Header Ads

Ülke Nedir...


- ECE TEMELKURAN -
Angelopolous'un "Sonsuzluk ve Bir Gün" filmi geliyor aklıma. Bu bir cevaptı. "Yarın nedir?" diye soruyordu biri ve cevap böyleydi:

"Sonsuzluk ve bir gün!"

Şimdi "Ülke nedir?" diye sorunca kendime böyle cevaplayabiliyorum ancak:

"Sonsuz bir coğrafya ve bir masa!"

"Ülke" sözcüğünün içimizde dokunup tınlattığı, coğrafyayı aşan ve binlerce hikayenin, görüntünün, sesin, kokunun ve duygunun boşandığı bir yer var. Toprağı aşan bir coğrafya orası. Ve uzak kaldıktan sonra biliyorum, ülke aslında bir masa. Bir masanın etrafına kadar sığacak kadar dost. Ne ince belli, ne beyaz peynir. Ne rakı, ne mercan.

Ülke, bir an. Anlatıp anlatıp durakladığında sana bakan, bir şey demesine gerek olmayan bir kaç çift göz. Bir an ülke. Ciddi, kederli bir konuşma sırasında aniden bir cümle ve kahkahanın patladığı o an. Aynı anda, herkesin herkesin aynı şekilde anladığı bir gönderme ülke.

ŞAŞKINLIK VE HAYRET
Sonra başka bir anlamı daha var bende. Gazetecilikle roman arasında bir yerde ülke. Gazetecilik -bana sorarsanız- gerçekliğin bir formu sadece. Gazetecilik gerçek değil yani, bir formu sadece. Tuhaf bir sözleşme gazetecilik. Her seferinde diyorsun ki "Bu sefer bambaşka". Aslında her yazdığınla diyorsun ki "Bu kez seni şaşırtacağım". Diyorsun ki "Bugün olanlar dünkülerden çok farklı, yepyeni".

Benim içinse hayat artık öyle bir yer değil. Bu yüzden başka bir ülkem var şimdi. Edebiyat sadece benim haberleri bildirdiğim bir başka ülke. Ve her gün aslında birbirinin aynı ve yine de mucizevi. Bu ülkede mesele şaşırmak değil çünkü, bu ülkede mesele hayret etmek. Yine de hayret etmek derinliği. Artık o ülkeden bildiriyorum bir bakıma. Türkiye'den değil. Daha derin bir "iç ülkeden"...

ÜLKE VE ÜLKEM
Öte yandan düşünüyorum da Türkiye'yi, ülkeyi yazmamak mümkün mü? Bakıyorum şimdi iki romanda da başka isimler altında hep "ülkeyi" anlatıyorum, hep ülkenin esmer tarafını. Kırık tarafını. Muz Sesleri'nde Doktor Hamza'nın Sabra-Şatila Kampı'nı anlatan mektupları Diyarbakır'da Bağlar'ı anlatıyor, Düğümlere Üfleyen Kadınlar'da Libya aslında Hakkari. Ülke tek bir anlam olarak içine yerleşirken kendi ülken başka her şeyi ve her yeri galebe çalarak üzerine oturuyor "ülke" adlı sonsuzluğun. Sevmediğin çok şeyi olmasına, bazen seni sevmese bile.

ÖZLEMEK KALKARSA YÜRÜRLÜKTEN
Eric Hobsbawm'ın "Fractured Times" diye bir kitabını okuyorum şimdi. Ben olsam "Kırık Zamanlar" diye çevirirdim ismini. Son yüzyılın icadı olan turizmden söz ediyor. Son bir yüzyıldır insanların değişen yer değiştirme alışkanlıklarından ve yersizliğin ne kolay oluşabileceğinden. Bunun üzerine düşünüyorum şimdi.

Hırvatistan'da, bir kahvede bin milletten gelen turistlere bakıp geçen yüzyıla oranla bu yüzyılda "ülke" meselesinin nasıl değişmiş olacağını düşünüyorum. Aklıma en çok şu takılıyor:

Özlemek kalkacak mı yürürlükten?

Yerlilik, ulus, kimlik... Bunlar ilgilendirmiyor pek beni şu anda. Merak ettiğim şey şu:

Acaba insanlar her yere -hiç değilse teorik olarak- bu kadar kolay ulaşırken ve terk ettikleri evlerine teknoloji sayesinde hala yakın olabiliyorken özlemek nasıl bir form alacak? Özlemek değişirse şiir ve müzik nasıl değişecek?

Londra Kitap Fuarı'nda böyle şeylerden söz ettim işte. Konu memleketti ve bunları, buna benzer şeyleri anlattım. Anlattım ve bitmedi. Düşünüyorum hâlâ. Ne olacak?

Ece Temelkuran

http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1366620363&year=2013&month=04&day=22

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.