Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (16 Nisan 2013)


İngiltere Basını
Guardian gazetesi, İstanbul'da yıkılması planlanan Emek Sineması ile ilgili bir haber yoruma yer veriyor.
Gazetenin muhabiri Constanze Letsch, "Türkiye'nin en eski ve en prestijli sineması" olarak nitelediği Emek Sineması'nın yıkılıp yerine alışveriş merkezi yapılması planına karşı çıkışların son film festivaliyle sınırlı olmadığını yazıyor.

Kapılarını 1924 yılında açan sinemada yıkım çalışmaları geçen hafta başlamıştı.

Muhabir, uzun bir yasal mücadelenin ardından, yerel bir mahkemenin sinemanın yıkılması projesine onay verdiğini yazıyor.

Haber-yorumda şu satırlar öne çıkıyor:
"Binayı dönüştürecek şirket, sinemanın yeni binanın dördüncü katına taşınacağını açıkladı. Ancak karşıt görüştekiler, bunun Emek Sinemasının yok edilmesi olacağını savunuyor. İstanbul Film Festivali'nden Azize Tan, Emek Sinemasının yıkılmasının trajik bir hata olduğu görüşünde. Tan "Burası Türk sinemasının bir sembolüdür ve korunması gereklidir" diyor ve ekliyor: Sinemanın 2010 yılında kapatılmasının, film festivali üzerinde oldukça olumsuz bir etkisi oldu."

Yunan yönetmen Costa-Gavras'ın geçen hafta Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektuba da göndermede bulunan Guardian muhabiri, yönetmenin, sinemanın yıkılması için, "Bu sanki hafızamızın bir parçasını silmek ve gelecek için önemli bir yeri ortadan kaldırmak" gibi dediğini aktarıyor.

Guardian'a göre, Emek Sineması'nın yıkılmasına karşı protestolar, İstanbul'un kaderiyle ilgili verilen kararlar konusundaki mücadelenin bir sembolü durumunda.

Muhabire göre, İstanbul'un kültürel ve tarihsel mirası giderek daha büyük tehlike altına giriyor.

Haberde, Emek Sineması'nın tarihi de hatırlatılıyor: "1958'den beri kamuya ait olan sinema, küçük ama cesur bazı isyanlara da ev sahipliği yapmış. 1980 askeri darbesinin ardından ilk büyük 1 Mayıs kutlaması bu binada yapılmış. Dini grupların dışarıda yaptığı protestoya rağmen, sinema, Martin Scorsese'nin Günaha Son Çağrı adlı filmin gösterimini yapmaktan geri durmamış."

Daily Telegraph gazetesi Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA'in insansız hava araçlarıyla düzenlediği saldırılarla ilgili Birleşmiş Milletler soruşturmasını yürüten İngiliz avukat Ben Emmerson'ın "bu saldırılar el Kaide saldırılarını yasal hale getiriyor" şeklindeki görüşünü öne çıkarıyor.

İnsansız hava araçlarıyla düzenlenen saldırılar uluslararası hukuka aykırı, diyen Emmerson, CNN televizyonuna verdiği bir demeçte, "Eğer Amerikan insansız hava araçlarının el Kaide ile bağlantılı kişileri bulduğu yerde vurması yasalsa, el Kaide militanlarının Amerikan ordusunu ya da alt yapısını bulduğu yerde vurması da yasaldır." demişti.

Daily Telegraph, Birleşmiş Milletler soruşturmasının, ABD'nin insansız hava araçlarıyla düzenlediği saldırılara karşı Pakistan, Rusya ve diğer bazı ülkelerin BM nezdinde şikayette bulunması üzerine başlatıldığını da aktarıyor.

Gazete, insansız hava araçlarıyla düzenlenen saldırıları destekleyen ve bu saldırılara karşı çıkanların görüşlerini ise şöyle özetliyor:

"Destekçiler, Pakistan Talibanı'nın lideri Beytullah Mesud gibi üst düzey teröristlerin insansız hava araçlarıyla öldürülmesini örnek olarak gösteriyor. Eleştirenler ise, bu araçların, kısa dönemli taktik zaferler getirdiğini ancak bu zaferler karşısında, yeni bir militan jenerasyonun radikalleşmesine yol açıldığını ve bu kişilerin çok sayıda sivili öldürmek üzere harekete geçebileceklerine işaret ediyor."

Times gazetesi ise, Küba'nın Guatanamo Körfezi'nde ABD'ye ait olan askeri tutukluluk merkezinde tutulanlara karşı uygulanan şiddetin arttığı iddialarını ve buna karşı merkezde başlatılan kitlesel açlık grevini yazıyor.

Gazete, Amerika'nın bu gözaltı merkezinde, tutulanların haftalardır açlık grevinde olduklarını ve geçen hafta sonu gardiyanlarla şiddetli bir çatışmanın yaşandığını belirtiyor. Gazeteye göre, kampta gerilim, askerlerin Guantanamo'daki bir grup tutukluyu, tutuldukları toplu alandan hücrelere nakletmeleri sırasında artmış.
Bu uygulama Guantanamo'da tutulanların başlattığı açlık grevine karşı bir cezalandırma olarak yapılmış.

Financial Times gazetesinden John-Paul Rathbone ise Venezuela'da dün sonuçlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerini değerlendirmiş. Yazara göre Venezuela'da devrimci hayallerin anılarının silinmesi süratli oluyor.
Yazıda özetle şöyle deniyor:

"Ölümünden yalnızca altı hafta sonra Hugo Chavez'in sosyalist hayalleri silikleşiyor. Chavez'in kendisinin halefi olarak seçtiği Nicolas Maduro, Venezuela'daki cumhurbaşkanlığı seçimini kazandı fakat yalnızca çok küçük bir farkla. Kendisini Chavez'in oğlu olarak ilan eden Maduro, oyların yüzde 50,7'sini alırken, muhalif lider Henrique Caprilles ise seçmenin yüzde 49.1'inin oyunu aldı. Arada yalnızca 235 bin kişi fark söz konusu. Bunu Chavez'in Ekim ayında muhalefete attığı 11 puanlık farkla kıyaslayın."

Financial Times yazarına göre, Venezuela'daki Bolivarcı projenin tüm boşlukları Chavez döneminde, liderin kendine has karizması ve petrodolarlarla kapatıldı.

Maduro zorlu bir seçimin ardından şimdi daha zorlu bir cumhurbaşkanlığına hazırlanıyor.

İspanya Basını
El Pais: Maduro’nun kılpayı kazandığı zafer, Venezuela’yı ikiye böldü

Venezuela’da seçimleri Chavez’in halefi Nicolas Maduro kazandı. Maduro oyların yüzde 50,75’ini alırken, muhalefet lideri Capriles ise Maduro’nun yalnızca bir buçuk puan gerisinde kaldı. Ancak muhalefet, sandıkta usulsüzlük yapıldığını iddia ediyor. Kapriles “oylar yeniden sayılmadığı müddetçe seçimleri meşru saymayacağını” ilan etti.

Dünkü seçim sonuçları Maduro’nun zaferine kesin gözüyle bakanlar için de tam bir sürpriz oldu. Zira son aylarda Venezuela’da yapılan tüm kamuoyu yoklamaları Maduro’yu, rakibinin 10-15 puan önünde gösteriyordu.

 Öte yandan Chavez ölmeden önce gerçekleştirilen son seçimlerde rakibi Kapriles’e 10 puan fark atmıştı. Bu da demek oluyor ki, birkaç ay gibi kısa bir sürede Chavezci hareket, oylarının önemli bir kısmını muhalefete kaptırdı.

Seçimler, 14 yıldır ülkenin başında bulunan Chavezci yönetimin artık güç kaybettiğini gösteriyor.

Yunanistan Basını
TaNea: Korku ABD'ye geri döndü

Boston'daki maratonda gerçekleşen çifte patlama Amerika Birleşik Devletleri'nde 11 Eylül hatıralarını canlandırdı. Maratonun başlamasından dört saat sonra, bitiş çizgisine yakın bir noktada iki patlama gerçekleşti. Patlamayı panik ve acı sahneleri izledi. Yapılan ilk değerlendirmelere göre, patlamada 2 kişi hayatını kaybetti. Yarananların sayısı ise yüzün üzerindeydi. Ölenlerin arasında sekiz yaşında bir çocuğun da olduğu tahmin ediliyor.

ABD Başkanı Barack Obama patlamanın ardından yaptığı açıklamada “Hepimiz Amerikalıyız, vatandaşlarımız için mücadelede birlik içindeyiz” diye konuştu. Obama, suçluların bulunacağı sözünü de verdi.

ABD'deki patlama pazar günü Londra'da gerçekleştirilecek maratonda da yoğun güvenlik önlemleri alınmasına yol açtı.

Fransa Basını
Le Figaro: Papa Francis, Vatikan’da reform başlatıyor

Papa Francis şaşırtmaya devam ediyor. Papa, seçildikten bir ay sonra, geçtiğimiz cumartesi günü sekiz kardinalden oluşan uluslararası bir heyet oluşturdu.

Papa’ın resmi olmayan bu ‘akil insanlar’ grubundan isteği, kilisenin yönetimindeki reform süreci üzerinde fikir yürütmek, hazırlıklar yapmak.

Bu sekiz kardinal, ekim ayına kadar hem kendi aralarında hem de Papa ile doğrudan fikir alışverişinde bulunacaklar. Bu yeni heyet, Vatikan’ın çalışma düzeninde de yeni bir başlangıcı simgeliyor. Zira bundan sonra Vatikan Sekreterliği, kilise yönetiminin ve alınacak kararların merkezinde olmayacak.
Özetle, Papa Francis 1985’ten 1988’e kadar Papa 2. Jean Paul tarafından başlatılan ancak uygulanamayan reformları hayata geçirmek konusunda kararlı.

Almanya Basını
Sekizi Türk olmak üzere on kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı aşırı sağcı terör hücresinin sağ kalan tek üyesi ile dört destekçisi hakkındaki davanın 6 Mayıs'a ertelenmesi bu davaya gösterilen ilginin daha da artmasına yol açtı. Yetkili mahkemenin erteleme kararını akreditasyon prosedürünün değiştirilmesiyle gerekçelendirmesi Alman gazetelerinin yorum sütunlarına geniş şekilde yansıdı.Venezuela devlet başkanlığı seçimi de en çok yorumlanan konular arasında.

Berlin'de yayımlanan Der Tagesspiegel gazetesinin yorumunda şu satırları okuyoruz:

“Yetkili mahkeme, seyirciler için öngörülen sıraların bir kısmını Türk medya mensuplarına ayırabilirdi. Ya da Alman muhabirlerin kendiliklerinden yerlerini Türk meslektaşlarına bırakma önerilerini dikkate alıp böyle bir uygulamada karar kılabilirdi. Ama mahkeme bunların hiçbirini dikkate almayıp akreditasyonu sil baştan yapabilmek için duruşmayı erteledi. Zaman planlamasındaki daralma şimdiden 370 tanığın dinlenmesini zora soktu.”

Frankfurter Allgemeine Zeitung aşırı sağcı terör hücresinin yargılanacağı davayı konu alan yorumunda hukuki sürrecin çığırından çıkmak üzere olduğuna dikkat çekiyor:

“Nasyonal Sosyalist Yeraltı davası trajik boyutlar almaya başladı. Bir davayı kayıtsız şartsız hukuk devleti çerçevesine oturtma azmi mahkemenin ders almaya niyetli olmaması durumunda hukukun zedelenmesine yol açabiliyor. Medyanın başvuru tarihine göre duruşma salonuna alınması doğru bir uygulamaydı. Ama her uygulamada fırsat eşitliğine yer verilmelidir. Ayrıntılarına bakıldığında, bunun böyle olmadığını görüyoruz. Suçun kanıtlanıp gerçeğin ortaya çıkarılması, salondaki Alman ya da Türk medya mensuplarının sayısıyla ilgili değildir. Ama dava başlamadan kusur işleyen başkaları da var. Yine de küçük ve komplocu bir terör örgütünün eline adaleti küçük düşürme fırsatı verilmemelidir. Münih'te yargı kendine gölge düşürmüştür.”

Stuttgarter Zeitung 'un aynı konudaki yorumu ise özetle şöyle:

“Aşırı sağcı teröristlerin yargılanacağı dava hem en büyüklerinden biri hem de siyasi bakımdan en çok tartışma yaratabilecek bir ağır ceza davasıdır. Bütün dünyanın gözü bu davanın üzerinde olacak. Münih'teki mahkeme düşüncesizce ve duygusuzca davranmıştır. Gözü sadece ceza muhakemeleri usulünü görüyor. Bu tabii ki gerekli. Ama bunu yaparken kamuoyunun beklentilerini tamamen gözden kaçırdı. Hiddetle eleştirildiğinde bile hatasını düzeltmek yerine vurdumduymazlığa verdi. Sonu tabii ki iyi olamazdı.”
Frankfurter Rundschau gazetesi Venezuela'daki devlet başkanlığı seçimini bir buçuk ay önce ölen Hugo Chavez'in gösterdiği adayın kazanmasını şöyle yorumluyor:

“Maduro değil de Capriles kazansaydı bu bir ara nağme olurdu. Hugo Chavez'in bozduklarını düzeltmek şimdi eski vekiline düşüyor. Böylesi iyi de oldu. Sadece Chavez aleyhtarlığının birleştirdiği muhalefet ve onun adayı Capriles için de. 40 yaşındaki Capriles'in altı yıl sonra, '21'inci Yüzyıl Sosyalizmi' iflas ettiğinde, ayılmış Venezuela'nın devlet başkanlığına seçilme şansı artmış olacak.”

Maerkische Oderzeitung'un yorumunda ise selefi kadar karizmatik olmayan Maduro'nun muhalefetle köprüleri atamayacağını savunuyor:

“Nicolas Maduro zor bir miras devralıyor. Selefi Chavez'in kitleleri fakirlikten kurtardığı su götürmez bir gerçek. Ama Chavez bunu ülkeyi bölme pahasına yaptı. Oy farkının son derece az çıkması da bunu gösteriyor. Sorunlar da azalmayacak. Aşırı şiddet, iki haneli enflasyon, iflasın eşiğindeki devlet işletmeleri ve süt ya da un gibi temel gıda maddesi kıtlığı yüzünden halkın memnuniyetsizliği artıyor. Madura, selefinin otoriter stilini kopya etmeyip ülkeyi farklı yönetmenin yolunu aramak zorunda. İktidarını koruyabilmesi için iç barışı sağlamaktan ve muhalefetle uzlaşmaktan başka çaresi yok. Çünkü topladığı oyların çoğu selefinden ödünç aldığı güven avansından başkası değildi.”


(bbc türkçe/dw türkçe/trtttürkhaberdar)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.