Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (27 Mart 2013)



İngiltere Basını
Güney Kıbrıs mali paketi ve ABD'de başlayan bir hukuk savaşı gazetelerin öne çıkardığı konular arasında bulunuyor.

Guardian gazetesi, Avrupa genelindeki bir tartışmayı baş makalesine taşıyor ve ve Avrupa'daki yeniden yapılanmanın Alman düşmanlığını besleyebileceğini yazıyor.

Avrupa tarihinin "ittifakların hegemonyaya karşı savaşları" olarak da okunabileceğini anlatan gazete, İngiltere'nin ittifakları canlandırma konusunda hep etken olduğunu yazıyor.

Kıtanın tek bir gücün hükümranlığına her zaman direndiğini, böyle bir hegemonyanın peşinde koşan Napolyon ve Hitler nedeniyle çok kan döküldüğünü anlatıyor.

Gazete, Avrupa'daki mali krizde Almanya'nın en büyük güç olarak ortaya çıktığını ve Berlin'in kıta için "örnek ülke" olma özelliğini korumaya devam ettiğini belirtiyor ve bunun nedenlerini sıralıyor.

Guardian 'ın dün Financial Times'ta çıkan bir yazıda ifade edilen görüşleri paylaştığı anlaşılıyor ve Gideon Rachman'ın şu değerlendirmesini aktarıyor:

"Büyük Alman gücü ve bu güce duyulan tepki Avrupa siyasetinin ana temasını oluşturuyor"

Gazeteye göre Almanya'nın gücü dengeli bir ekonomi, sınırlı askeri taahhütler; gelişmiş bir anayasa, işleyen bir demokrasi, hukukun üstünlüğü, işleyen bir sosyal devlet ve müthiş bir ihracat sektöründen kaynaklanıyor.
Guardian öte yandan İngiltere'nin dengesiz ekonomisi, şişmiş haldeki mali sektörü, asimetrik ve eskimiş anayasası, aşırı askeri taahhütleri, itibarını yitirmiş politikacıları ve medyası, sosyal devlet sistemindeki kesintileriyle Almanya'ya gıptayla bakacak durumda olduğunu yazıyor.

Guardian 'ın muhabiri, Kıbrıs'ta dün lise öğrencilerinin de protesto gösterisi düzenlediğini, geçmişte bu tür gösterilerin Türklere karşı düzenlendiğini ve bugünlerde pekçok kişinin Almanya başbakanına ateş püskürdüğünü yazıyor.

Guardian muhabiri, Kıbrıslı Rumların "nefret objeleri" sıralamasında Angela Merkel'in, Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın - kurtarma paketini eleştirmesine rağmen - üzerinde bir numarada bulunduğunu ifade ediyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yüksek mahkeme eşcinsel evlilikler ile ilgili oturumlarına başlerken Financial Times konuyu baş makalesinde tartışıyor.

Amerika Birleşik Devletleri'nde 12 Haziran'ın neden "Sevgi Günü" olarak kutlandığını açıklayan gazete, bundan 46 yıl önce Yüksek Mahkeme'nin tarihi bir karar aldığını hatırlatıyor.

Financial Times , Yüksek Mahkeme'de dün başlayan oturumların ağırlığı ile 46 yıl önceki kararın eşit önemde olduğuna işaret ediyor ve 1967 yılında "ırklar arasındaki evlilikleri yasaklayan her türlü yasanın iptal edildiğini" hatırlatıyor.

Gazete, Amerika Birleşik Devletleri'nde eşcinsel hakları için mücadele edenlerin konunun günümüzün başlıca hak mücadelesi olduğunu düşündüklerini aktarıyor.

Meselenin biraz da federal yönetim ile eyalet yönetimleri arasındaki yasama yetkisi olduğunu belirten Financial Times, Yüksek Mahkeme'nin eyaletlerde eşcinsel evliliğe karşı olan bütün yasaları iptal etme olasılığının Obama yönetimini endişelendirdiğini belirtiyor.

California'da eşcinsel evlililik kabul edilmiş ancak 2008 yılında sonuç veren bir hukuk mücadelesi nedeniyle iptal edilmişti.

Öte yandan gazete Amerika Birleşik Devletleri kamuoyunun eşcinsel evliliklere bakışındaki değişime dikkat çekiyor; buna göre sadece 10 yıl önce 3'te 1 olan destek oranı bugünlerde yüzde 50'nin üzerine çıktı.

Gazete, dolayısıyla, Yüksek Mahkeme'nin ayırımcı yasaları kısmen de olsa korumaya karar vermesi halinde bunun tepki alabileceğini yazıyor.

Mahkemenin bakmaya başladığı ikinci davanın ise Bill Clinton döneminde çıkarılan ve evliliği kadınla erkeğin birlikteliği olarak tanımlayan yasa ile ilgili olduğu belirtiliyor. Financial Times gazetesi Obama yönetiminin davacıları desteklediğini belirtiyor.

Amerika Birleşik Devletleri'nin 9 eyaletinde eşcinsel evliliklerin yasalaştığını belirten Financial Times Yüksek Mahkeme'nin bu yasayı iptal etmesi gerektiğini, çağın eşcinsellerin hak eşitliği çağı olduğunu ifade ediyor.

Fransa Basını

Liberation: İşsizlik sürekli artışta

1997’deki işsizlik rekoruna henüz ulaşılmadı ancak Fransa’daki kayıtlı işsiz sayısı 3 milyon 187 bin 700’e ulaştı. 1997 Ocak ayındaki rekor işsiz sayısı 3 milyon 195 bindi.. Sadece bir ayda iş arayanların sayısı ise 18 bin 400 kişi arttı.

Rekorun henüz yakalanamamış olmasının nedeni ise takvim. İşçi Bulma Kurumu “Şubat kısa bir ay. Üç gün daha uzun olsaydı rekoru aşardık” diyor. Dolayısıyla rekor için mart ayının verilerini beklemek gerekecek. Bu sayıların yanı sıra endişe verici bir diğer nokta da uzun süreli işsizlik konusu. Şubat ayının verilerine göre 1 milyon 873 bin 100 kişi bir yıldan uzun süredir işsiz. Üstelik bu kişilerin 500 bini üç yıldan uzun süredir çalışmıyor. Daha da kötüsü, uzun süreli işsizlik büyük bir hızla çoğalıyor. Bir önceki yıla kıyasla uzun süreli işsizlikte iki kat daha hızlı bir artış kaydedildi. Bu dramatik veriler, krizin artık yerleştiğini gösteriyor.

İspanya Basını
El Pais: Merkel, kurtarma paketinin maliyetini tasarruf sahiplerinin sırtına yükleyecek

Güney Kıbrıs’ta yaşananlar “yalnızca bir kerelik” değilmiş. Bundan böyle eğer AB ülkelerinden biri kurtarma paketine ihtiyaç duyarsa, bunun bedelini o ülkedeki tasarruf sahipleri ödeyecek. Diğer bir deyişle, bankada 100 bin euronun üzerinde parası olanların yatırımlarına el konulabilecek.

Almanya ve Hollanda’nın bu “yeni model kurtarma paketi” üzerinde uzlaşmaya vardığı belirtiliyor. Bankalardaki paranın dokunulmazlığı ilkesini çiğneyen bu yeni düzenlemenin 2018’de yürürlüğe girmesi bekleniyor. Ancak Merkel, bu tarihi 2015’e çekmek için baskı yapıyor. Uzmanlar ise yeni düzenlemenin olumsuz etkilerine dikkat çekiyorlar ve euro bölgesinde büyük bir panik dalgası yaşanacağını öngörüyorlar.

Almanya Basını

Neonazi cinayetlerinin baş sanığı Zschäpe'nin yargılanacağı davayı izlemek için Türk basın mensuplarının duruşma salonuna alınmamasına ilişkin tartışma, bugünkü Alman basınından seçtiğimiz yorum konusunu oluşturuyor.

Stuttgarter Zeitung , mahkemenin akreditasyon listesinde hiçbir Türk medya kuruluşunun bulunmamasını şöyle yorumluyor:

"Neonazi çetesinin 8 kurbanı Türk’tü. Ama aksilik bu ya, anlaşılan Türk medyası için duruşma salonunda yer bulunamamış! Bu bir saçmalık. Zaten zorlu geçecek olan mahkeme süreci, bu şekilde daha başlamadan büyük bir yük olmaya başladı. Zira ortada büyük bir risk var: Polis ve iç istihbarat teşkilatının yaptığı hatalar zincirinden sonra Almanya’nın kendisini daha fazla utandırmaması gerekiyor. Münihli yargıçlar, Oslo’daki Breivik davasına bakan meslektaşlarının, işine hakim tarzlarını örnek alabilirler."

Heilbonner Stimme gazetesinin konuya dair yorumunda da şu satırları okuyoruz:

"Şöyle bir düşünün: Türkiye’de bir mahkeme, çok geç ve beceriksizce ortaya çıkarılmış 8 Alman’ın öldürüldüğü bir seri cinayet davasına bakıyor. Ama Alman medyası mahkeme salonuna alınmıyor. Sebebi de maalesef duruşma salonunun biraz küçük olması. Türk yetkililer de basın için ayırdıkları koltukları, sadece Türk gazete ve televizyon kanallara verileceğini açıklıyor. Almanya'da kaşların çatılması, Berlin’den de sert bir protesto gelmesi çok sürmezdi. Politikada buna diplomasi deniliyor. Oysa kızgınlığa yol açan bu durum, Bavyera’nın metropolünde yaşanıyor..."

Frankfurter Rundschau gazetesinin aynı konuya ilişkin yorumu ise şöyle:

"Mahkeme Başkanı Karl Huber, 'İş her şeyden önce, sanıklara yöneltilen suçlamaların açıklığa kavuşturulması ve hak edilen cezanın verilmesidir' demekle haklı. Çünkü bu, zor bir iş olacak. Yine de bu durum, mahkemenin, bu sürecin iç ve dış politikada yol açacağı boyutları dikkate almasını engelleyen bir unsur değil. Ama mahkeme işte tam da bunu yapmamaktadır ve özerkliğini, daha ziyade hassaslık duygusundan yoksunluğu ile göstermektedir."

Basın turumuzu Nürnberger Nachrichten gazetesinin aynı konuya dair yorumu ile noktalıyoruz:

"Medya mensuplarının bu tutum karşısında kendilerini terslenmiş hissetmeleri anlaşılabilir. Kaldı ki daha iyi bir çözüm için ortada yeterince örnek mevcut: Bu davaya ilgi gösteren ülkelere önceden bir kontenjan ayrılabilir ya da önemli duruşmalar, daha büyük salonlarda görülebilir veya Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi tarafından doğrudan kamuoyuna aktarımına izin verilmeyen davayı, gazeteciler kendileri için ayrılmış bir salonda takip edebilir. Mahkeme, bunun gibi hassas bir davaya gerçekten çok az bir duyarlılık gösteriyor ve bu şekilde de Alman adli makamlarının imajını zora sokuyor.“

(bbc türkçe/trt türk haberdar/dw türkçe)



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.