Avrupa Basınında Bugün (6 Kasım 2013)
İngiltere BasınıDaily Telegraph gazetesi, İngiliz istihbarat servisi GCHQ'nun Kıbrıs'tan geçen ve aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bir dizi ülkeye ait 14 fiber optik hattı izlemeye aldığını aktarıyor.
Gazetenin haberinin kaynağı İtalyan L'Espresso dergisi.
Derginin haberi, ABD istihbarat kurumlarının sırlarını ifşa ettikten sonra Rusya'ya sığınan Edward Snowden'ın sızdırdığı belgelere dayanıyor.
Habere göre, bu belgeler, Kıbrıs'taki Dikelya Üssü'nde bulunan Ay Nikola istasyonundan bu yeraltı kablolar aracılığıyla milyonlarca elektronik posta, telefon konuşması, anlık mesajlaşma ve diğer internet trafiğinin izlendiğine işaret ediyor.
Söz konusu yer altı kabloları Kıbrıs'tan geçerek Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Avrupa'ya gidiyor.
L'Espresso "Bir dizi kablo Kıbrıs'ı İngiliz ve Amerikalıların casusluk faaliyetlerinin aşikâr hedeflerinden İsrail ve Suriye'ye bağlıyor. Diğer kablolar Kıbrıs'tan Lübnan'a ve Kıbrıs'tan Mısır, Türkiye, Yunanistan ve İtalya'ya uzanıyor" diyor.
İngiltere-Almanya gerginliği
Independent gazetesi, İngiltere'nin Almanya'yı gizlice dinlediği iddialarının iki ülke arasında gerginliğe neden olduğunu aktarıyor.
Gazete dün Snowden'ın sızdırdığı belgelere dayanarak Alman Parlamentosu ve Başbakan Merkel'in ofisinin hemen yanı başındaki İngiltere Büyükelçiliği'nde bir dinleme istasyonunun yer aldığını yazmıştı.
Gazete, Snowden'ın belgeleriyle ABD'nin Almanya ve diğer ülkelere yönelik casusluk faaliyetlerinin ifşa olduğu krize rağmen, bu istasyonun hala faal olabileceğini öne sürmüştü.
Gazeteye göre İngiltere'nin Berlin Büyükelçisi dün Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı. Büyükelçi'ye diplomatik temsilcilerden bu tür dinleme faaliyetlerinin yürütülmesinin yasa dışı olduğu hatırlatıldı.
Gazete 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk kez bir İngiliz elçisinin bakanlığa çağrılıp uyarıldığını belirtiliyor.
Snowden'ın sızdırdığı belgelerde ABD'nin birçok ülkede elçiliklerinde ya da müttefiki olan ülkelerin elçiliklerinde kurduğu istasyonlarda yıllardır Almanya Başbakanı Angela Merkel'in cep telefonu dâhil her türlü elektronik iletişimi izlemeye aldığı belirtiliyor.
'Ilımlı İslam'ı ezmek El Kaide'yi güçlendirir'
Times gazetesi yazarı Roger Boyes, Mısır'da devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin yargılandığı davayla ilgili yorumunda "Ilımlı İslam'ı ezmek El Kaide'yi canlandırır" diyor.
Yazar özetle şöyle diyor:
"Mısır Müslüman Kardeşler'i kilitliyor ve anahtarı fırlatıp atıyor. Devrik lider Muhammed Mursi, gösteri amaçlı kaotik bir yargılamaya maruz kalıyor. Yaklaşık 2000 bin Müslüman Kardeşler üyesi kovuşturuluyor. Askerlerin desteğindeki makamlar, siyasi İslam fikrini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Mursi berbat ve kifayetsiz bir liderdi. Yahudilere 'maymunlar" ve 'köpekler' dedi. Müslüman Kardeşler'e ısınmak da kolay değil. Kirpiye benzetiliyor. Hayatta kalmayı sağlayacak bir yapısı var, ama sevilmeye uygun değil."
"Kaldı ki kökleri ne kadar şüpheli, liderliği ne kadar karanlık olursa olsun örgütü feshetmek, Arap Baharı'ndan herhangi bir olumlu sonuç çıkacağı yolundaki umutlara darbe vuruyor. Mısır toplumunu daimi olarak istikrarsızlaştıracağını bile bile, İslamcı partileri dışlayan bir hükümetle nasıl bir ilişki kurarız. El Kaide'yi canlandırmak için ılımlı Müslümanların sesini kısmaktan daha garantili bir yol olamaz."
"Sünni dünyasında, Batı'nın Esad'a müsamaha göstermesine öfke giderek büyüyor. Kimyasal silahların imhası, Sünnilerin gözünde Esad'ın iktidarını uzattı. Şimdi Mısır'da Orgeneral Abdülfettah el Sisi'nin geçici hükümetini giderek artan bir şekilde kabullenmemiz, sıradan Arapların gözündeki döneklik imajımızı daha da güçlendirdi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Pazar günü Kahire'ye gitti ve Muhammed Mursi'nin adını bir kez bile anmadı. Bu çok yanlış. Mursi'nin yargılanmasını bir şekilde adaletle ilişkilendirmek gülünç olur."
'Mısır yanlış yöne gidiyor'
Roula Khalaf da Financial Times'taki yazısında "Mursi davası Mısırlıları yeni bir despotun kollarına itiyor" diyor.
"Mısırlılar, üç yılda iki cumhurbaşkanı yargılıyor. 30 yıl ülkeyi otoriter bir şekilde yöneten ve 2011'de devrilen Hüsnü Mübarek göreceli olarak şanslı. Yüksek Mahkeme'nin hakkındaki kararı bozmasıdan sonra yeniden yargılanmayı bekliyor. Artık sadece ev hapsinde ve aklanması olası. Ama Muhammed Mursi bu kadar şanslı olmayacak ve daha sert muameleye maruz kalacak."
"Mursi ve 14 Müslüman Kardeşler Yöneticisi, geçen Aralık Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın önünde protestocuların hayatını kaybetmesi nedeniyle yargılanıyor. Müslüman Kardeşler sarayın önündeki protestoyu dağıttılar. Sonrasında çıkan çatışmalarda 10 kişi öldü. Suçlular tabii ki yargılanmalı fakat sadece bir tarafın peşine düşüldü ve Mursi mahkemeye çıkarıldı. İnsan hakları savunucularına göre bu dava doğru dürüst yapılabilseydi, devrim sonrası Mısır'da yargının bağımsızlığı ve hesap verebilirlik konusunda yeni bir model oluşturulabilirdi. Ama şimdi dava adli hata ve Mısır'ın yanlış yöne gitmesinin teyidi olacak."
Almanya BasınıDün Türkiye'nin AB ile tam üyelik müzakereleri kapsamında 22. fasıl olan 'Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu' faslı müzakereye açıldı. Badische Zeitung bugünkü sayısında Türkiye'nin AB üyelik sürecini analiz ediyor:
"AB, Türkiye'nin üzerine kapıyı sert biçimde kapatmamakla iyi yapıyor. Türkiye yakın bir tarihte üyelik için yeterli olgunluğa erişmiş olmayacak. Ayrıca tam üyeliğin AB entegresyon sürecine uygun bir model olup olmadığı ya da başka modellerin de gündeme gelip gelmeyeceği konusu tartışılabilir. Ancak aksi iddia edilemeyecek bir nokta var: Avrupa nasıl ki Türkiye için bir istikrar çıpası olarak öneme sahipse, Türkiye de jeopolitik konumu nedeniyle Avrupa için gözden çıkartılamayacak kadar önemli."
Bugünkü gazetelerde yankı bulan bir başka konu ise ABD Ulusal Güvenlik Kurumu'nun (NSA) dinleme skandalının ardından İngiltere'nin Berlin Büyükelçilik binasında da gizli dinleme faaliyetlerinin yürütüldüğü, Almanya'nın dinlendiği iddialarının ortaya atılması. Nürnberger Zeitung'un yorumu şöyle:
"Almanya'nın da dahil olduğu Batılı ülkelerin gizli servisleri dinleme faaliyetiyle kendileri açısından güvenliği sağlamış olmazlar, tam tersine güvensizliğe yol açarlar. Bununla aslında kendilerini koruması öngörülen demokrasiye de zarar vermiş olurlar. Şimdi bu faaliyetlerin gün ışığına çıkması iyi, çünkü tepki verme fırsatı var. Berlin'deki Amerikan Büyükelçiliği dinleme bölümünü çoktan etkisiz hale getirdi. Bu bile bir başlangıç."
Badische Zeitung aynı konuyla ilgili yorumunda ise İngiltere'yi sert bir dille eleştiriyor:
"Şimdi İngiltere Büyükelçisi de müttefikler arasında (İngiltere-Almanya) çok kısa aralıklarla Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan ikinci ciddi görüşmeye katılmak zorunda kaldı. İngilizler de Berlin'deki siyasi çevrelerinde gizli bilgilere ulaşmak için Berlin'deki büyükelçilik binasında dinleme faaliyetlerinde bulundu. Hatta Başbakan James Cameron'un ABD Başkanı Barack Obama'nın dinleme faaliyetlerine son vermesinden sonra bile buna devam etmiş olması mümkün. Ayrıntılar bilinmiyor, ancak Cameron'un partnerlerinden hiçbiri, kandırılmış hissettikleri için İngiltere'ye gücenmiyor. Geçen hafta yapılan AB Zirvesi'nde ABD'nin dinleme faaliyetlerine gösterilen eleştiriye İngiltere Başbakanı hiçbir biçimde itiraz edemezdi. Bu arada Cameron dinleme faaliyetleri konusunda kendi ülkesinde Washington'dan daha cengaver biçimde hareket ediyor."
Bugünkü gazeteler Münih'te 80 yaşındaki Cornelius Gurlitt'in oturduğu dairede Naziler tarafından Yahudi koleksiyonculardan çalınan ya da "soysuz" bulunarak toplatılan yüzlerce ünlü tablonun bulunmasına de yer veriyor. Die Welt gazetesinin yorumunda şu satırları okuyoruz:
"Naziler döneminde sanat eseri alım-satımıyla uğraşan herkes bu eserlerin yoğun bir biçimde piyasaya girmesinin nedenini biliyordu. Bu eserlerin alımı iyi niyet içermiyordu. Sanat eserleri alım/satımı yapan Hildebrandt Gurlitt bu resimleri 1945'ten sonra kazanç elde etmek için sakladı. Bu aslında, tamamlanmış bir hırsızlık vakası sonucuna varan, 'çalıntı mal bulundurma' şeklinde nitelendirilebilir. Federal Meclis bu nedenle cesur davranıp şunu diyebilir: Naziler tarafından izinsiz biçimde alınan eserler zaman aşımına uğramamış bir soygun mülküdür. 1945 yılından sonra bu eserleri bağlayan bütün sözleşmelerin hiçbir anlamı olmadığı gibi tıpkı Nazi dönemindeki diğer terör düzenlemeleri gibi geçersizdir. Bu, hakların geç de olsa iadesi anlamına gelir."
Lüksemburg BasınıKosova’da pazar günü yapılan yerel seçimlerde yüzü maskeli 12 kadar kişi saldırıda bulunmuş, göz yaşartıcı gazlarla huzursuzluk çıkartmışlardı. Toplam 120 bin dolayındaki Sırp seçmenin çoğu, seçimde oy kullanmanın Kosova'nın bağımsızlığını meşrulaştıracağı gerekçesiyle de seçimi boykot etmişti. Luxemburger Wort adlı Lüksemburg gazetesinin “Aşırılara hadleri bildirilmeli” başlıklı yorumunda şu satırları okuyoruz:
“Gerçekten de yüzyıllar boyunca oluşan düşmanlıklar bugünden yarına giderilemiyor. Ne var ki uluslararası toplum ve AB, ne siyasî ne de finansal açıdan bu bölgede var olan statükoyu sonsuza kadar ayakta tutamaz. Kosova’da her iki taraftan aşırı gruplara artık kararlı bir biçimde hadlerinin bildirilmesi zamanı gelmiştir; gerekirse güvenlik güçlerini de devreye sokarak… . Ölü doğan çok uluslu Bosna Hersek devleti ibret verici bir örnektir. Orada Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar 20 yıla yakın bir zamandır bir yenişemezlik durumu yaşıyor. Siyasî ve ekonomik ilerlemeye beslenen her türlü ümit, her üç halk grubuna bağlı ‘çıkar çevreleri’nin engellemesi yüzünden yeşeremiyor.”
Avusturya BasınıAvusturya gazetesi Die Presse de, Kosova’daki şiddet ortamı karşısında bölgedeki Kosova Uluslararası Barış Gücü’nun (KFOR) pasif tavrını eleştiriyor:
“KFOR ile müttefikleri, bu tür saldırıların olabileceğini, daha doğrusu kesinlikle olacağını hesaplamalıydılar. Huzuru bozanlara kararlı bir biçimde karşı koyulacağı yerde uzunca zaman olaylara seyirci kalındı ve her zaman olduğu gibi yine ‘gerginliği daha fazla tırmandırmama’ kılıfı kullanıldı. Saldırganların bu durumda cesaretlenmiş olması ve güvenlik güçlerinin karşısına çıkartılan bu sorunla onları kayaya toslatmaları da kimseyi şaşırtmamalı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), ‘dramatik bir durum yok, seçim günü saat 17’ye kadar zaten her şey yolundaydı’ diyerek ortalığı sakinleştiriyordu. Acaba daha kötü olan şey ne? Bu saçmalıklar mı, yoksa AGİT’in bu söylediklerine kendini de inandırmış olabileceği mi? Geçen pazar gününden bu yana AB, AGİT ve NATO’nun bu konudaki saflığı bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu.”
İspanya BasınıSağ liberal İspanyol gazetesi El Mundo, Mısır’da devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin yargı önüne çıkartılması kapsamında Mısır’daki siyasî durumu yorum sütunlarına taşımış:
“Mısır’da 2014 yılı şubat ayı için planlanan genel seçimler sadece ülkede barış sürecinde ilerleme kaydedilmesi durumunda başarılı olabilir. Mısır’daki tüm siyasî oluşumlar bir uzlaşmaya varmadan genel seçimler sadece ve sadece mevcut yaraların derinleşmesine yol açardı. İktidardaki askerler İslamcılarla görüşmelere geçtikleri takdirde ABD de ülkeye askerî yardımlarını devam ettirmeye hazır olduğunu belirtiyor. Ne var ki iktidar sahipleri İslamcıları baskı altında tutuyor. Öte yandan Batılı ülkelerin Mısır’ın radikal İslamcıların eline düşmesine izin vermemeleri gerekir. Ama Batılı ülkeler aynı zamanda İslam Dünyası’nın lideri konumundaki bu ülkede bir iç savaş çıkmasına da izin vermemelidir.”
Danimarka BasınıLiberal Danimarka gazetesi Politiken de Mısır’daki iç hesaplaşmaya ilişkin yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
“Askerlerin iktidarı bir kez daha kötüye kullandığına dair kokular var ortalıkta. Asker ve polislerden işledikleri cinayetler nedeniyle hesap sorulmazken, kısa bir süre iktidarda kalmış olan Mursi için ölüm cezası talep ediliyor. Mısır’ın en acil olarak ihtiyacını duyduğu şey, ülkenin modern tarihindeki iki önemli güç olan, askerlerle Müslüman Kardeşler arasında gerçeği bulma ve barış sürecidir. Mısır’ın, uğrunda son yıllarda milyonlarca kişinin sokaklara döküldüğü siyasî özgürlüklere ihtiyacı var. Parlamentonun yetkilerini askerlerin yetkisinin üzerinde gören yeni bir anayasaya, Müslüman Kardeşler’in de katılabileceği özgür seçimlere ihtiyacı var. Bunun ötesinde medyanın özgürlüğüne saygı duyan ve iktidara gelenlerin hesap verme yükümlülüğü olan bir siyasî yapılanmaya ihtiyacı var.”

YORUM YAZIN