Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (21 Haziran 2013)



İngiltere Basını
Economist dergisi polisin Taksim Meydanı'nda ve diğer yerlerdeki protestoların polis tarafından bastırıldığını ancak bunun Türkiye'nin itibarını oldukça zedelediğini yazıyor.

31 Mayıs'ta başlayan protestoların aşama aşama azaldığını, ülkenin genelinde sükunetin hakim olmaya başladığını belirten dergi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta sonu düzenlediği mitingler üzerinden değerlendirildiğinde, Adalet ve Kalkınma Partisi tabanının her zamankinden daha sadık olduğu gözlemini yapıyor.

Ancak bunun bir bedeli var dergiye göre:

Protestoları bastırmanın bedeli
"Türkiye'yi bir bölgesel güç haline getiren ve siyasi İslam ile demokrasinin mükemmel bir şekilde birarada yaşayabilir bir karışım olduğunu gösteren Erdoğan'ın uluslararası itibarı kötü bir şekilde çizildi. Kendisini eleştirenler, onu sevmemekle birlikte, ondan korkuyorlar da. Başbakanının istediği de bu gibi görünüyor."

Türk Tabipler Birliği rakamlarına göre, aralarında ondan fazla gazeteci olmak üzere 7 binden fazla göstericinin yaralandığı ve beş kişinin öldüğü, sağlık durumları kritik olan insanlar olduğu da derginin değerlendirmesinde aktarılan noktalardan.

"Bu arada, provokatör olarak adlandırılanlara karşı bir cadı avı da başladı. Yüzlerce gösterici tutuklandı. İnsan hakları kuruluşları, Gezi Parkı'ndaki komüne yiyecek taşımak gibi "suçlardan" tutuklu insanlar olduğunu duyuruyor. Yaralıları tedavi eden doktorlar, onları savunan avukatlar ve Erdoğan'ın hükümetine karşı küresel bir komplonun parçası olmakla suçladığı diğerleri yakalandı. AK Parti destekçisi gruplar İstanbul'daki bir muhalefet partisi bürosuna saldırdı."

AB ile bozulan ilişkiler
Economist, Gezi Parkı eylemleri ve hükümetin tepkisi konusunda İçişleri Bakanı Muammer Güler'in sosyal medyanın üzerine gitme planlarını ve Erdoğan'ın düşmanı olduğu düşünülenlere karşı saldırgan twitler atıldığını da yazıyor.

Derginin yazarı Amberin Zaman kendisine hakaret içeren twitler atıldığını da belirtiyor.

Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkileri de kötüye gidiyor diye yazan dergi örnek olarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in Brüksel'e yapacağı ziyareti iptal etmesini, Erdoğan'ın "Tanımıyorum" demesini ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında açılacak yeni fasıla Almanya Başbakanı Angela Merkel'in karşı çıkmasını gösteriyor.

Economist son olarak Erdoğan'ın Kürt açılımını da sorguluyor ve hükümeti "Savaşa hazırlanmakla" suçlayan PKK komutanı Karayılan'ın sözlerini hatırlatıyor.

Karayılan'ın insansız hava araçlarının Kuzey Irak'taki PKK kampları üzerindeki keşif uçuşlarına tekrar başladığını söylediğini buna karşılık "Türkiye'nin ılımlı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "reformlar devam edecek" sözleriyle ortamdaki karamsarlığı kırmaya çalıştığını da belirtiyor.

"Berlin Ankara'nın AB yolunu kesti"
Financial Times gazetesinden David Gardner ise Türkiye'nin Avrupa Birliği ile tekrar müzakere masasına dönme şansının Başbakan Erdoğan'ın bu ay yaşanan protesto gösterilerine karşı tutumuna kurban gittiğini yazıyor.

"Berlin Ankara'nın AB yolunu kesti" başlıklı haberin altında yayımlanan değerlendirmede, Avrupa Birliği'nin bir yandan Erdoğan'ın "paranoyak ve hoşgörüsüz davranışları" ile kentli Türkiye'nin farklılıklarına yaklaşma konusunda bir dengede yürümesi gerektiği yazıyor.

Artarda üç seçimi oylarını artırarak kazanan Başbakan Erdoğan'ın kendi hükümetine karşı laik elitleri iktidara taşımak isteyen uluslararası bir komplodan şüphelendiğini belirten yazar, AKP'nin varlıklı bir orta sınıf yaratma başarısının bir sonucu olan daha fazla demokratik aktivizm ile baş edebilme kapasitesi gösteremediğini de ifade ediyor.

Fransa'nın Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki muhalefetini yumuşattığını ancak bu kez Almanya'nın gösterilere karşı tutum gerekçesiyle yeni fasıl açılmasını engellediğini belirten yazar, Avrupa Birliği'nin birlik iddialarına rağmen Türkiye ile ilişkilere kültürel olarak yeterli olmadığını görüşünü işliyor.

"AB'nin Erdoğan'a faydası"
Gardner, AB'ye karşı sert açıklamalar yapan Erdoğan'ın birlik kurallarının koruması olmasa 10 yıl önce iktidara gelemeyeceğini, ordunun siyasetteki etkisini bu sayede kırdığını da belirtiyor.

İktidarın oyların yüzde 50'sini aldığını sık sık vurgulayarak, diğer yüzde 50'yi görmezden gelme hakkı varmış gibi davrandığını belirten yazar, Almanya'nın katı muhalefetinin AB'nin yumuşak gücünün etkisini gösteren bir örnek olarak değil, hayati önem taşıyan bir ilişkinin tabutuna son çivi olarak hatırlanabileceğini de ifade ediyor.

Guardian gazetesi ise Gezi Parkı protestolarına karşı polis müdahalesine oldukça geniş bir yer ayırıyor.

"Türkiye her zamankinden fazla bölünmüş durumda"
Ian Traynor ve Constanze Letsch imzalı değerlendirmede, Türkiye'nin her zamankinden çok daha fazla bölünmüş durumda olduğu görüşü savunuluyor.

Gazeteye göre, kitlesel gösterilere otoriter yanıt vermek, ülkenin bir zamanlar her şeye kadir başbakanını ülkesinde ve dışarıda daha güçsüz bir hale getirdi.

Başbakan Erdoğan'ın ülkeyi "dostlar ve düşmanlar" olarak bölmekle suçlandığını ifade eden gazete, siyaset bilimci Ahmet İnsel'in başbakan Erdoğan'ın fazla başarının etkisi altında fazlasıyla bir kontrol etme eğilimi içinde olduğu görüşünü de aktarıyor.

Guardian, Uluslararası Af Örgütü Türkiye araştırmacısı Andrew Gardner'ın "Erdoğan'ın söylemi başından beri negatif ve kışkırtıcıydı. Konuşmaları yalnızca protestoculara yönelik olmakla kalmadı protestocuların haklarını savunanları da içermeye başladı" şeklindeki sözlerini de aktarıyor.

Almanya Basını
Bugünkü Alman basınında ABD’nin Taliban ile doğrudan görüşmeler yürüteceği yönündeki haberler ve Brezilya’daki gösterilere ilişkin yorumlar öne çıkıyor.

Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, ABD'nin Taliban ile Doha'da doğrudan görüşmeler yürüteceği haberlerine sert tepki gösterdi. Münchner Merkur gazetesinin müzakerelere ilişkin yorumu şöyle:

“Taliban ile müzakereler dışında başka bir seçenek yok. Meseleyi yokuşa sürmeden ve önkoşul da öne sürmeden; çünkü bu önkoşulların yer alacağı belgelerin aslında hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.  Taliban kendini galip olarak görüyor. Haksız da sayılmaz. Afganistan büyük güçlerin mezarı konumunda. Ruslar bunu biliyor, İngilizler de biliyor olmalı, ABD ise yeni öğreniyor. Taliban ile müzakereler sanki teslim bayrağı çekilmiş izlenimi verse de şu bir gerçek: Halkın büyük bir kısmının sadece savaşı tanıdığı bu ülkede sonuçta barışa götürebilecek tek yol Taliban ve geri çekilmedir.”

Kölner Stadt-Anzeiger de aynı yoruma yer veriyor:

“Taliban, yabancı birlikler 2014 yılının sonuna kadar çekilmeden önce NATO ve Kâbil'in de bir siyasi çözüm bulmak isteyeceğini biliyor. Doha’daki görüşmelerde, Taliban kendi çıkarlarına uyduğu sürece, Kâbil ve ABD'ye ödün vermeye yanaşmayacaktır. Bu yüzden de ilk aşamada ilerlemeden ziyade gerileme olacaktır. Daha fazla savaşılıp, bombalar patlayacak ve ölümler meydana gelecektir.”

Brezilya, son 20 yılın en büyük protesto gösterilerine sahne oluyor.  İki hafta önce patlak veren protestoların fitilini  toplu taşıma araçlarındaki bilet fiyatlarının artırılması ateşlemişti. Ancak protestolar kısa süre içerisinde yolsuzluğa ve Brezilya’nın ev sahipliği yapacağı 2014 Dünya Futbol Şampiyonası ve 2016 Olimpiyatları için milyarlarca dolar harcanmasına karşı gösterilere dönüştü. Westdeutsche Zeitung, konuyla ilgili bir yoruma yer veriyor:

“Brezilya'nın daha şimdiden 13 futbol stadyumu için ödediği 3 milyar 300 milyon dolardan ağzı yandı. Bu, dünya genelinde kabul görme özlemiyle Güney Afrika'nın 2010 yılında yaptığı yatırımdan üç kat daha fazla. Ülke bunun sonuçlarını bugün bile hâlâ hissediyor. Devasa arenaların çok fazla kullanım imkânı da yok. Top yuvarlanmadığı sürece futbol dikkatlerden uzak kaldığı için (yatırımlar) hemen arka plana itiliyor. Güney Afrika ve Brezilya işte bu gelişmenin baş oyuncuları konumunda. Bu yüzden FIFA'nın yakında Dünya Futbol Şampiyonası'nı baskıcı bir biçimde yönetilen Rusya ve zengin Katar'da düzenlenmesi şaşırtıcı olmaz. Blatter ya da ondan sonra gelecek yöneticiler için bu ülkelerin daha sakin olacağı kesin."

Allgemeine Zeitung Mainz gazetesi ise yorumunda Brezilya'da yoksullarla zenginler arasındaki büyük uçuruma dikkat çekiyor:

“Rüya tatil bir klişe mi? Brezilya'da Kesmeşeker Dağı ve Copacabana dışında gecekondular ve acı bir yoksulluk olduğunu herkes biliyor. Protesto ve isyanlar, geçmişinde zorlu bir siyasi süreç bırakan, 1964'ten 1985'e kadar askerî idarenin hüküm sürdüğü bu ülkede temelde yeni değil. Demokrasiye geri dönüş, bugüne kadar bertaraf edilemeyen ve Brezilya toplumuna büyük zarar veren bir yaraya yol açtı: Yolsuzluk... 1980'li ve 1990'lı yılların sonunda sosyal sefaletin daha da kötü olduğu dönemde Brezilyalıların acı çekme yeteneğinden sık sık bahsedilirdi. “Tanrı Brezilyalı” ve “Pislik içindeyiz ama futbol ve sambamız var” türündeki sözler ülkede en yaygın ifade biçimleriydi. Brezilya bugün dünyanın altıncı büyük ekonomisi. Yüksek büyüme oranlarına ve dış ticarette rekorlara sahip. Ancak yoksullarla zenginler arasında her daim derin bir uçurum var. Brezilya'da Dünya Futbol Şampiyonası öncesi ateşi körükleyen de işte bu.”

Diğer
Hollanda'dan De Telegraaf, Başkan Obama'nın Berlin’de yaptığı konuşmayı şöyle yorumluyor:

"Göreve ilk geldiğinde umut ve değişimi savunan birinden, ikinci görev döneminde dünya daha fazla beklenti içinde olabilir. Obama'nın nükleer silahsızlanma konusundaki çabaları her ne kadar değerli bir tavırsa da, dünyanın tek süper gücünün lideri olarak acil kriz konularında, uluslararası güç oyunlarında daha aktif rol üstlenmesi daha iyi olurdu. Örneğin Ortadoğu'da barış arayışlarında ya da dünyanın geri kalanında demokrasinin desteklenmesinde."

Belçika'dan Der Standaard da aynı konuyla ilgili yorumunda eleştirel bir tavır alıyor:

"Obama'nın Berlin'deki konuşmasında dile getirdiği öneriler, 2009 yılında Prag'da yapmış olduğu, nükleer silahlardan arınmış bir dünya konuşmasındaki vizyonun gerisinde kaldı. Bazıları hayal kırıklığı içinde, Obama'nın şimdiki önerisinin büyük bir çığır anlamına gelmediği, tek taraflı barış jesti olmadığı, tam tersine nükleer silahlar konusunun karşılıklı caydırıcılık politikası olarak kalacağı tespitinde bulunuyor. Ancak Obama'nın bu önerileri bile siyasi açıdan yapılabileceklerin en üst sınırını oluşturuyor. Kongre'deki Cumhuriyetçiler bunu baştan reddediyorlar. Rusya'dan gelen ilk tepkiler de çok cesaret verici değil."

Avusturya'dan Der Kurier gazetesinin yorumunda şu satırlar göze çarpıyor:

"ABD Obama döneminde daha iyi bir ülke haline gelmedi, daha dürüst bir ülke de olmadı. Bu nedenle nefret edilen eski başkan George Bush'un sempatizanları Obama'yı, 'palavracı' diye alaya alıyorlar. Obama'nın ikinci Berlin konuşması hitabet açısından bakıldığında yine iyiydi: Konuşmanın ana konusu olarak nükleer silahların azaltılması kulağa hoş geliyor, ama bu ne tarihi bir açıklama, ne de bir geçerliliği var. Berlin eskiden zıt kutupların kesiştiği bir yerdi, ama bu karşıtlık artık tarihe karıştı. Bugünkü durum bambaşka… Obama ise sorunların çözümü konusunda bir perspektif sunmaktan bile çok uzak.”

(dw türkçe/bbc türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.