Dar Bölge Kurnazlığına Yakından Bakmak
![]() |
- BURAK COP - |
Başbakan’ın açıkladığı “demokrasi” paketinde şaşırtıcı bir şey bulmak güç. Turpun büyüğü heybenin dibinde saklanmamış, onun yerine irili ufaklı pek çok turp ile çevrelenerek gizlenmiş.
Turpun büyüğünden kastettiğimiz, İslamcı hegemonyayı tehdit etme potansiyeli taşıyabilecek muhalif görüşlerin dile getirilmesini engellemeye çalışacak, dile getiren olursa da bu kişileri Fazıl Say, Sevan Nişanyan ve Ekşi Sözlük vakalarında olduğu gibi cezalandıracak bir “nefret suçları” düzenlemesi. Bir toplumda nefret suçuna yönelik düzenlemeler azınlık kimliklerini korumayı amaçlar, yani Almanya’da Alman düşmanlığını ya da İtalya’da Katolik düşmanlığını cezalandırmayı hedeflemez. Bizdeyse belli ki “nefret suçu” Sünni esaslara dayalı bir devlet düzenini ve o devlet eliyle toplumsal yaşamın dizayn edilmesini eleştirenlerin ensesindeki Demokles kılıcı olacak.
Kozmetik maddelerin arasına gizlenen bir diğer iri turp da, toplantı ve gösteri özgürlüğünü kısıtlamayı amaçlıyor. Başbakan’ın karmaşık cümlelerinden anlaşıldığı kadarıyla güneşin batışından sonra açık alanda gösteri yapmak zorlaşacak, müphem bir “düzenleme kurulu” vücuda getirilecek, bu kurul bir gösterinin amacından saptığına hükmedebilecek, bu durumda kolluk amirine haber verecek vesaire…
Avrupa’da 1830 ve 1848 ihtilallerine konu olan, pek çok ülkenin 19. yüzyılda çözümlediği toplantı ve gösteri özgürlüğü meselesi 21. yüzyıl Türkiyesi’nde, yeni bir Gezi’den ödü kopan iktidarın, kitleleri baskı altına alma arzusunun ürünü olarak büsbütün kangrene dönecek.
Evet, onun dışında bolca kozmetik madde var pakette, aynen 2010 referandumunda olduğu gibi. Bunların bir kısmı zaten fiiliyatta çözüme kavuşmuş şeyler, gene 2010 referandumundaki pek çok kozmetik madde gibi. Üç yıl önceki referandumun can alıcı maddeleri Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili olanlardı, gerisi amiyane tabirle hikâyeydi. Şimdi de 3 adet esaslı (ve her biri kendi alanında bir geriye gidiş anlamına gelen) düzenleme var. Az önce ikisinden bahsettik. Üçüncüsü, dar bölge kurnazlığı.
Seçim sistemine dair Erdoğan üç öneri dile getirdi: Mevcut sistemin devamı, barajın yüzde 5’e indirilmesi ve seçim çevrelerinin her biri 5 milletvekili seçecek şekilde düzenlenmesi, ya da barajın tamamen kaldırılması ancak buna karşılık her seçim çevresinden tek milletvekilinin (yani en çok oyu alan adayın) seçilmesi. Sonuncusuna dar bölge, 5’li gruplandırmaya daraltılmış bölge deniyor.
Dar bölge veya daraltılmış bölge seçenekleri gerçekleşirse ne olur?
Dar bölge sisteminin uygulandığı ülkelerde (İngiltere, Hindistan, Kanada gibi) ülke genelinde en çok oyu alan parti mecliste orantısız bir temsil olanağı bulur. Lider partinin aşırı temsilinde oranlar değişebilir, ama esas değişmez. İngiltere’de 2005’te İşçi Partisi oyların yüzde 35’ini alıp vekilliklerin yüzde 55’ini kazandı. İkinci sıradaki Muhafazakârların oyu İşçi Partisi’ne yakındı (yüzde 33) ama anca oy yüzdelerine yakın bir oranda sandalye kazandılar.
Türkiye’nin böylesi bir sisteme ihtiyacı olduğu, politik ufku burjuva siyasetiyle sınırlı bir kimse tarafından bile savunulamaz. Madem 11 yıldır tek parti iktidarı söz konusu, birinci gelen partiyi iyice uçurmaya ihtiyaç var mıdır? Kaldı ki bu sistemde çöpe giden (yani mecliste temsil olunmayan) oy miktarı çok yüksektir. Bu sisteme geçilmesi halinde geçmişteki seçimlere nazaran çok daha yüksek oranda oy boşa gidecektir, barajın kaldırılmasına rağmen. Türkiye’nin buna mı ihtiyacı var?
Gelelim 5’er milletvekilinden müteşekkil çevrelerin oluşturulacağı, yüzde 5 barajlı alternatife. Bir kere, baraj kısmı bir yana, dünyada böyle bir sistemin olmadığını belirterek değerlendirmeye başlamalı. Eğer bir ülkede nispi temsil uygulanıyorsa, seçim çevreleri yerleşim yerlerinin nüfusuna göre az ya da çok sayıda milletvekili içerir. Seçim çevrelerinin sınırları o ülkedeki idari sınırlarla büyük oranda örtüşür. Şu anda Türkiye’deki durum budur. Nispi temsilin olduğu her yerde durum budur.
Erdoğan’ın daraltılmış bölge alternatifi, hepsi eşit büyüklükte 111 seçim çevresinin kurulması anlamına geliyor (550’yi 5’e bölünce çıkan sayı). Bu az önce de belirttiğimiz gibi benzeri olmayan, yapay, üstelik seçim çevrelerinin dizaynında suiistimal yapılmasına açık bir uygulamadır. İki veya daha fazla sayıda beşli grup içerecek, yüksek nüfuslu illerde muhalefetin milletvekili çıkarmasına engel olacak biçimde sınır çizimleri yapılabilir. Hatta düşük nüfuslu yerlerde de aynısı rahatlıkla yapılır. Tunceli’yi Bingöl’le birleştirin, bakın bakalım CHP milletvekili çıkartabiliyor mu?
Bu düzenleme CHP’nin Marmara, Ege ve Akdeniz dışındaki illerde milletvekili çıkarmasını zorlaştırır. Bir seçim çevresi ne kadar çok vekil çıkartırsa sonuçlar o kadar adil olur, partilerin oyları nispetinde vekil çıkarması o denli kolaylaşır. 9 vekil çıkaran Kayseri’de MHP yüzde 18’le, CHP de yüzde 12’yle birer vekil kazanabilmiştir. Ama diyelim ki Kayseri’nin toplam vekil sayısı nüfus artışının sonucu olarak 10’a çıktı, şehir iki seçim çevresine bölündü. O zaman AKP’nin her iki çevrede de 5-0 yapması olanaklı olur. Hadi diyelim ki MHP ite kaka gene bir sandalye kazandı. AKP gene şimdiye göre avantajlı olacaktır: 5-0 ve 4-1.
Her ne kadar az önceki örneğimizde MHP’nin sandalyesini koruma olanağı olsa da, 5’li seçim çevreleri CHP’den çok MHP’yi vuracak, hatta bu partinin mecliste grup kurmasını bile zora sokacaktır. Zira MHP’nin, iki büyük partinin aksine, hiçbir ilde ya da bölgede oy konsantrasyonu yoktur. Son seçimde 81 ilin sadece 1’inde birinci olabilmiştir.
MHP’yi budayacak bir kurnazlık, sosyalist olan bendenizi ırgalamaz. Lakin her şey, bağlamıyla anlamlıdır. Başkanlık hayali gerçekleşsin gerçekleşmesin, Erdoğan’ın/AKP’nin tek adam/tek parti rejiminin pekişmesi bağlamında tüm sağın AKP altında konsolide olması arzulanıyor. Zaten 5’li bölgeler senaryosunda yüzde 5 barajının muhafaza edilmesi bu yüzden. AKP dışında bir sağ partiye doğum imkânı, bir şekilde doğarsa da büyüme imkânı verilmek istenmiyor. Bu yapılırken bir yandan da MHP’nin altındaki toprak kaydırılmak isteniyor.
Kaldı ki daraltılmış bölge seçeneği, yalnızca temsilde adalet ilkesi bağlamında değil, tarihsel olarak da bir geriye gidiş anlamına geliyor. Yönetimde istikrar olsun gerekçesiyle seçim çevrelerini ilk daraltan 12 Eylül rejimiydi. Seçim çevreleri en fazla 7 vekilden oluşacak şekilde sınırlandı. 12 Eylül’ün devamı ve uygulayıcısı olan Turgut Özal bunu pratikte 6’ya indirdi (teknik ayrıntısına girmiyorum).
Bu “sayede” 1987 seçimleri Türkiye’nin gelmiş geçmiş en adaletsiz seçimlerinden biri olmuş, ANAP yüzde 36 oyla meclisin yüzde 64’ünü ele geçirmiştir. Erdoğan’ın Özal’a olan merakı biliniyor (Erbakan görse ne üzülürdü kim bilir). Dolayısıyla bu geriye gidiş, AKP açısından tutarlıdır. İyi ama memleketin ihtiyacı bu mudur? Valla Nevşehir Üniversitesi’nin adının değişmesi daha anlamlı bir reform…
CHP ve MHP’nin dar bölgeye de, daraltılmış bölgeye de karşı çıkacağı aşikâr. Peki BDP’nin tutumu ne olacak? Dar bölge BDP’yi Kürdistan’a hapseder, ancak buralarda da dominant parti olmasını sağlar. Meclise çok daha fazla vekil gönderirler, MHP’yi geçip üçüncü parti olurlar.
Daraltılmış bölge de BDP’yi büyük oranda “kendi” bölgesine hapseder, İstanbul’la vedalaşırlar, Adana ve Mersin’den muhtemelen vekil kazanamazlar. Ancak bu seçenekteki yüzde 5 barajı BDP için bir tehdit teşkil etmez. AKP, ikinci sırayı aldığı Kürt illerinin bazılarından da bir-iki vekil çıkartmayı başarır. BDP gene mecliste 3. büyük parti olur.
Şu anda bir partinin Hazine’den yardım alabilmesi için oyların en az yüzde 7’sini alması gerekiyor. Erdoğan’ın paketinde bu oranın yüzde 3’e indirileceği vaat ediliyor. Bu, BDP’nin ağzına çalınan bir parmak baldır.
AKP ve BDP, her iki partinin de lehine olacak dar bölge veya daraltılmış bölge hususlarında işbirliği yapabilir. Her iki partiye birden en çok yarayacak seçenek, dar bölgedir. BDP içindeki sol olmayan, pragmatik unsurların işbirliğine soğuk bakmayacağını zannediyorum. Lakin “barış” sürecinin gelip dayandığı tıkanmanın bu işbirliğini baltalayabileceği de akıldan çıkartılmamalıdır. Bunu en iyi ÖDP’nin Eşbaşkanları Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya ifade etti:
"Erdoğan ne kadar inkâr etse de bu Paket, esas olarak Kürt sorununda müzakere sürecinin ikinci aşamasına geçişin parçası olarak gündeme gelmiştir. Silahların susması, silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesinin ardından AKP’den çözüm sürecini ilerletecek adımlar bekleniyordu. Ancak Paket’te buna ilişkin hiçbir düzenleme yoktur. Bırakın anadilinde eğitim hakkını, daha önce dile getirilen anadilinde hizmet anlayışı dahi yoktur. Buna ilişkin tek bir düzenleme vardır; o da insanların para vererek anadilini kullanabilmesidir. Bu durum Kürt sorununun çözümü konusundaki sürecin fiilen sona erişinin AKP tarafından resmen ilan edilmesidir."
Seçim sistemiyle ilgili düzenlemenin gericiliğini ortaya koyan tek şey 12 Eylül ruhuna geri dönüş anlamına gelen daraltılmış bölge önerisi değil. 19. yüzyıldan beri demokratik addedilen rejimlerde 82 büyük seçim sistemi değişikliği meydana geldi. Bunların 40’ında çoğunluk sisteminden nispi temsile ya da karma sisteme geçildi. Yani daha adaletli bir sisteme geçildi. Buna karşılık yalnızca 7 defa nispi temsilden çoğunluk sistemine, 6 vakada da nispi temsilden karma sisteme geçildi. Nispi temsilden karma sisteme geçilmesi illa ki daha adaletsiz bir sisteme geçildiği anlamına gelmeyebilir.
Dolayısıyla Mersin’e gidilen vaka sayısı 40, tersine gidilen vaka sayısı 7’dir. Üstelik son 20 yıldaki genel eğilim, daha temsili, daha adaletli sistemlere geçilmesi yönündedir. Yeni Zelanda dar bölgeyi terk edip karma sisteme geçti. İngiltere’de dar bölge belki de yüz yıldır tartışma konusu, Muhafazakârlar bu sistemden yanayken İşçi Partisi bir süredir nispi temsile görece sıcak bakıyor. 2011’de yapılan bir referandumda dar bölgeden biraz daha adil olan “alternatif oy” sistemine geçilip geçilmemesi oylandı, seçmenin yüzde 65’i hayır deyince olmadı.
Bence Türkiye’de de seçim sisteminin nasıl olması gerektiğine halk karar verebilir. Hani madem sandığa bu kadar önem veriyorsunuz…
Burak Cop
* http://www.sendika.org/2013/10/dar-bolge-kurnazligina-yakindan-bakmak-burak-cop/
YORUM YAZIN