Header Ads

İsmet ve Çetin 19 Yıldır Hapiste

- İRFAN AKTAN -

Yüksekovalı Veysel İşbilir ile yeğeni Reşit İşbilir iş çıkışı çarşıya gittiler ve bir daha dönmediler. “Helalleşme” zamanında öldürülenlerin cenaze törenine katılanlar da bir daha dönemeyebiliyor. Veysel ve Reşit’in cenaze töreninde vurulup beş gün sonra hayatını kaybeden Bêmal Tokçu gibi. Hesaplaşma-yüzleşme kültüründen yoksun bir ülkede polisin/polislerin gencecik amca-yeğene kastederkenki “motivasyonu”na ise hiçbir zaman vakıf olamayacağız. Tıpkı tam 19 yıl önce, İsmet Çakır ve yeğeni Çetin’e işkence altında ifade verdirip onları ömür boyu hapse mahkûm ettirenlerin kindarlığına vakıf olamadığımız gibi.

Tek suçları Kürtlük ve yoksulluk olan Çetin ve İsmet, bu ay itibarıyla hapishanede 19. yıllarını doldurdu. Onların öyküsü, Çetin’in kardeşi Metin’in PKK ’ye katılmasıyla başladı. Çocukluk arkadaşım ve kapı komşumuz Metin’in sol göz kapakçığı doğuştan hasarlıydı. Birlikte büyüdüğümüz için onun gözü kapalı halini yadırgamazdık ama o, bunu hiçbir zaman kabullenemedi. O yüzden de hiçbir zaman fotoğraf çektirmedi. Köylülük, yoksulluk hali yüzünden bu basit hasarın giderilmesi yılları aldı.

Nihayet 1993’te babası Osman Çakır, Metin’i Ankara Numune Hastanesi’ne getirdi ve göz kapakçığı ameliyatla düzeltildi. Metin henüz 13 yaşındaydı. Köye geldiğinde gözü bandajlıydı. Kontrol için Ankara’ya dönmesinden bir hafta önce, güttüğü koyunları dağ başında bırakıp daha yukarılara gitti.

Gidişinden birkaç yıl sonra da söylentiler başladı: Metin, bir uçak saldırısında hayatını kaybetmişti. Bu söylenti tam 20 yıl devam etti ve aile birkaç ay öncesine kadar kesin bilgiye sahip olamadı. Gerçi geçen sene korka-ürke bir taziye merasimi düzenlenmişti ama babası Osman ve annesi Nedimxan’ın içindeki umut sönmemişti. 20 yılın ardından, anne-baba oğullarının mezarının bulunduğu sınırın öte yakasındaki Barzan mıntıkasındaki Şêya Dizê’y gitti ve Metin’in başucunda Fatiha okudu.

Metin’in öldüğüne dair söylentiler henüz başlamamışken, 1995’in Kasım ayında yine köye bir baskın yapıldı ve o zaman 20 yaşında olan ağabeyi Çetin, amcası İsmet’le birlikte gözaltına alındı. Metin’den sonra aile mimlenmişti.

Oğul Hozan
Sanıldığının aksine o yıllarda “kış gelsin de ölümler dursun” diyemeyecek haldeydik. Zira PKK’lilerin kamplarına çekildiği kış mevsiminde de OHAL devam ediyor, yaz boyunca yaşanan çatışmaların “failleri” köylerde aranıp eylemlerin üzerlerine yıkılacağı birileri bulunuyordu. Kimi ömür boyu hapis cezası alıyor, kiminin cenazesi geliyor veya hiç gelmiyordu… Gerçi Çetin yakalandığında yeni evlenmiş ve hiçbir zaman dışarıda göremeyeceği oğlu Hozan, ana rahmine düşmüştü. Nasıl olsa insafa gelip salarlar diye düşünülüyordu.

Öyle olmayacağı bir hafta sonra, yine soğuk bir Kasım gecesinde anlaşıldı. Geceleyin bir grup “Özel TİM”, işkenceden yürüyemez hale gelen Çetin’i köye getirdi. Çetin’in babaannesi ve köyün ebesi Xeco’nun ah-u zarları dün gibi hafızamda. Işıkları kapalı evimizin penceresinden olup bitenlere vakıf olmaya çalışıyorduk. Çetin yürüyemiyordu. Koluna girmiş olan Özel TİM “Çıkarın lan silahları” diyordu. Çetin de babasına yalvarıyor, “Bunlara silah verin” diyor, başka bir şey demiyordu. Oysa ortada silah filan yoktu. İşkencede Çetin’e, kundakta olduğu zamanların eylemlerini bile yaptığı kabul ettirilmişti. Şimdi de o “eylemleri yaptığı” silahları almaya gelmişlerdi! Askerler hangi ahırı, hangi tandırı işaret ettiyse, “He, silahlar orada” dedi Çetin. Ama nafile, silah yoktu. Götürdüler Çetin’i (Xeco torununu o halde görmeye dayanamadı ve yüz felci oldu. Ölene kadar hiç konuşamadı).

Oğul götürülür de baba muaf mı tutulur! Ertesi gün Osman’ı, Yüksekova’da Çetin’in tutulduğu nezarethaneye götürdüler. Çetin o kış soğuğunda sırılsıklam, ürkek ve titrek haliyle babasını görür görmez yine “silah verin bunlara” dedi. Neyse ki Osman, TİM’i, silah olmadığına ikna etti ama Çetin’i ellerinden alamadı. O zaman devletle yurttaş arasında “aracılık” yapanlar, yoksul adam başına 1000 Alman markı alıyordu (Zenginler yakayı kurtarmak için çok daha büyük paralar ödemek zorundaydı. Devlet işte bu kadar adaletliydi!).

Osman bulup buluşturdu ve Çetin’in bırakılması için “aracılara” bu parayı verdi ama yine de hiçbir eyleme katılmamış, masum oğlunu alamadı. İsmet ise ağır işkencelerden sonra serbest bırakıldı.

Yemyeşil gözlerinin feri gitmiş ama ölümden kıl payı kurtulmuştu. Fakat bir süre sonra polis aileye baskı yapmaya başladı. “İsmet’i getirin, resmi ifadesini alıp serbest bırakacağız, yoksa örgüte katılmış sayarız” diyorlardı. 3 Nisan 1996’da ifade vermeye giden İsmet de müebbet aldı. İsmet’in de tıpkı yeğeni gibi dışarıda hiç göremeyeceği beşinci kızı ana rahmindeydi.

Viyan, Dilan, Şilan ve Bêritan’dan sonra gelen kıza Sevda ismini koydular. Şimdi Çetin’in oğlu Hozan’la birlikte üniversiteye hazırlanıyor.

İsmet tutuklandığında 6 yaşında olan Viyan’ın iki çocuğu var. İsmet ve Çetin, yıllarca farklı hapishanelerde tutulduktan sonra, Osman’ın deyişiyle “10-12 yıldır” Bitlis Cezaevi’nde, aynı koğuşta. Ömrü üç sınırda (İran, Irak, Türkiye ) geçmiş, 11 kardeşini Irak’ta koleradan kaybetmiş Hacı Reşit, 110’u aşkın yaşa gelene kadar başını gördüğü her olayın sonunu gördü ama oğlu ve torununun özgürlüğünü göremedi.

Onu aşkın çocuğu, yüzü aşkın torunu ve hatta torunlarının torunu olan Hacı Reşit, tıpkı karısı Xeco gibi Çetin, Metin ve İsmet’in acısıyla öldü.

 Bir oğlunu dağda kaybeden Osman neredeyse her yıl gözaltına alındı, alınıyor. Daha iki sene önce köydeki evine baskın yapıldı, evine köpeklerle girildi, çocuklar korkutuldu, Osman yine Yüksekova’ya götürüldü…

Oğulun yüzünü unutmak
Yazının başında Metin’in hiç fotoğraf çektirmediğini söyledim. Aslında bu doğru değil. Metin’in aile ortamında deklanşöre basılmadan hemen önce şapkayla yüzünü sakladığı bir fotoğrafı var. Yüzü görünmese de o fotoğraf büyütülmüş olarak Osman ve Nedimxan’ın oturdukları odanın duvarında.

On yıl kadar önce bir gün Nedimxan bana kısık bir sesle o fotoğraftan bahsetmiş ve “Metin’in resmini Ankara’ya götürsen o şapkayı kaldırıp yüzünü gösteremezler mi?” demişti. Oğlunun yüzünü unutmaktan korkuyordu. Ne yazık ki teknoloji, o fotoğrafta Metin’in şapkasını kaldırıp yüzünü göstermeye, beni çocukluk arkadaşımın ailesine böyle bir “hediye” vermeye muktedir edemiyor.

Peki, savaş hukukuyla ömür boyu hapse mahkûm edilen Çetin, İsmet ve onlar gibi yüzlerce insan için de mi bir şey yapma kudretimiz yok?

Hayat fotoğraf karesi gibi donmamışsa, yüzümüzü kapatan şapkaları kaldırıp OHAL/savaş hukukuyla, işkence altında verdikleri ifadeler ve itirafçıların iftiraları dışında aleyhlerinde hiçbir delil olmadan hapse tıkılanları hangi “helalleşme” ikliminde görmeye başlayacağız?

Onlar ve onlar gibi hiçbir suça bulaşmadıkları halde hapiste çürütülmek istenenlerin yeniden yargılanması veya derhal serbest bırakılması için ne zaman sesimizi yükselteceğiz?

İrfan Aktan
* Gazeteci

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.