Evsiz Ev Kadınları
![]() |
- SİMLA SUNAY - |
Bir kadını düşündüğümde bütün
kadınları da düşünmüş olduğumu fark ediyorum. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi
emin değilim.
Saatin sesiyle uyandı, doğruldu. Ayaklarını yatağın kenarında
dolaştırdı. Terliklerini giydi. Banyoya girdi. Mutfağa geçti. Kahvaltı hazırladı. Evdekileri tek tek
uyandırdı. Küçüğün gözlerinde kalan çapakları işaret parmağıyla aldı. Parmağında
çapakla elini yıkamak için banyoya gittiğinde kendi yüzünü yıkamadığını fark
etti. Ensesini yakan saçlarını toplayarak mutfağa döndü. Büyüğün son lokmasını
ağzına ittiriverdi. Eğildi, ikisinin de ayakkabılarını bağladı. Kocasının
parfüm kokusu eve dolduğunda hepsi gitmişti. Ev ona kalmıştı?
3 oda 1 salon. Apartman dairesi. Bir oda annebaba
yatak odası. Bir oda büyüğün, diğeri küçüğün. Sadece toplamak için girilen
odalar bunlar. Salon, bütün gün televizyon açık ama, okuldan geldiklerinden itibaren
çocuklara ait ve akşamları da babaya. Eve geldiğinde ayağına terlik verilen
babaya…
Annebaba yatak odası ile ilgili giysiler, kavgalar
ve malum şey dışında anlatacak özel bir şey yok. O bol pullu, dallı güllü ağır
mı ağır yatak örtüsünü örtünce zaten her şey altında kalıyor. Her şey bir
sandık gibi o yatağın içine girip saklanıyor. Salon üzerine biraz daha
konuşabiliriz belki.
Televizyondan gelen mırıltılar evdeki boşluğu dolduruyor.
Öyle ya içi boş bir kutu ev… Duvar duvar, oda oda, salon… Hani kapansa şu
televizyon kendi kalp atışını duyacak anne. Kapatmıyor. Elinde iş var çünkü. Ev
işi yaparken kulağı gündüz programlarında, aklı gündelik küçük sorunlarda. Radyatörlere
pay ölçer takıldı, birkaç ay oluyor. Daha adil olacağı söylenmişti ama
faturalar arttı üstelik vanalardan rahatsız edici bir gürültü geliyor.
Cihazlara verilen para da cabası. Herkes istediği kadar özgür yakacak
demişlerdi. Peh! Yine kandırıldık diye düşünüyor. Kocası işten güçten
ilgilenemiyor. İşte şimdi radyatörlerle dövüşmek istiyor. Eline geçen süpürge
sopasıyla vursa, vursa, vursa! Kızıyla bir ödev için okudukları Don Quijote
geliyor aklına, yel değirmenlerine saldırışı, hafifçe gülüyor, kimsenin
görmediğince. Don Quijote kadın değildi ki.
Biraz yorgun aslında, gece herkes yatınca
internette dolandı durdu. Bilgisayar kullanımındaki öncelikte salondan da geri
durumda. Hani bir şey de sarmadı onu ama dolandı, dolandı. Bir yere gitmek
gibiydi internete girmek. Gece zamanı ona geri verecekti. Gece gündüzü
verecekti…
Gün içinde. Balkonda ya da apartman sahanlığında
içilen sigaralar... 35 yaşından sonra başladı sigaraya. 13 yaşındaki ergen
erkek çocuklarıyla aynı nedenle. Kimse bilmiyor artırdığını. Belki komşular
görmüştür. Sigara içmek de bir yere gitmek gibi.
Komşularla uzun uzadıya merdiven başı sohbetleri…
Üşüyünce ya da ocaktan düdüklünün sesi yükselince aceleyle içeri girmeler,
terliğin şaklayan sesi ve kapının kapanışı. Yine ev… Ütüyü hangi odada yapsa
bir türlü karar veremiyor. Hangi oda daha topluysa orada yapacak. Oğlanın
odasına yığıyor giysileri, toz kalkıyor, yumuşatıcı kokusu yayılıyor. Oğlanın
masasında örgü takımını görüyor. Nasıl gelmiş bu buraya? Salonda örmemiş miydi?
Şiş batacak çocukların gözüne.
Ne olacaktı? Sahi ne olacaktı anne? Mesleği ne
olacaktı? Annesi ev hanımı olanlar bunu düşünebilirler mi bir dakikalığına
acaba, annem başkaca ne olmak isterdi, evinin hanımı olmaktan başkaca? Mesela
güzel resim yapardı, bir ödül almıştı lisede. En son ne zaman resim yapmıştı?
Bunu düşündü oğlana yeni aldıkları tişörtü ütülerken. Tişörtün üzerindeki
desende, sokakta bir grup genç duvarları boyuyorlardı, grafiti mi diyorlar?
Oğlan anlatmıştı, geceleri siyah maskelerle çıkıp
gizlice sprey boya ile boş buldukları duvarları, kepenkleri resimliyorlardı.
Durdu bir an. Ütüden buhar çıktı, tısladı ütü, tişörtü yakacaktı neredeyse.
Yakmak için güzel bir gerekçe olurdu, hayal etmek, bir gece çıksa ilk nereyi
boyardı? Yüzey aradı kendine sokaklarda. Uygun bir yüzey... Ne garip,
kesinlikle hiçbir yer bulamadı boyamak için, gizlice, yasa dışı, ayıpça.
Aklında önce çöp kutularını resimledi ama hemen sonra bir güzel temizledi
onları, nereyi düşünse ardından ayrıntılı bir silme, ovalama işine bürünüyordu.
Evin duvarlarını, koltukları çizen çocuklarına onca bağırdıktan sonra kendinde
hak görmedi belki de. O, karalayan değil, temizleyendi.
Kızı sürekli, anne resim yapsana, diyordu,
arkadaşlarına annem ressam diyecek ya. Kızım nerede yapayım resim, atölye
lazım. Olsun anne sen de evde yap! Kızım, resim yapmak için mekân lazım, zaman
lazım. Anne sende zamandan bol ne var, çalışmıyorsun ki sen!
Söylenmeye başladı, öğleden sonraları hep böyle
olur. Bütün hayatına sövmeye başlar. Anasına, dadısına, soyuna sopuna… Zamanı
daraldı çünkü. Birazdan evin sahipleri eve gelecekler. Garsonluk, hizmetçilik
başlayacak. Suyu bile benden istiyorlar, diye yakındı komşusuna geçen gün, e
artık büyüdüler ama eve girince sanki hani engelli gibi oluveriyorlar, tövbe
tövbe! Bıktım, usandım! Ne çok söyledi bu iki fiili. O söyledikçe duyulmaz
oldular. Sözlükten yittiler. Bıktım. Usandım!
Akşamları eve gelince, annesini dinlemeyen babasının,
çünkü annesi konuşuyorsa ne kadar hayati bir şey de dese bu dırdır demekti, “bu
evde ne toz var ki bu kadar yoruluyorsunuz yahu” deyişini hatırlıyor, hafifçe
gülüyor, kimsenin görmediğince. Toz yok! Toz yok baba! Bu evde toz yok! Çünkü
annem dili dışarıda sildi! Sildi baba!
Bir çay koysa… Yok, bir kahve yapsa... Telefon, kayınvalidesi.
Kahve taştı! Silmeyecek. Öyle kalsın ocağın üstünde. Lekeye bakıyor. Ziyan
oldu, deyiveriyor. Ziyan? O diğerleri gibi değil, hiç övünmüyor ona bağımlı
diye çocuklar, kocası. Bir yemek ısıtamazlar. Kız donunu bile kaldırmıyor, bir
de büyük olacak. Oğlan desen… Oysa eltisi, bir övünür bir övünür, diploma gibi
serer insanın önüne “ayol süt bile ısıtamazlar benimkiler bensiz”, bir de
kahkaha ardından…
Bir bedende ben kaç kişiyim, diyor. Ben kaç
kişiyim, bir bedende?
Ütü bitti. Çekmece çekmece elledi evi. Pazara
çıksam mı, dedi. Daha dolap dolu, dedi. Bir hava alsam, dedi. Ocağı hatırladı.
Mutfağa geçti, maydanozlar kararmış, attı.
Mutfak kadınların yeri, sokak orospuların.
Orospular kadın değil mi? Mutfakta hep iş var, hep iş! Demedi. Der mi hiç?
Biz annede biten günün son çırpınışları üzerine biraz daha konuşabiliriz belki.
Kızın odasına gitti giyinmeye. Kocasının takım elbiselerinden
kendine yer kalmayınca kızının odasına aktarmıştı yeni aldıklarını. Evi bir
dolandı. Hâlâ oğlanın odasında duran örgüsüne takıldı gözü, bir türlü bitmeyen
battaniye, bir süre daha evde dolandı, koyacak yer bulamadı. Sonunda gazeteliğe
tıkıştırdı. Paltosunu giydi. Çıkacak… Bir takım tıkırtılar mutfakta! Koştu
baktı, bir güvercin girmiş camdan çıkamıyor. Kanat çırpınıyor! Ortalık toz,
tüy… Çığlık ata ata açtı camı, saldı güvercini. İşte güvercine söverken
geldiler çocukları.
Simla Sunay
YORUM YAZIN