Header Ads

AKP Hegemonyası Altında Müzakere Süreci

- CENK SARAÇOĞLU -

Abdullah Öcalan ile BDP heyeti arasındaki görüşme metinlerinin basına sızmasından ve geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da Öcalan’ın çağrı metninin okunmasının ardından Türkiye solu içerisinde çok alevli ve aslında gelecek için belirleyici tartışmalar yaşanıyor.

Bu tartışmaların içeriğine ve kullanılan dile bakan birisi sanki müzakere sürecinin Türkiye solu ile Kürtler arasında yürüdüğünü sanır.  Bazı yazılarda veya demeçlerde öyle bir hava esiyor ki sanki Kürtler içeriğini kendilerinin belirledikleri barış projesini sola beğendiremiyor; sol sürekli burun kıvırıyor; ve hatta kimilerine göre-şaka değil böyle söyleyenler var – kıskanıyor ve sabote ediyor.

Hal böyleyken müzakere sürecine dair bazı basit gerçeklikleri hatırlatmak gerekiyor: Birincisi müzakere süreci solcular ile Kürtler arasında değil, AKP ile Abdullah Öcalan arasında yürütülüyor! İkincisi müzakere sadece Kürt hareketini, Kürtleri ve solcuları değil bir bütün olarak Türkiye’yi ve hatta Ortadoğu’yu ilgilendiriyor. Ve son olarak bu müzakere süreci içerik ve işleyiş itibariyle Abdullah Öcalan ve AKP arasındaki bir güç asimetrisinin izlerini taşıyor.

Kürt hareketi bu süreçte elbette tam anlamıyla edilgen değil ama kosterin ne zaman çalışacağını, müzakerenin ne zaman, nasıl başlayacağını ve gerilimin ne zaman yükseltilip ne zaman bahar havasının eseceğini daha çok, doğal olarak şu an devlet aygıtını ve kamuoyunu istediği gibi yönlendirme kapasitesine sahip olan AKP belirliyor.

En esaslı aktörlerinden birisinin AKP, masaya yatırılan konuların da Kürtlerin statüsü dışında Türkiye’nin siyasal sistemi ve Ortadoğu’nun geleceği olduğu bir görüşme sürecinden bahsediyoruz; böyle bir görüşme sürecine Türkiyeli bir solcunun hiç değilse 10 senedir yapılmakta olan hararetli AKP analizlerinin yüzü suyu hürmetine şüpheyle yaklaşması kadar doğal bir şey olabilir mi? Görüşme sürecinin şimdiye kadarki aşamasında AKP henüz aktif bir şekilde sahneye çıkmamasına rağmen onun toplum tasavvurunun ve stratejik yaklaşımının meseleye damgasını şimdiden vurması ve buna şimdiye kadar Kürt siyasetinin en iyi ihtimalle kayıtsız kalması karşısında itirazını yükselten bir sosyaliste “yoksa sen barış istemiyor musun” demek biraz insan aklına hakaret anlamına gelmiyor mu?

AKP İnsafa mı Geldi?
Açık ki aylardır (ve hatta son 5 yıldır denilebilir) hazırlığı yapılan barış süreci AKP’nin bir anda insafa gelmesiyle gerçekleşmiyor. Türkiye ve Ortadoğu siyasetinin gidişatını biraz takip eden bir kişi AKP’nin müzakere sürecine kendi toplumsal projesi ve bölgesel vizyonu üzerinde pazarlık yapmak için değil onun yeni dönemdeki gerçek ve olası açmazlarını çözmek için angaje olduğunu anlayabilir. Bu bakımdan AKP’nin Türkiye’ye dair projesi ve buna eşlik eden Ortadoğu vizyonu masaya yatırılan bir şey değil masayı bizzat kuran bir belirleyiciliğe sahiptir; ve şimdiye kadar bunun aksi yönünde hiçbir veri ortaya çıkmamıştır.

Müzakere süreci, umudu belirli bir eşiğin üzerinde tutan karşılıklı jestlerle bir süre daha ilerleyebilir; ama bahsettiğimiz toplum projesinin ve uluslararası vizyonun ana hatlarının dışına taşacak her türlü arayış müzakere sürecini AKP açısından anlamsızlaştıracaktır. Müzakere “AKP” olmadan gerçekten yürüyemez; AKP’nin toplumsal projesi müzakerenin mahiyetine içkindir; onun varoluş koşuludur.

Suriye meselesindeki çıkmaz ve burada PYD’nin konumu, Irak’ta merkezi yönetim ve Kürdistan bölgesel yönetimi arasındaki kriz, Türkiye kapitalizminin Kürt coğrafyasına ve Ortadoğu’ya doğru daha fazla yayılma arayışı, ABD’nin bölgede Rusya-Çin-İran ekseninin sınırlamalarından kurtulmaya çalışması, başkanlık sistem hesapları, yaklaşan belediye seçimleri ve daha pek çok değişken AKP’nin Kürt meselesinde yeni bir hamle arayışını yorumlarken hesaba katılmak durumundadır.

AKP’nin müzakere hamlesi Türkiye ve Ortadoğu halklarını bir bütün olarak ilgilendiren bu kadar fazla değişkenle ilgiliyken bunlar yokmuş gibi meseleyi salt “etik” bir tavra indirgemek ve “emek mücadelesi” denilen şeyi müzakere sürecinin sonrasına ertelemeyi önermek biraz tuhaf kaçmaktadır.

AKP’ye süreçte bu kadar inisiyatif tanıyan bu perspektifin Kürt hareketinin bugüne kadarki mücadelesini hafife aldığı düşünülmemeli; Kürt hareketi Türkiye’deki Kürt kimliğinin reddine dayalı herhangi bir siyaseti arkaik hale getirmiş bulunmaktadır. Kürt hareketinin yerel ve genel seçimlerde AKP’nin bütün çabalarına rağmen bölgedeki gücünü koruması ve hatta artırması, ve son olarak da  Eylül-Kasım 2012 arasında sürdürülen açlık grevinin yarattığı basınç şüphesiz AKP’nin Kürt hareketini muhatap almaksızın veya onu tamamen tasfiye ederek meseleyi halletme yönünde yolları zorlamasını mümkün kılmamıştır.  Öte yandan varoluşunu esas olarak Kürt inkarcılığına değil İslami içerikli bir millet tasavvuruna, piyasa fetişizmine ve buna bağlı emperyal heveslere dayandıran AKP karşısında, Kürt dinamiğinin karşı bir ideolojik birikim yaratamadığı da bir gerçektir.

Bu bakımdan AKP’nin devletleştiği bir dönemde artık salt Kürt kimliğinin tanınmasına yönelik atılan adımlar her koşulda iktidar karşısında kazanılan bir mevzi, egemen ideoloji içinse bir gerileme anlamına gelmemektedir. Daha önceki yazılarda da çokça belirttiğim gibi AKP’nin bugün artık resmi ideoloji haline getirmekte olduğu İslami muhafazakar milliyetçilik anlayışında “milletin” Sünni İslama dayalı ortak kültürel değerler üzerinden kurulması, Kürtlüğün bir kültürel bileşen olarak tanınmasına engel değildir. Süregelen müzakerelerde AKP içinde ve tabanında bir homurdanmayı bırakın bir şaşkınlığın bile ortaya çıkmamış olmasının arkasında bu sürecin milliyetçiliğin (büyük Türkiye hamlesinin) bir uzantısı, bir arayışı olarak sunulması yatmaktadır.

AKP’nin milliyetçi projesi için esas sorun Kürtlüğün AKP’nin milletiyle aynı düzlemde ve ona rakip bir ulusallık kurgusu içerisinde bir “eylem kategorisi” olarak siyasallaştırılmasıdır. Kürt hareketi sürekli değişen dozlarda kendisini gösteren Kürt ulusalcılığını AKP’ye karşı bir muhalefet unsuru olarak örgütlemeye çalıştığı her noktada onunla karşı karşıya gelmiştir.

Kürt hareketini AKP ile karşı karşıya getiren diğer bir unsur da hareket içerisinde yine farklı derecelerde kendisini gösteren sol ve seküler eğilimlerdir. Kısacası AKP’nin toplumsal hegemonya projesinin temel dayanakları düşünüldüğünde salt sosyalist veya salt Kürt ulusalcısı bir hareketle uzlaşma zemini bulması imkansızdır. Bu bakımdan AKP’nin müzakere sürecinde “bağımsızlıkçı” bir Kürt siyasal dinamiğine olduğu kadar sol/sosyalist öğeleri birer sembol olmanın ötesinde benimseyecek bir Kürt “tarafına” tahammülü olmayacaktır.

Demokratik Modernite ve Hegemonya
Abdullah Öcalan’ın çağrısında bir kez daha dile getirilen “demokratik modernite” projesinin AKP tarafında hayırhah karşılanması da bu noktada anlaşılır hale geliyor. Demokratik modernite Kürtlüğü bir ulusal devletin ve siyasal iktidar arayışının kurucu öğesi olarak değil de daha çok kadim bir kültür olarak tanımlamaktadır.

Demokratik modernite, her ne kadar AKP ile müzakere sürecinden çok önce temel çerçevesi belirlenen ve aslında sol entelektüel dünyaya ait referanslarla bezeli bir proje olsa da rakip bir millet kurgusunu reddetmesi açısından AKP ile müzakereye oturmayı mümkün kılacak bir içeriğe sahiptir. Bu noktada birileri “demokratik moderinitenin” her türlü ulus-devlet kurgusunu reddeden bir radikallik barındırdığını iddia edebilir. Fakat bugün kendisi “Büyük Türkiye” ekseninde bir millet/devlet projesini inşa etmekte olan AKP için sorun genel olarak modern ulus-devlet karşısında geliştirilen bir eleştiri ya da buradan türeyen bir ütopya değildir.

AKP için esas sorun karşısına Büyük Türkiye projesine alternatif, ya da doludizgin ilerlemesi planlanan bu projenin hızını kesecek başka bir siyasi dinamiğin çıkmasıdır. Bu projenin mektuptaki son haliyle soldan beslenen bir radikal muhalefeti veya projeyi öngörmemesi de müzakere masasının kurulu kalmaya devam etmesinin garantisidir.

AKP’ye yakın çevreleri sadece memnun etmekle kalmayıp aynı zamanda sevindiren şey ise Öcalan’ın son açıklamasındaki haliyle demokratik modernitenin mantığının Davutoğlu’nun stratejik derinlik projesinde eriyebilecek bir mahiyet kazanmasıdır. Hem daha önceki açıklamalarda hem de mektupta İslam medeniyetine yapılan vurgu AKP dış politikasının özünü teşkil eden jeokültürel “havza” tanımlamasına ve buna bağlı bir bölgesel stratejiyle uyumludur.  Bu durumu bazı milliyetçi/ulusalcı çevrelerin çokça iddia ettiği gibi AKP-PKK ittifakının tesis edilmesi olarak görmek yerine AKP’nin ideolojik hegemonyasının gücünü, müzakere sürecinin asimetrik doğasını yansıtan bir gerçeklik olarak değerlendirmek gerekir.

Bunlar üzerinde kafa yormak, ve bunlar üzerinden dile getirilen eleştirilere ikna edici yanıtlar sunmak gerekirken bu genel tabloya dikkat çeken herkesin barış arzusunı ve hatta bu konularda konuşma ehliyetini sorgulamaya kalkışmak sürecin akılcı bir şekilde tartışılmasını engellemek dışnda onun otoriter bir tarzda işlemekte olduğunu, yine bahsedilen hegemonyanın gücünü gözler önüne seriyor.

Felaket Tellallığının Ötesinde
Geldiğimiz bu noktada tablo her ne kadar iyi sinyaller vermese de önümüzde sadece bir tehlikeye işaret etmek dışında seçenekler de bulunuyor.

Müzakere süreci ile birlikte Türkiye toplumunu bu savaşın kutsallığına bir kez daha inandırmak zorlaşacaktır, burası doğru. Öte yandan barışa, Ortadoğu’da yaratılacak fırsatlar üzerinden değer veren bir anlayışın yaygınlaşması, barışı bir yayılmacı projeye endeksleme eğilimi bu sözcüğün içeriğini boşaltmak gibi bir risk de barındırıyor. Bu açıdan bu ülkenin solunun barış arzusunu eşitlik ve özgürlük talepleriyle ilişkilendirmek ve kendi barış projesini hazırda tutmak gibi zor bir görevi var. (Bu noktada artık bıkkınlık verecek şekilde dillendirilen “solun gücü ne kadar ki kendi barış projesinden bahsediyor; akıl öğretiyor” diye ortaya çıkabilecek itirazlara çok fazla aldırmamak, sadece 2011 referandum sürecindeki “yetmez ama evet” çılgınlığı karşısındaki duruşun tarihsel anlamı hatırlanmalıdır).

Diğer bir nokta mevcut haliyle müzakere süreci sadece kültürel kimlik taleplerine dayalı reformların konuşulduğu ya da “etnik gruplar” arası arabuluculuğun yapıldığı bir “çatışma çözümleri” biçimini (şimdilik)  almamıştır.  Bunun yerine açıkça “Türkiye’nin siyasal düzeninin” tartışma konusu olduğu bir durum söz konusudur.

Türkiye’nin bütünü ve geleceği üzerinde yürütülen tartışmalarda sol’un kendi bağımsız ilkeleri üzerinden  söyleyeceği epey söz bulunmaktadır.

Cenk Saraçoğlu

http://solgazetebakis.wordpress.com/gecmis-sayilar/kurt-meselesinde-muzakere-gundemi-ve-sol/akp-hegemonyasi-altinda-muzakere-sureci/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.