Header Ads

Referandum Strikes Back?

- FOTİ BENLİSOY -

İyi “gişe yapmış” filmlerin devamını çekmek neredeyse adettendir. “Sequel” denen bu devam filmleri yapımcılar için oldukça çekicidir; zira zaten popüler olmuş “başarılı” bir hikâyeye dönmek görece risksiz bir girişimdir. Bu devam filmlerinin ilk yapıma göre daha iyi mi olduğu, yoksa orijinal filmin başarısını tekrar etmeye dönük sıradan bir replika mı olduğu konusunda kanaat ve rivayet de muhteliftir elbette. Son günlerde “Referandum” ya da kimilerinin “12 Eylül Referandumu” olarak bildiği korku filminin de devamının çekilebileceğinden bahsediliyor. Elbette son karar prodüktörün olacak.

Şaka bir yana korktuğumuz başımıza gelebilir. Elbette kesin konuşmak için erken. Ancak solu politik olarak tarumar etmiş geçen referandumun mevcut iktidara sağlamış olduğu fayda hesaba katıldığında neden olmasın? Sadece gündeme getirdiği hukuki-yasal değişiklikler nedeniyle değil, AKP’nin sağdan sola ve hatta Kürt hareketine kadar geniş bir politik alanı “yağmalamasına” yol verdiği için referandum, oldukça “kârlı” bir yapımdı. AKP’ye yeniden ve bütün politik alanı kendi sorduğu soru ya da sorular etrafında yeniden saflaştıracak bir ikincisi neden olmasın? Tekrar etmek gerek: Elbette kati sonuçlara varmak için henüz çok erken. Birkaç beyanattan, nasıl ve ne maksatla “sızdırılmış” olduğu ve içeriğinin dahi kesinliği belli olmayan “görüşme tutanaklarından” öyle alelacele şümullü siyasal neticeler çıkartmak doğru değil, olmamalı. Ancak hâlihazırda zaten toplumsal bağları ve örgütsel varlığı cılızlaşmış solu siyasal ve örgütsel olarak darmadağın etmiş, sermayenin farklı fraksiyonlarının tercihleri doğrultusunda saflaşmaya, “taraf” olmaya zorlamış geçen referandum filmine benzeyen yeni bir korku senaryosunun gündeme gelmesi dahi hepimizin tüylerini diken diken etmeli.

“Yetmez ama evet” diyen bir kısım solun (belki bilinçli bir biçimde olmasa da) AKP’nin hegemonyasını pekiştirmesinde oynadığı rolü unutmayalım mesela. Diğer taraftan, solun bir kısmının kendi “hayır”ını egemen hayır’dan ayrıştırmaktaki başarısızlığını, verilen oylara nispetle “%42 sol” kolaycılığına sürüklendiğini de unutmayalım. Bu ancak aynı paranın iki yüzü tabiri vasıtasıyla tanımlanabilecek bir kolaycılık. Elbette söz konusu olan referandumda alınan tutumları eşitlemek değil; sadece bir kampanya değil, adeta bir halet-i ruhiye haline gelen “yetmez ama evetin” müsebbiplerinden olduğu felaket üzerine çokça yazıldı zaten. Fakat her iki tutumu alan kesimleri birleştiren bir simetriden bahsetmek de pekâlâ mümkün:  Zaman zaman “sol liberal” dediğimiz ve esas düşman olarak “Kemalizm” adı verilen muhayyel bir ancien regime’i bellemiş bir kısım sol, Kemalizmin “mağdur ettiği” İslamcılar, Kürtler ve sosyalistleri bir rejime muhalefet çuvalına sığdırmaya çalışıyor. Solun kalan bölümünün genişçe bir kısmı da bu sefer tersinden AKP ve onun “yeni rejimini” (faşizm?) esas düşman belleyerek “muhalefet” çuvalının içerisine AKP tarafından “mağdur edilen” cumhuriyetçi-ulusalcı muhalefeti, Kürtler ve sosyalistleri koyuverme eğilimini taşıyor. Böylece kendini eskisiyle yenisiyle bir rejime karşı tanımlayan bir “torba” muhalefetle diğer “torba” muhalefet iki ayrıksı politik strateji olarak karşı karşıya geliyor; aslında birbirini yeniden üretiyor.

İkinci bir referandum filminin vizyona girmesi bizi gerçekten korkutuyor belki ama böyle bir film çekildiği takdirde sinema kapılarında (artık kelimenin gerçek anlamında pek sinema kalmadığından AVM kapıları demek daha doğru belki) ilk kuyruğa girecek olan da bizleriz; kendimizi kandırmayalım. Zaten korkuların (fobilerin) bastırılmış, ötelenmiş ve örselenmiş fantezilerle, arzularla alakalı olduğu da malum. Yani çekinsek, belki ürksek ve tedirgin olsak da aslında yeni bir referandum sürecini iple çekiyoruz. Hepimiz geçen referandum sürecinde yaşanan tartışmalara solun büyük bir bölümünün nasıl bir şevkle, nasıl bir şehvetle iştirak ettiğini hatırlıyoruz. Podyumda spotlar altında olma, büyük siyaset sahnesinde bulunma yanılsamasıyla nasıl tantanalı polemikler ve kalem savaşları yaşandığını unutmak mümkün mü? Bu iştiyak ve hararet ancak siyasetin büyük güçlerinden biri olduğumuz vehmiyle, yani aslında kendi kendimizi kandırıyor oluşumuzla açıklanabilir pekâlâ. Bütün bu muharebelerin yeni filmde hepimizin aklına zarar daha da bayat argümanlarla devam edeceğini öngörmek güç değil. Peki, bütün bu tartışmalardan yukarıda anılan kolaycı “torba” muhalefet stratejileri ve AKP iktidarından “demokratik devrim” çıkartmak ya da Kemalistlerle Kürtleri yan yana getirmek gibi siyasal fantastik kurgu örnekleri dışında bir şey çıkar mı? Yani işçi sınıfının ve ezilenlerin (aşağıdakilerin) siyasal ve sosyal eyleme kapasitesinde artışa denk düşecek bir sosyalist hareketin yeniden kuruluşu stratejisi çıkar mı? Çıkmadığını anlamak için ikinci bir filme gerek yok. O zaman ya “barışı” ya da başkanlık rejimine direnmeyi seçeceğimiz yeni bir cendereye girmekte çok heveskâr olmayalım. Bizim için önemli olan çekilmesi muhtemel yeni filmin gişesinin nasıl olacağından ziyade mevcut soruları başka bir biçimde sormanın, dahası bütünüyle farklı soruları gündeme getirmenin nasıl mümkün olacağı olmalı. AKP’nin “putkırıcı” sorularının temel amacının başka soruların sorulmasını, yani başka meselelerin siyasallaştırılmasını engellemek olduğu aşikâr zaten.

Artık anlamış olmalıyız: Adını gerçekten hak edecek bir karşı-hegemonik girişimi yukarıda anılan tipte hazırlop cin fikirlerle, bir torbaya alelacele tıkıştırılan “muhalif kesimlerin” aritmetik toplamıyla inşa etmek mümkün değil. Asıl olan, somut mücadeleleri büyütmek, bunları birbirine eklemlemenin, bütünleştirmenin yollarını, kanallarını icat etmek. Kastedilen bir “sınıfa kaçış” stratejisi değil elbette; yani “büyük” ya da ana akım siyaseti boş verelim, ekonomik-sosyal meseleler etrafındaki “gerçek” meselelere bakalım tipinde bir kolaycılık değil. Tersine bu somut-aktüel mücadeleleri nasıl siyasetin “büyük” gündemi haline getirebiliriz, bu anlamda hâlihazırda mevcut siyasetin parametrelerini nasıl radikal bir biçimde yeniden tanımlayabiliriz üzerine düşünmek gerekiyor. Toplumsal direnişlerle mücadeleler ve siyaset arasındaki ilişkiyi yenide ve tersten kurmaya soyunmalıyız. Bunun için ayağı bizzat zaten içerisinde bulunduğumuz toplumsal mücadelelere basan, bunları merkez ve esas alan, dolayısıyla da bu mücadele alanlarını “alan” diye kodlayarak kısmileştirmeyen, bunları “kadro devşirilecek” sahalar olarak görmeyen bütünlüklü bir yeniden ve militan siyasallaşmayı önümüze koymalıyız. Mevcut hegemonyanın depolitize ettiği meseleleri yeniden siyaset gündemine taşımak, yani yeniden siyasallaştırmak ancak böyle mümkün olacak. İştahımızı muhtemel bir yeni referanduma ve onun yol vereceği muhtelif polemiklere değil, bu gerçekten “kurucu” faaliyete saklayalım.  

Foti Benlisoy,
4 Mart'13

http://antikapitalisteylem.org/makaledetay.php?&id=476

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.