Kadın İşçiler Anlatıyor: Kazova’da Direnmeyi Öğrenmek
“Kadının kendini savunması kolay değil. Genelde eşi ne derse, onu yapar. İşte benim gibi arada çatlaklar çıkıyor, onlar ayrı...”
Bu sözlerin sahibi, Kazova tekstil fabrikası işçisi Aynur Aydemir...
Son dört aylık maaşlarını ve kıdem tazminatlarını almadan çıkarıldıkları fabrikanın önünde sekiz aydır direniyorlar.
Direnmenin ve direnirken de bilinçlenmenin ne demek olduğunu öğrenmiş bu süre içinde.
O kendisini ‘çatlak’ olarak tanıtırken, direniş çadırlarına destek için orada bulunan bir esnaf giriyor lafa: “Keşke herkes senin gibi olsa... Asıl çatlak, kendini bilmeyenler...”
Aynur, bu süreçteki deneyimleriyle cevap veriyor: “Türkiye’de çatlak gözüyle bakıyorlar, işte.”
İlkokul mezunu, 33 yaşında, iki çocuk annesi Aynur...
Bomonti’deki Kazova Tekstil fabrikasında üretilen kazakların kontrolünden, iliklerinden, düğmelerinden sorumluydu sekiz yıl boyunca.
Fakat diğer işçiler gibi o da, 31 Ocak 2013’te patronları tarafından, döndüklerinde maaşları ve tazminatlarının ödeneceği koşuluyla bir hafta izne çıkarıldı.
Bir hafta sonra döndüğündeyse ne son dört aydır ödenmeyen maaştan, ne de tazminatlardan haber vardı.
Epey çetrefilli bir hikâye onlarınki. Fabrika araya duvar örülerek ikiye bölünüyor, fabrikanın içindeki ürünler ve makineler diğer fabrikaya aktarılıyor ve yeni sahibine teslim ediliyor. İşçiler de alacaklarıyla ortada kalıyor.
Yeni bir iş bulmaları da mümkün görünmüyor. Zira geçmişlerinde Kazova imzası bulunduğu için işverenlerin kendilerine fırsat tanımadığını anlatıyorlar.
Yargı yollarındaki çıkmazlar arasında kendilerine yeni bir ‘direniş yolu’ çiziyorlar.
İşçiler, 27 Şubat’ta direnmeye karar veriyor, 28 Nisan’da fabrikayı işgal edip önüne de bir direniş çadırı kuruyorlar.
Direnişin ilk ayındaki talepleri ile geçen sekiz ayın sonundaki talepleri birbirinden farklı.
Çünkü onlar artık ellerinden alınan balıkları değil, oltaları istiyorlar.
Ailelerin baskısı var
Tazminatları ve ödenmeyen maaşlarının peşinde çıktıkları bu yolda, alacakları karşılığında ellerine geçen üç makineyle üretime geçtiler ve henüz ödenmeyen miktarların karşılığında da diğer makineleri istiyorlar.
Zira 30 kişi yürümeye başladıkları direniş yolunda sayıları 11’e düşen Kazova işçileri, artık kooperatif kurma hazırlığındalar.
Kendi kendisini var eden bir direniş, kendi kendisine çalışan bir fabrika, burası.
Üretime geçen ve direnmeye devam eden 11 kişiden 3’ü kadın.
Daha önce medyaya konuştukları için ailelerinin sert tepkisini çeken iki kadın direnişçi, uzak durmayı tercih ediyor.
Bir çok kadın direnişçi, eşlerinden ve akrabalarından gördükleri baskı nedeniyle geri çekilmiş.
“Bekâr kadınsın, ne işin var sokakta... Yaşın kaç olmuş otur evinde” laflarını ailelerinden, “Basına konuşanlar paralarını alamayacak. Sokakta rahat yürüyebileceğinizi mi sanıyorsunuz. Arkanızı kollayın” gibi ifadeleri de patronlarından duyduklarını iddia ediyorlar.
Ama ‘direndiği için çatlak’ olduğunu düşünen Aynur, çadırda başlıyor anlatmaya:
“Direnmek çok şey öğretiyor. Ben bilinçsiz bir insandım, evden işe, işten eve giderdim. ‘Böyle şeylerin içinde yer alır mısın’ deseler, ‘Asla’ derdim. Bir çadır görsem dönüp bakmazdım.”
Emeklerinin karşılığını almak uğruna girdiği mücadelede "en önemlisi çadır gördüğümde selam vermek gerektiğini öğrendim, bir şeylere ihtiyaçları olup olmadığını ve neden çadır kurduklarını sormayı öğrendim" diyor.
Ama Aynur, aslında hak ararken hukuku da öğrenmiş. ‘Tehdit etmek’ suçlamasıyla hakkında soruşturma açılmış. Yakında davası var.
Ama yıpranmış. Dokuz yaşındaki çocuğuyla sabahlamış fabrikada, günlerce.
“Çok zor şeyler yaşıyoruz” diyor, Aynur.
“Arkadaşlarla arada konuşuyoruz. Burada bütün makineleri alıp gittikten sonra, hepimizin psikolojik yardım alması gerekiyor. Çünkü gerçekten ağır bedeller ödüyoruz.”
“Sen değil sadece, ailen de yıpranıyor. Ne ailemiz kaldı, ne hayatımız kaldı, ne çocukların ruh sağlığı kaldı.”
Kadınların attığı o soğuk bakışlar...
Aynur evine haciz gelenleri, eşi kanser olup çalışmak zorunda olan işçileri, kredi kartı borçlarına gömülenleri, eşinden ayrılanları ve bakamadığı için üç aylık bebeğini sosyal hizmetlere vermek zorunda kalan işçileri anlatıyor.
Polis de girmiş artık hayatlarına. Zaten sık sık sivil polisler de gelip geçermiş, çadırlarının önünden.
“İlk dönemler biz de korkuyorduk polisi gördüğümüzde ama şimdi korkmuyorum” diyor Aynur, “Gözaltına alır, birkaç saat sonra serbest bırakır. Alıştık.”
Polisin kendilerini taciz ettiğini ve tepki vermeleri için kışkırttığını söylüyor.
Polisle ilişkilerini aile bağlarına, kadın olmaya, kadın olarak direnmeye bağlıyor.
“Türkiye’de insanlar hep birilerinden, ailelerinden, eşlerinden korktuğu için insanlar bize bunu çok rahat yapabiliyor. Sinmezsen, karşısında güçlü durursan karşındaki çekiniyor zaten.”
Aynur, gözlerini kısa kısa polise nasıl baktığını anlatıyor.
“O bana bakıyor, ben ona. Sonra o çekilmek zorunda kalıyor. Polis içinden ‘Benim gözümün içine bakabiliyor' diyor. Eh, tabi o buz gibi gözlerle bakınca çekip gitmek zorunda kalıyor.”
Sahi, bir kadının o buz gibi soğuk bakışları aslında ne kadar etkili. Bir kadın, tek bir kelime etmeden, en az beş saniye gözünü dikip o ‘soğuk bakışlardan’ atıyorsa birine, o kişi başlar gözlerini devirmeye...
Öyle olmuş. Aynur da polisle bakışmalarını anlatıyor.
“Ben hiçbir polisin gözünün içine bakmamıştım. Robottan farkları yok, sanki duyguları alınmış.”
‘Kesinlikle korkmayın’
Heyecanlı biri Aynur. Aynı anda en az 3-5 iş yapabileceklerden. Bir yandan direnişini anlatıyor, bir yandan 9 yaşındaki çocuğunu oyalıyor, bir yandan hukuk terimlerini ardı ardına sıralayarak ilkokul mezunu bir avukat gibi hak mücadelesinin detaylarını veriyor.
Kadınlara da mesajı var...
“Kesinlikle korkmayın. Eğer eşiniz size destek olmuyorsa önce eşinizi buraya getirin ve neler yaşadığınızı görsün. Ya da bize getirin biz anlatalım...”
“Asla hakkınızı yedirmeyin. Eşinize de yedirmeyin, çevrenizdekilere de yedirmeyin.”
Aynur bunları söylerken, işçilere destek veren esnaf giriyor lafa, kinayeli gülümseme az kişiye yakışır, onlardan biri...
“Feminizmi ön plana çıkarmayalım!”
Aynur’un yüzüne de yayılıyor bir gülümseme ama gururlu...
“Evet, biraz feministlik var bende... ‘Bu kadar özgürlüğüne düşkünken nasıl evlendiniz’ diyeceksiniz şimdi” diye bana dönüyor...
Yo, benim öyle bir niyetim yok, öyle bir soru da geçmiyordu aklımdan. Önümdeki kayıt cihazı mı, gazeteci kimliğim mi ona böyle hissettirdi acaba... Feministlik algısını sorgulayacak konumda da değilim. Ama ‘direnen kadın’ sormuş kendine o soruları vaktiyle herhalde. Ben susarken o devam ediyor:
“Benim eşim çok anlayışlı bir insan. ‘Adam gibi adam’... Evimde her konuda bana yardım eder. Yeri geldiğinde yemeğimi pişirip önüme çayımı da koyan biridir. Bizim evde özgürlük var. Kimse kimsenin hayatına karışmaz.”
Eşi için ‘adam gibi adam’ ifadesini kullanıp kendisi için “Ben de biraz feministlik var” diyen Kazova direnişçisi Aynur konuştukça toplumdaki ‘kadın algısı’ üzerine doğan tezatlar sözcükler halinde önümüzde dolaşıyor...
Çocukluğunu anlatıyor... Evliliğe aslında neden karşı olduğunu, direnişi erken yaşta kaybettiği babasından öğrendiğini...
“Ben evliliğe çocukluğumdan beri karşıydım. Babamı küçük yaşta kaybettiğim için bizim evde hiçbir zaman erkek olmadı. Üstünlük sağlamaya çalışan bir ağabeyim vardı.”
Kazova direnişçisi Aynur, bir süreliğine başka bir fabrikaya girse de sonra çıkmış ve direniş için her gün çadırın yolunu tutmuş.
“Ben evde en dik başlı, en burnunun dikine giden insandım. Kimseye boyun eğmezdim. Çok da dayak yemişimdir ağabeyimden...”
Gülmeye başlıyor... “Ağzımdan az kan gelmemiştir... Ama yine de boyun eğmemişimdir...”
Aynur, babasını çevreden duymuş... ‘Haklarına saygı duyan, savunan’ biriymiş. O da hep babasının izinden gitmeye çalışmış.
Kazova direnişi, kendi patronları olma yolundaki işçileri aslında hiç de planlamadıkları bir yola sokmuş.
“Bizim tek amacımız paramızı alıp gitmekti. Kimsenin aklında burada üretim yapma ya da Türkiye’de bir ilk olma gibi bir hedef yoktu” diyor Aynur.
Ama artık onlar kendi defilelerini yapan, kendi ürettikleri kazakları için Bomonti’deki İyi niyet sokakta haftanın her günü çalışan birer işveren ve işçi...
Çağıl Kasapoğlu/BBC Türkçe
*
YORUM YAZIN