanır, diğerleri kaybeder. Siz genel seçimlere ve sonraki süreçlere de “kaybeden” olarak girersiniz, onlar “kazanan”.

- Yerel seçimler kendi içindeki dinamiklerin üzerine bir de genel seçimlere giden yol olarak okunmalıdır. Özellikle Türkiye’ de yerel seçim kazanmak, ve pratik faaliyetleri seçim kampanyasına katıp genel seçimlere hazırlanmak önemlidir. Burada alınacak yenilgiler/galibiyetler genel seçimlerdeki oy oranlarını ciddi anlamda etkiler. Sadece oy oranlarını değil, genel seçimlere kadar olan süreçte kaybedenin daha hassas, kazananın daha güçlü adımlar atmasını sağlar. Dolayısıyla muhalefetin her katmanına özgüven verir.

Şimdi özelleşebiliriz.

Türkiye son yıllarda ciddi bunalımlara gark oldu. Kişisel/toplumsal hak ve özgürlüklerin hiçe sayılması, güçler ayrılığı ilkesinin darmadağın edilmesi, toplumsal muhalefetin baskılanmaya çalışılması, Kürt sorunu çözüm yolunun tıkanması vbg. pek çok konuyu mevcut sorunlar başlığında konuşulabilir. Demem o ki; diktatöryelleşen, faşizan uygulamalara giden bir iktidar partisiyle karşı karşıyayız.

Aynı iktidar partisi, AKP, son dönemde Gezi Direnişi’ yle beraber başlayan süreçte ciddi yaralar aldı. Gezi’ den daha büyük yaralar da mevcut konjonktürde Cemaat ve AKP savaşında alınıyor. Gezi olmasa bile, yolsuzluk iddiaları şu an AKP seçmenlerinin de akıllarında soru işareti bulunmasını sağlamış durumda.

Öyleyse önümüzdeki süreç böylesi bir iktidara zarar verebilmek, onu koalisyona zorlamak ve hatta tamamen muhalefete itmek için büyük önem arz ediyor. Yani toplumsal momentumun yönelimi için ktirik bir dönemdeyiz.

Peki, AKP’ nin devamlı kullandığı retorik ne? “Biz gücümüzü sandıktan alıyoruz.”
Ve bazen kullandığı retoriksel noktada da AKP gücünü yereldeki galibiyetlerinden alıyor. Bunu şu sıralar pek çok ildeki afişlerden, sloganlardan görebilirsiniz. AKP ne yapıp ne edip, sarsılan prestijini sandıkta sağlamlaştırmak peşinde.

Öyleyse en büyük darbe sandıkta vurulmalı. Ve bu darbe genel seçim algoritmasındaki düşünce sistematiğini bir kenara koyup, yerelde yapılmalı. Bu minvalde düşünüldüğü zaman “Sarıgül de gelse, Kadir Topbaş’ ın aynısı, Ne farkedecek? Öyleyse oylar Sırrı’ ya.” söylemi hasara uğruyor. Yerelde bence de Topbaş ve Sarıgül arasında fark olmayacak.

Ancak, demem o ki; her bir şehirde AKP’ ye karşı en güçlü aday kimse, ÖDP, HDP, CHP ve hatta MHP, ona oy verilmeli.

AKP’ nin en azından bir kaç büyük şehirde yenilgiye uğraması, parti içi muhalefetin güç kazanmasına ve yıpranmalara, bütün bunlardan da öte toplumsal muhalefetin ivme kazanmasına sebebiyet verecektir. İktidarın kazanması ise Gezi’ de, cemaat kavgasında, yolsuzluk davalarında yitirdiği prestiji oylar vasıtasıyla tazelemesi anlamına gelir. Önümüzdeki baharda oluşabilecek yeni bir Gezi ve benzerlerinin, gücünü tazelemiş bir AKP’ ye karşı kazanma ihtimalinin düşüklüğü, özgüvenle yaratılmış yeni baskıcı yasaların geçeceği, malumu ilam etmektir.

Ortak “Düşman”ın kaybettiği durumda bütün bunların varlığı da, önümüzdeki genel seçimlerde en kötü ihtimali düşünürsek AKP’ yi koalisyona gitmek zorunda bırakacak ve tek gecede çıkan yasalar, başına buyruk anlık hukuki uygulamalar/yaptırımlar yerini daha tartışılabilir, toplumsal muhalefetin içine girebildiği ve özneleşebildiği, çok eksenli bir Türkiye’ ye bırakacak.

Pek tabi ki bu durum en çok CHP’ nin işine gelecektir. CHP’ yi de sevmiyor olabiliriz, ancak orta vadedeki toplumsal çıkarlar hala ağır basıyor. Tersini düşünenler için "düşmana karşı kim daha iyi yarışları”na örnek verebileceğimiz pek çok örnek var, Almanya’ da sosyal demokratlar ve komünistlerin birleş(e)memesinin Hitler’ e verdiği güç, anarşistlerin İspanya 1936 seçimlerinde tutumu vbg.

Bu noktada bireyler ve gruplar öncelikerini sıralamalı ve oylarını “düşman" odaklı kullanmalılar. Sonuç odaklı ve faydacı bakıldığında bölünmek, kazanamayacak adaylara oy verilmesi, sadece ve sadece kaşı tarafa yarayacak, faşizme güç katacaktır. Ki AKP’ nin birebir müdahale edemediği seçim algoritmasında istediği tam da bu.

Başta bahsettiğim üzere madem bu yarış genel seçimlerden farklı olarak tek kazananlı bir oyun algoritmasında değerlendirilmeli ve kendisini çok sevsek de (ve hatta genel seçimlerde kendisine oy vermiş olsak da) Sırrı Süreyya Önder’ in yerel seçimleri kazanması her aklı selim insan için imkansız, öyleyse “düşman”ın istemeyeceği hareketleri yapmak en faydacı yol bizim için. Aksi yolda sosyalistler, sosyal demokratlar kazanamadığı gibi AKP güç kazanacak. Ve AKP’ nin kazanması da, seçimle beraber gelen özgüvenle yeni baskıcı yasalara/uygulamalara sebebiyet verecek.

Sarıgül’ e, Mansur Yavaş’ a oy vermek her ne kadar içimize sinmese de, ve aksine Sırrı’ ya veya Ankara’ da blok adayına oy vermek vicdanımızla örtüşse de, orta vadedeki menfaatlerimizi düşünmek zorundayız.

Ve merak etmeyin, oylarınızı bu biçimde verirseniz daha az sosyalist, daha az sosyal demokrat, daha az anarşist olmazsınız. Gezi’ de kemalistlerle yanyana barikatta direnirken daha az sosyalist olmadığınız gibi… Aksine daha az faşizan, daha demokrat, toplumsal muhalefet yollarının açılmasıyla ileriye evrilen bir Türkiye’ nin oluşumuna katkınız olur.

Haziranda nasıl ki farklılıklarımızdan sıyrılıp, ortak düşmanı öncelik olarak belirlediysek, aynı iradeyi yerel seçimlerde de gösterebiliriz.

Önce en kötünün hakkından gelelim beraber, kalanları da sonra hallederiz.

1 yorum:

  1. En kötüsünün AKP olduğu bir dünya bilmiyorum. Eğer otoriter tavırlarından dolayı Erdoğan'ı suçlu buluyorsan da, AKP'nin içinde çok değerli siyasetçiler olduğunu unutmamalısın.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.