Paskalya: Bizim Tutunma Halimiz
![]() |
- JANET BARIŞ - |
Zaman geçip sorgulamalarım kendimce oturduğunda inançlı bir insan olmadım ama Paskalya sabahı olduğunda kiliseye gidip mum yakmak, kalabalığa karışmak, her şeye rağmen dinsel olarak ait hissettiğin bir yerin çatısı altında olmak iyi geldi hep. Sonrasında ailece toplanıp çörek yemek, çoğu zaman herkesin birbirini görüp hal hatır sorduğu, birbirinin çöreklerinin tadına bakıp yumurta tokuşturduğu aile sohbetlerine dönüştüğünde ise daha tatlı bir hal aldı.
Çocuklukta bayramların tadı başka olur diye bir klişe vardır. Benim için de öyleydi ama büyüyüp, sorguladıkça ya da tanrının varlığına dair soru işaretleri arttıkça ters bir orantıyla daha önemli hale geldi benim için. Paskalya bir çeşit ‘ayin’ alanı oldu. Aile ile Agop Dede’nin evinde toplaşma, kuzenlerle kenara çekilip eğlenme ve dahası. Sonrasında anladım ki Paskalya’yı yaşamak için bir şeye inanmaya ihtiyacınız yok o pazar sabahları insanın kendi ‘ayin’ine dönüşüyor sonuçta, kiliseden girip bir mum yakarken ya da uzaktan seslenen papazı dinlemeye çalışırken kendi ‘ben’iyle baş başa kalıyor insan.
Çok dindar bir aile değiliz ama mesele Paskalya olunca, o gün yılın neredeyse dinle yakından ilişki kurulan tek günü olduğundan daha bir önemli olur. Bir nevi tutunma, birlikte olma, azlığın verdiği çokluk ile dolma hali. Çoğu Ermeni için de durum böyle, Paskalya’nın özel bir anlamı var. Bereketli olsun diye tepsilere sığmayan Paskalya çörekleri evdeki fırınlar yetmeyince mahalle fırınlarına teslim edilir oldu. Yeşilköy, Bakırköy, Samatya ve Kurtuluş’ta kadınlar toplu halde kendi Paskalya çöreklerini fırınlarda pişirmeye başladı. Bu koşuşturmanın en önemli nedeni gelenekleri sürdürmek. Bir şeye körü körüne inanmaktansa ritüeline sahip çıkmak daha anlamlı. Bu yüzden masalar da kalabalık ve bereketli.
Türkiye ’de yaşayan Ermeniler için çoğu zaman Paskalya’nın birleştirici bir etkisi var. Kiliseler çok kalabalıktır, çoğu zaman içeriye girmek zor olur, kapıdan yavaş yavaş hareket ederek birilerinin çıkmasını bekleyerek ilerlersiniz. Kendini saklayan, saklamayan herkes ortalığa dökülmüştür. Mumlar yakılır, dualar edilir, papaz yufka ekmeğini şaraba batırıp ikram eder, herkes o ‘okunmuş ekmek’ten bir parça alarak İsa’nın son yemeğini, son şarabını hatırlar.
Cemaat bu sabah daha umutlu...Bu yıl da Bakırköy Surp Astvazazin Kilisesi kalabalıktı, her şeye rağmen cemaatin büyük bölümü Paskalya zamanı daha mutlu, daha umutlu görünüyor. Kilise bahçesindeki kalabalık bayramlaşırken bunu hissetmek mümkün. Bırakıp gidenler, göç edenler olsa da bitmeyen, kendine özgü bir kalabalığı var Paskalya’nın. Politik mevzuların çok konuşulmadığı, insanın bildiği ama üzerini örttüğünde daha rahat hissettiği türden bir uzaklaşma hali. Duanın ardından kalabalık yavaş yavaş dağıldı, herkes evine, kendi Paskalya’sına koyuldu.
Benim içinse son iki yıldır Paskalya eksik. Agop Dede bu dünyadan gittiğinden beri Paskalya bir ‘toplanma’ hali değil, zihnimde üretilmiş Paskalya kodları da kilise görüntüleriyle sınırlı. Yavaş yavaş eksilmiştik aslında, kuzenler yurtdışına gitmişti, aileleri de peşinden. Agop Dede’den sonra ise herkesin içinden birkaç renkli yumurta biraz da taze çörek eksilmiş gibi... Biraz daha donuk bakıyor kilisede rastlaşan akrabalar birbirlerine; “Şimdi ne yapacağız?” bakışı. Meğer yıllar önce üzerimi sıkı sıkı örten Agop Dedem ortalama cüssesi ve birkaç kez neşter görmüş kalbiyle hepimizin ‘Paskalya’sıymış.
Sevag’ın yiyemediği çörekAklıma Sevag Balıkçı ve ailesi geliyor ister istemez. İnsanın oğlu bir Paskalya günü askerde ‘kazayla’ öldürülmüşse bir daha hiçbir Paskalya diğerine benzemeyecektir artık. Sevag’a “Bu yediğin son Paskalya çöreği olacak” demişler, kanıtlanamamış. Sevag’ın yiyemediği çörek her seferinde boğazına düğümlenecek Balıkçı ailesinin ve her Paskalya bayramını sırtlarında bir yük gibi taşıyacaklar. Bazen insanın düşmemek için tutunması gerekir, her şeye rağmen Paskalya, Türkiye’deki Ermeniler için bir kucaklaşma, bir de tutunma halini yansıtıyor.
Janet Barış
*Radikal'de yayımlanmıştır.
YORUM YAZIN