Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (13 Kasım 2013)


İngiltere Basını
İngiliz gazetelerinin ortak konusu, son iki gündür olduğu gibi, bugün de Filipinlerdeki tayfun felaketinin etkileri...

Gazeteler gerek birinci sayfaları gerekse iç sayfalarında yerle bir olan evler ve cesetlerle dolu bir manzaradan görüntülere yer veriyor.

Independent "yardım damla damla ulaşırken, Filipinler kaosa sürükleniyor" diyor.

Financial Times yardım ekiplerinin tsunami deneyimlerini kullandıklarını bildiriyor.

Times tayfunun yerle bir ettiği Tacloban kentini şu kelimelerle tasvire ediyor: "umutsuzluk ve çürümenin kenti"...

Guardian felaketzedelerin günlerdir açlık çektiğini ve milyonlarca kişinin dış dünya ile bağlantısının koptuğunu aktarıyor.

Daily Telegraph da bir çiftçinin tayfunun etkisiyle ağaçların kibrit çöpü gibi kırıldığını söylediğini ve tarlasının mezarlığa döndüğünü yazıyor.

Bill Clinton'dan Obama'ya eleştiri
Times ABD'nin eski başkanlarından Bill Clinton'ın şu anki Başkan Barack Obama'ya, sağlık reformu konusunda sözünü tutma çağrısı yaptığını bildiriyor.

Clinton da Obama da ABD siyasetinin iki temel partisinden biri olan Demokrat Parti'nin üyesi.

Clinton Obama'ya, halka verdiği sözü tutması için yasa değişikliği yapması gerektiğini söylemiş.

Gazete, muhalif Cumhuriyetçilerin bu eleştirinin "hemen üzerine atladıklarını" kaydediyor.

Times bu eleştirinin Obama'nın icraatlarında önemli yeri olan bu projede karşılaştığı sorunlar serisine yeni bir halka eklediğini belirtiyor.

Çin yönetimi serbest piyasayı kucaklıyor
Financial Times Pekin'in piyasanın önünü açma konusunda kararlı oluğunun işaretini verdiğini yazıyor.

Çinli liderler dün, önümüzdeki on yıl boyunca ülke ekonomisini revize etmeye yönelik bir dizi reform açıkladı.

Gazete bu açıklamanın aylar boyunca ülke tarihinde bir dönüm noktası olarak lanse edildiğini belirtiyor.

Pekin'de Cuma günü başlayan ve kapalı kapılar ardında yapılan zirve sonrası yazılı açıklama yayınlayan Komünist Parti liderleri, ekonomide serbest pazarın önemli rol oynaması sözü verdi.

Ancak kamu mülkiyeti hala ekonominin belkemiğini oluşturmaya devam edecek.

Ayrıca çiftçiler toprakları üzerinde daha fazla hak sahibi olacak.

Financial Times açıklamada kullanılan klişe ifadelerin ardından cesur icraatların gelebileceğini kaydediyor.

Almanya'dan Suriye'ye cihad yolculuğu
Independent ailesinden kaçıp Suriye'de "cihada" katılan Alman gencin öyküsüne bir tam sayfa ayırıyor.

16 yaşındaki Pero ailesine kentte bir gösteriye katılıp, geceleyin bir arkadaşının evinde kalacağını söyledikten sonra kayıplara karışmış.

Bir gün sonra ise annesine telefon edip, Suriye'de olduğunu söylemiş.

Pero ve diğer 22 kişi önce uçakla Antalya'ya gitmişler, oradan da karadan Suriye'ye...

Independent bu grubun, Suriye'deki bazıları el Kaide bağlantılı islamcı örgütlerde savaşmak için bölgeye giden Avrupalı gençlerin bir örneği olduğunu belirtiyor.

Gazeteye göre, Avruplaı güvenlik yetkilileri bu kişilerin geri döndüklerinde ciddi terör riski oluşturmasından kaygılı.

Makedonya kökenli olan Pero Suriye'ye gitmesinden bir yıl kadar önce giderek daha içe kapanık ve sofu bir genç haline gelmiş.

Pero'nun ailesi Alman yetkilileri çocuklarının Suriye'ye gittiği konusunda uyarmış.

Pero da ailesine bir gerilla kampı yakınlarında hepsi Almanca konuşan kişilerle birlikte kaldığını söylemiş.

Ailesi ona telefonla ancak akşam 9'dan sonra, üstü olan bir Türk'ün aracılığı ile ulaşabiliyormuş.

Bu kişi Pero'nun babasına çocuklarına yardım etmek istiyorlarsa, ona bir kurşun geçirmez yelek, bir de Kalaşnikof almasını tavsiye etmiş.

Sonunda ailesi bir imamın da tavsiyesiyle Pero'yu kaçırıp, Almanya'ya götürmeye karar vermiş.

Aile dostu bir Türk polisi de kendilerine yardımcı olmuş.

Babası ve annesi Antakya'ya gitmiş ve Pero ile Antakya'da bir otelde buluşmak üzere sözleşmişler.

Pero Antakya'da otobüsten inince polisler onu yakalayıp otele götürmüşler.

Pero ve annesi gözyaşları içinde birbirlerine sarılırken, babasının da gözlerinden yaşlar boşalıyormuş.

Almanya'da Pero hakkında dava açılmamış ancak yetkililer onu "davadan döndüğü" için hayatının tehlikede olabileceği konusunda uyarmış.

Independent bu öykünün tüm aile sarmaş dolaş olmuş halde mutlu sonla bittiğini aktarıyor.

Almanya Basını
Filipinler'deki Haiyan tayfununun yol açtığı ağır hasar, her geçen gün biraz daha belirgin hale geliyor. Filipinler için yardım kampanyası başlatan Bild gazetesi konuyla ilgili yorumunda şu satırlara yer veriyor:

"Harap olmuş kentler, kaçan aileler...Filipinler'de 11 milyondan fazla insan tarif edilmesi zor bir acıya katlanmak zorunda. Ve yine en çok çocuklar acı çekiyor. Birçoğunun artık bir evi yok. İçme suyu ve yiyecek sınırlı, ilaçsa kesinlikle yok. Ülkedeki iki milyon insan açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Filipinler'e gıda, ilaç ve yardım malzemesi gönderilmesine yardım edin! Cumartesi günü 24 doktor, hasta bakıcı ve kurtarma görevlisi 'çocuklar için bir kalp' kampanyası çerçevesinde iki tonluk tıbbi malzeme ile kriz bölgesine gitti. Şu an Tacloban'da işleyen tek hastanede çocuklara yardım ediyorlar. Siz de bağışlarınızla çocukların acısını dindirmek için yardım edin. Çünkü verdiğimiz bir söz var: Bağışlarınızın her centi yerine ulaşacak."

Neue Osnabrücker Zeitung bugünkü sayısında, Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu'nun (NSA) dinleme skandalını, siber suçlarla mücadele açısından değerlendiriyor:

"Amerikalılar yaptıkları casusluk faaliyetlerini, soruşturmalarda elde ettikleri başarıya ve engellenen terör saldırılarına işaret ederek savunuyorlar. Alman Federal Emniyet Dairesi BaşkanıJörg Ziercke, Almanya'da verilerin daha fazla kontrol edilerek denetlenmesi geretiğini savunurken, yasama organı olan Federal Meclis kendilerine dar bir sınır çizdiği için, Federal ve Eyalet Emniyet Daireleri'nin soruşturmalarda açıklar kalmasını kabul etmek zorunda olduklarını anlatıyor. Bu durum güvenlik birimlerinin vatandaşlara ait verilere rahatlıkla erişebilecekleri endişeleri karşısında insanı biraz olsun yatıştırıyor. Ancak diğer yandan siber suçlara karşı etkili bir mücadele yürütülmesi hepimizin yararına ve acil de bir ihtiyaç."

Gazetelerde yer bulan bir başka önemli konu ise Almanya'daki koalisyon görüşmeleri. Hrıstiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ve Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD), koalisyon müzakereleri çerçevesinde, gelecekte özellikle Avrupa Birliği ile ilgili konularda halkoylamasına gidilmesi önerisini tartışmasını Kölner Stadt-Anzeiger gazetesi şöyle yorumluyor:

"Halkoylaması kuşkusuz sanayi toplumlarının karmaşık sorunlarını çözmek için hiç de uygun değil. Örneğin, nükleer atıklar geri alınmalı mı yoksa sonsuza kadar depolanmalı mı? Ya da Yunanistan, Euro Bölgesi'nden çıkarılmalı mı? Bu gibi konuların ele alınması için parlamento ve komisyonlar var. Ancak temel konularda, Avrupa genelinde anayasaya uygun birlikte yaşamaya düzenlemeler getirecek temel konularda vatandaşların vereceği karara güvenilebilir ve güvenilmek zorunda da. İşte bu alandaki mevcut güvensizlik, Avrupa ve onun izlediği politikayı, arka planda idare edilmesi gereken ve kamuoyunda yapılacak tartışmalarda zarar görebilecek seçkin bir projeymiş gibi gösteriyor. Oysa bunun tam tersi doğru olur."

Flensburger Tageblatt ise aynı konuyla ilgili yorumunda şu satırlara yer veriyor:

"Halkoylamasının kaos ortamı yaratmaya çalışanlara bütün kapıları açacağı yönündeki endişe haksız. Eyaletlerde ya da Avrupa'daki komşularda yapılan halkoylamalarından edinilen tecrübeler yeterli. Yapılan bir halkoylamasının Bavyera Eyaleti'nin ekonomik gücüne zarar verdiği tespit edilemediği gibi doğrudan demokrasinin örneğin İsviçre devletinin yönetim kabiliyetini ortadan kaldırdığına yönelik kanıt da yok. Ayrıca Hrıstiyan Birlik partili Friedrich ile Sosyal Demokrat Oppermann, ortaya attıkları halkoylaması önerileriyle parlamentonun yasa yapıcı organ rolünü sokaklara taşımak gibi bir amaca sahip de değiller. Sadece vatandaşlara kontrol etme görevi vermek istiyorlar."

İspanya Basını
Sağ liberal İspanyol gazetesi El Mundo yorumunda Filipinleri kasıp kavuran Haiyan tayfununu konu alıyor:

“Doğal afetler çoğu kez öngörülebilir nitelikte. Filipinler’deki bilim insanları iklim değişimlerinin feci sonuçları olabileceği yönünde çok önceleri uyarıda bulunmuşlardı. Peki Filipinler hükümeti bu felâketin dramatik boyutlarını biraz olsun dindirebilmek için daha fazla şey yapabilir miydi? Örnek olarak, halkın bir kısmını, daha güvenli bölgelere sevk edebilir, koruma önlemleri alabilirdi. Ama bu defaki tayfunun şiddeti şimdiye kadar bilenenlerden çok farklıydı. Ayrıca ülkedeki binalar da bu tür afetlere dayanıklı değil. Afetin daha da yoğun bir biçimde yaşanmasına Filipinler’de hüküm süren yoksulluğun da katkısı oldu. Bu ülkede yaşanan felâket, iklim değişimleri konusundaki tartışmayı da yeniden alevlendirmiş oldu. BM uzmanlarına göre dünyanın ısınmasının, tayfun ve kasırgaların oluşmasında doğrudan bir etkisi bulunmuyor, ama bunların şiddetini artırıyor.”

Norveç Basını
Norveç’in sosyal demokrat eğilimli gazetesi Dagsavisen ise yorumunda, gelişmiş sanayi ülkelerinin iklim facialarını engellemeleri gerektiği görüşünü savunuyor:

“İklim araştırmacıları dünya kamuoyunun gittikçe artan kasırga ve tayfunlarla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulunuyor. Bu, okyanuslardaki ısının artmasının ve fırtınaların gücünü yoğunlaştırmasının ürkütücü ve öldürücü sonucu. Ve işte şimdilerde büyük olasılıkla bu gelişmelerin sonuçlarını yaşıyoruz. Kopenhag’da düzenlenen İklim Konferansı’nın ardından dört yıl geçti ve şimdi artık sanayi ülkelerinin 2020 yılından itibaren kalkınmakta olan ülkelere yılda 100 milyar dolar hacmindeki iklim değişimleriyle mücadele kaynağını garanti etmeleri gerekiyor. Şimdiye kadar herhangi bir maddî ödemede bulunulmadı. Ancak parasal yardımlar olmadan ne Filipinler, ne de başka ülkelerin önümüzdeki yıllarda sıkça görülmesi beklenen aşırı kötü hava durumlarına karşı önlem alabilme şansı olacaktır. Şimdi en önemli şey, çok geç olmadan iklim faciasının önüne geçmektir.”

Fransa Basını
Fransız Le Monde, İran’ın nükleer programına ilişkin görüşmelerde Fransa'nın sert tutumunu yorum sütununa taşımış:

“Fransa İran’ın nükleer programına ilişkin müzakerelerde acaba ayak bağı mı olmuştur? Durumu böyle açıklamak kolaycılığa kaçmak olur. Fransa daha ziyade kendini Nükleer Silâhların Sınırlandırılması Anlaşması’nın hükümlerini korumakla yükümlü görüyor. Ayrıca Fransa, Obama yönetiminin de biraz aceleci davrandığı kanısında. Paris, İran’ı görüşme masasına oturmaya zorlayan yaptırımlar kaldırılmadan önce, İran’ın atom silahları üretmeyeceği konusunda kalıcı garantilerin güvence altına alınmasının doğru olacağını savunuyor. Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un söylediği gibi, Fransa İran’ın ‘kandırıcı niyetleri’ olduğundan endişe ediyor. Oysa ki Fransa’nın elinde önemli bir kozu da var. Önemli yaptırımlar Avrupa’da ancak oybirliği kararıyla kaldırılabiliyor. Fransa’nın bu konudaki tavrı sert ve bu tavrı izole olma riskini de beraberinde getiriyor. Önümüzdeki dönemde neler olacağını göreceğiz… .”

Hollanda Basını
Hollanda gazetesi NRC Handelsblad da yorumunda İran’ın tartışmalı nükleer programı konusunda diplomatik çözüm amaçlayan görüşmelerde ilerlemeyi Fransa’nın bloke ettiğine vurgu yapıyor:

“İran ile ABD arasındaki yakınlaşma, Cenevre’de İran’ın nükleer programına ilişkin bir uzlaşmaya varmak için yeterli olmadı. Bunun nedeni ise Tahran ve Washington değil, Fransa’nın son anda engel çıkartmasıydı. Fransa’nın engel çıkartmada birçok gerekçesi var. Başkan Obama ile İsrail Başbakanı Netanyahu arasındaki ilişkilerin kötüleştiği şu dönemde Fransa, İsrail’in sıkı müttefiki rolünü oynuyor. Fransa bu tavrıyla Suudi Arabistan'a da iyi bir hizmet vermiş oluyor. Zira Suudi Arabistan Krallığı, İran’ın büyük rakibi konumunda ve Amerika’nın Tahran ile diplomatik yakınlaşmasına sıcak bakmıyor. Fransa, Suudi Arabistan ile iyi ilişkiler içinde bulunmaya büyük önem veriyor. Zira bu ülke ile silah anlaşmaları da bulunuyor.”

(dw türkçe/bbc türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.