Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (6 Ocak 2014)


İngiltere gazetelerinde ağırlıklı olarak, El Kaide'nin Irak, Suriye ve Lübnan'da güç kazanmasıyla ilgili gelişmeler irdeleniyor. Financial Times gazetesindeki birer haber ve analizde ise, Türk ekonomisinin “baskı altında” olduğu vurgulanıyor.

17 Aralık’tan bu yana Türk lirasının %7,5 değer kaybettiği, borsada %12’ye yakın düşüş görüldüğü belirtilen Financial Times haberinde, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yılın ikinci yarısında ekonominin toparlanmasıyla %4’lük büyüme hedefine ulaşılabileceği tahminine yer veriliyor.

Şimşek, İngiliz iş dünyası gazetesine yaptığı açıklamada, 17 Aralık’ta başlatılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının ardından yaşanan siyasi çalkantının bazı yatırımcıları ürküttüğünü kabul ederek şöyle diyor: “Hukuki gelişmelerin doğrudan yabancı yatırım üzerinde olumsuz bir etkisi olup olmayacağını göreceğiz ama yatırım ortamını geliştirmekte kararlıyız.”

Gazetenin İstanbul’da yerleşik muhabiri Daniel Dombey’in kaleme aldığı analizde ise birçok uzmanın ve yatırımcının, Türkiye’nin para birimindeki ani düşüşü durdurmak için faiz oranlarını yükseltmek zorunda kalacağı görüşü aktarılıyor.

Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hem Gezi Parkı eylemlerinde hem de yolsuzluk operasyonları sırasında “faiz lobisini” suçladığı hatırlatılarak, hükümetin bu önleme sıcak bakmadığı belirtiliyor.

Dombey şöyle diyor: “Erdoğan taraftarlarının yaşadıkları sancılar nedeniyle yabancı tertipleri suçlamasına rağmen, Türkiye büyük oranda kısa dönemli yabancı sermayeye bağımlı. Mevcut 60 milyar dolarlık bütçe açığının yaklaşık 5’te 4’ü doğrudan yabancı yatırımla değil, sıcak parayla finanse ediliyor.

“Ülkenin özel sektörünün, çoğunluğu uzun dönemli olmak üzere, tam 166 milyar dolar döviz borcu var. Aileler, banka hesaplarını gözden geçirerek, tasarruflarını liradan yabancı paraya çeviriyor.”

“Buna karşın, Merkez Bankası’nın yabancı döviz rezervi 40 milyar veya biraz daha az olarak tahmin ediliyor ki bu diğer gelişmekte olan pazarlara kıyasla düşük bir miktar; özellikle bankanın para birimini korumak için Aralık sonu ile Ocak sonu arasında 6 milyar dolar harcayabileceğini açıklaması nedeniyle.”

Princeton Üniversitesi’nden Prof. Dani Rodrik ise şu değerlendirmeyi yapıyor: “Büyümeyi sağlayan büyük miktarda yabancı para vardı, peki nereye gitti bu para? Çoğu alınıp satılamazlara, inşaata ve diğer hizmetlere.”

Haberdeki bir veri ise Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırımın 2007-2012 döneminde 22 milyar dolardan 12 milyar dolara düştüğüne işaret ediyor.

Bakan Şimşek ise Türkiye’nin en büyük ticaret ortaklarının bulunduğu Euro Bölgesi’ndeki ekonomilerin toparlanmasını olumlu gelişmeler hanesine yazıyor.

Gazeteye konuşan üst düzey bir uluslararası diplomat, Türkiye’nin bölgede ve dünyada daha büyük rol üstlenme iddiasının güçlü bir ekonomiyi gerektirdiğine dikkat çekerek, “Ekonominin iskambil kağıdından bir ev olduğunun ortaya çıkması bu yüzden çok önemli.” diyor.

El Kaide’nin alan hakimiyeti
Daily Telegraph gazetesinin dünya sayfalarından birinin manşetinde, “El Kaide’nin kara bayrağı 1300 ABD askerinin öldüğü şehirde” deniliyor.

Irak başkenti Bağdat’ın kuzey doğusundaki Anbar vilayetinin büyük bölümünü El Kaide militanlarının ve onlarla işbirliği halindeki Sünni Arap aşiretlerinin ele geçirdiği aktarılıyor haberde.

Irak’taki muharip askerlerini 2 yıl önce çeken ABD’den, Irak hükümetine aktif askeri yardımda bulunmasının beklendiğini yazan gazete, Amerikalı Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ise kesinlikle askerlerinin Irak toprağına ayak basmayacağını söylediği aktarılıyor.

Guardian gazetesi, aynı konudaki haberinde, İslamcı militanların Irak-Suriye sınırındaki gevşeklikten faydalanmasını öne çıkarıyor.

Haberde, Irak’ın Felluce ve Ramadi gibi kentlerini kontrol eden militanların, Suriye’nin kuzeyinde de alanlar kazandığı ve bu bölgeler arasında gidiş gelişlerin olduğu anlatılıyor.

Independent’in kıdemli muhabiri Robert Fisk ise kinayeli köşe yazısında, “Orta Doğu’da kimin kimle çatıştığının belli olmadığının” altını çiziyor.

Fisk; Suriye, Mısır, İran, Irak ve Lübnan yönetimleri “teröristlere” karşı savaştığını söylerken, “Daha önce hiç görmediğimiz bir Arap birliği bu. Osmanlı İmparatorluğu hayata döndü. Ama dikkatli olun.” diyor.

ABD’nin “yakın ve ılımlı” müttefiği Suudi Arabistan’ın Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki militanlara para akıtırken, Mısır’da aynı militanlarla savaşan darbeci orduyu desteklediğine dikkat çeken Fisk, ABD ve diğer Batı ülkelerinin ise Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad güçlerine karşı savaşan El Kaide’cilerle çatışan muhaliflere destek olmasını irdeliyor.

“Şimdi kim Arap Uyanışı’nı veya bazı meslektaşlarımın hâlâ kullandığı şekliyle Arap Baharı’nı hatırlıyor?” diye sorduktan sonra, El Kaide çizgisindeki Irak Şam İslam Devleti’nin geçen hafta Lübnan başkenti Beyrut’ta saldırı düzenlediğini hatırlatıyor.

Şöyle diyor yazar: “Artık IŞİD üç cephede savaştığını doğruluyor: Irak, Suriye ve Lübnan. Öyleyse en sonunda Arap rejimleri birliğinden söz edebiliriz.”

Financial Times, tam sayfalık bir analizde, ABD’nin Orta Doğu bölgesinde eskisi kadar müdahil olmamasının Körfez’deki Arap rejimlerini tedirgin ettiğine dikkat çekiyor.

Brookings Doha Center uzmanı Gregory Gause, Suudi Arabistan’ın Mısır ve Suriye’de kendi politikasını izlemesine karşın, ABD’den kalan güvenlik boşluğunu dolduramayacağını belirterek, “ABD-İrian ilişkileri konusunda yapabilecekleri pek bir şey yok; Washington ve Tahran’ın geldikleri noktayı kabulleneceklerdir.”

Afganistan, Küba, Brezilya...
Times gazetesinin birinci sayfasındaki bir haberde, askeri uzmanların görüşleri aktarılarak, İngiliz askerlerin bu yıl çekilmeyi planladığı Afganistan’ın Helmand eyaletinin kısa sürede Taliban militanlarının eline düşeceği görüşü vurgulanıyor.

Gazetenin dünya haberleri arasında dikkat çeken başlıklardan ikisi, Brezilya’da kitlesel protestolarla baş edebilmek için 10 bin kişilik bir seçkin polis gücü oluşturulmasıyla ve Küba’da araba satışının serbest olmasının ardından yeni araba fiyatlarının hemen hiç kimsenin alamayacağı kadar yüksek olmasıyla ilgili.

Almanya Basını
Soçi’de düzenlenecek Kış Olimpiyatları’nın başlamasına az bir zaman kala Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in miting ve gösteri eylemleri düzenlenmesine ilişkin yasağı kaldırması olumlu yankı buldu. Ancak Saarbrücker Zeitung yorumunda Putin’e ilişkin çekincelerini şöyle dile getiriyor:

“Vladimir Putin gerçek bir demokratlığa bürünmedi. Kremlin şefi sadece şu anki diktatör imajını düzelterek, milyarlık prestij projesini, Soçi’deki Kış Olimpiyat Oyunları’nı kurtarmaya çalışıyor. Böyle bir durumda Putin bedel ödemeye hazır ve bu yüzden de aslında ‘can sıkıcı olan’ vatandaş protestolarına izin veriyor. Ama dikkat! Putin bu girişimiyle düşünce özgürlüğünü kastetmiyor. Putin yönetimi gösterilerin nerede, hangi zamanda ve içerikte olacağını bizzat belirliyor. Hiçbir çözüm bulunamadığı takdirde de gösterilerin yapılacağı caddede buldozerler bir gecede düzeltme çalışmalarına başlıyorlar ve böylece gösteriler baştan engellenmiş oluyor. Sonra da buna şanssızlık deniyor, ya da Putinvari siyaset!”

Neue Osnabrücker Zeitung gazetesi Irak ve Ortadoğu bağlamındaki yorumunda ABD Başkanı Barack Obama’nın Ortadoğu’yu barışa kavuşturma hedeflerinin başarısızlığa uğradığını belirterek şu görüşlere yer veriyor:

“Terör örgütü El Kaide, Suriye ve Irak’ta gövde gösterisinde bulunuyor. Aşırı güçlerin Felluce’ye bayrak dikmeleri hayra alâmet değil! Sünnilerin kalesi konumundaki bu kentte bir zamanlar Amerikan askerî birlikleri, Irak Ordusu ve kabilelere bağlı milisler, aşırı güçlerle yıllar boyunca ağır savaşmışlardı. Felluce’nin şimdi yeniden fanatiklerin eline geçmesi, El Kaide milislerinin uzun dayanma iradeleri olduğunu gösteriyor. Spor ayakkabılı, kalaşnikoflu fanatikler, Şiiler ile Sünniler arasındaki eski anlaşmazlıkları yeniden deşiyorlar. Öte yandan Felluce örneği, müttefik askerî birliklerin Afganistan’dan çekilmesinden sonra bu ülkede de gelecek perspektifinin karanlık olacağına işâret ediyor. Önümüzdeki yıllar kanlı geçebilir.”

Irak’ta gelinen son duruma ilişkin olarak Lüneburg’ta yayımlanan Landeszeitung gazetesi de yorumunda batının takınması gereken siyasî tavrı irdeliyor:

“Irak’ta şu sıralar tarihin en çelişkili durumları yaşanmakta. Bundan 12 yıl önce o zamanki Amerikan Başkanı George W. Bush, Saddam Hüseyin’e karşı başlattığı savaşı iki yalana, Irak’ta kitle imha silahları bulunduğu ve El Kaide terör örgütünün bu ülkedeki varlığına dayandırmıştı. Irak diktatörünün iktidardan alaşağı edilmesi, söz konusu bu ikinci yalanın gerçeğe dönüşmesinin zeminini hazırladı. Batının dinsel grupların etkisi altındaki ülkedeki iç savaş durumuna bir kez daha askerî müdahalede bulunmasının fazla bir getirisi olmayacaktır. Ancak kökten dinci Körfez krallıkları İran ya da Suriye’deki Şiilere karşı cephe oluşturduklarında, batılı ülkeler sürekli biçimde onların yükümlülüğü altına girmeseler, bunun yararı daha fazla olurdu.”

Berliner Zeitung ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Ortadoğu’daki mekik diplomasisini yorum sütununa taşımış:

“Kerry Ürdün ve Suudi Arabistan’a yaptığı kısa ziyaretlerde Ortadoğu için hazırladığı çerçeve anlaşmasına bu ülkelerden destek bulacak mı, bulamayacak mı? Birçok şey bu gelişmeye bağlı. Kerry’nin destek sağlaması, İsrail Başbakanı Netanyahu ile Filistinlilerin Başkanı Abbas’ı ikna anlamında tam bir joker olabilir. Filistin ve İsrail’den oluşan iki bağımsız devlet çözümü hâlâ mümkün ve yapılabilir görünüyor. Ancak eğer Kerry en ufak bir başarı sağlayamayacak olursa, yıllar boyunca kimse, bu her an patlamaya hazır bomba niteliğindeki anlaşmazlığa çözüm bulmaya yanaşmayacaktır. O nedenle ‘yolun açık olsun John Kerry’ diyoruz.”

Danimarka Basını
Danimarka'dan sağ liberal Jyllands-Posten, Türkiye'deki yolsuzluk soruşturması bağlamında, 'Türkiye Erdoğan yönetiminde AB üyesi olamaz' başlıklı yorumunda şu satırlara yer veriyor:

"Türkiye'nin sadece Avrupa Topluluğu'nun doğal bir parçası olmakla kalmayıp, Birliğe tam üye olması gerektiğine inanan Avrupa'daki güçler giderek daha mağlup görünüyor. Ekonomik açıdan bakıldığında Türkiye'nin AB'ne tam üyeliği muhteşem, ancak siyasi açıdan bu düşünce her halükarda Türkiye'nin Başbakanı Erdoğan olduğu sürece, ölmüş durumda. Türkiye'nin hiç kimsenin hayır diyemeyeceği, AB adayı bir ülke rolüne geri dönmesi için, daha başka ılımlı ve laik güçlere acilen ihtiyaç var. Bu konuda son karar merci, gözlerini bu otoriter yönetim biçimine yummayacak, ülkeleri, talihsiz bir biçimde Erdoğan'la tanımlanan Türk seçmenlerde."

Romanya ve Bulgaristan vatandaşlarının 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren AB sınırları içinde serbest dolaşım hakkına sahip olmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Macaristan'dan sol liberal Nepszabadsag, konuyu şöyle yorumluyor:

"Yoksul, eğitimsiz göçmenler hiçbir yerde sevilmiyor. Ancak rakamlar bu kesimin azınlıkta olduğunu gösteriyor. İngiltere'de yaşayan Doğu Avrupalılar, AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşlarından daha az sosyal yardım alıyor. Öte yandan Almanya şimdiye dek Doğu Avrupa'dan gelen göçten en fazla yararlanan ülke. Bu insanları 'yoksul göçü' olarak damgalamak, durumu tehlikeli bir biçimde basite indirgemek olur. Ancak etkili oluyor ve özellikle de aşırı sağcıların oylarını kazandırıyor."

Bulgaristan Basını
Bulgaristan'dan Kapital Daily'nin aynı konuyla ilgili, 'AB'nin sosyal turizme karşı kuralları var' başlıklı yorumu ise şöyle:

"Aslında AB içindeki daha önceden geçerli olan kurallar, göç eden kişinin çalışmaya gittiği ülkede ilk üç ay sosyal yardım almasına izin vermiyor. Burada bu kişinin geldiği ülke devreye giriyor. Ama en önemlisi Avrupalı göçmenlerin sistemi dolandırmak yerine, vergi ve sosyal sigorta aidatlarını ödemeleri. Yoksul Rumen ve Bulgarların 'kötü Brüksel' yüzünden İngiltere'nin sosyal sistemine gizlice gireceği düşüncesi gülünç. İnsanların serbest dolaşım hakkının, İngiltere'nin AB uyum sürecinin en önemli katkısı olarak gördüğü ortak pazarın temel prensibi olduğu, alaycı bir söylem."

İsviçre Basını
İsviçre'den Neue Zürcher Zeitung, 'Cameron göçe karşı' başlıklı yorumunda, İngiltere Başbakanı'nın göçü frenleme çabalarına yer veriyor:

"Muhafazakârlar için durum ciddi. Göçü radikal bir biçimde azaltma yönünde verdikleri seçim sözünü, 2015 Mayıs'ında yapılacak seçimlere kadar tutma şansları çok yüksel değil. Başbakan David Cameron yeni bir güven kaybı ve sağ eğilimli İngiltere Bağımsızlık Partisi'nin (UKIP) alayına maruz kalma tehdidiyle karşı karşıya. Ancak muhafazakârlar yine de İşçi Partisi'nin durumunun da parlak görünmemesi nedeniyle teselli bulabilir. Üç büyük partinin de ekonominin, varlıklı kişilerin çıkarlarına yanıt vermek ve göçü durdurmak için inandırıcı reçeteleri yok. Bu durum, sağ kesimdeki popülistleri, muhafazakârlar ı ve medyayı güçlendirip, Avrupa Birliği'ne karşı düşmanlığı besleyecektir."

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.