Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (28 Şubat 2013)


Avrupa basını sandıktan 'siyasi istikrarsızlık‘ çıkan İtalya’daki seçimlere ağırlık veriyor.

Hollanda'da yayımlanan De Telegraaf gazetesi, İtalya seçimlerinde hiç bir partinin hükümeti kuracak çoğunluğu elde edememesinin ülkeyi olumsuz etkileyeceği yorumunu yapıyor:

“Popülist Berlusconi ile Grillo'nun başarısı, tasarruf önlemleri ve Brüksel'e karşı yapılan kitlesel protestolar ve teknokrat Başbakan Monti'nin düşük oy oranları ülkeyi yönetilemez konuma getirdi. Yıllardır kötüye giden ekonomiyi doğrultmak için icraat odaklı bir hükümete ihtiyacı olan İtalya açısından bu bir felaket senaryosu. Muhtemelen yeniden seçime gidilmesi tek çözüm ama nereye kadar! İtalyanlar mali durumu kontrolden çıkmış ülkelerini bir tek kendileri düzene sokabileceğini nihayet anlamalı. Ne kadar acı verici olsa da tek çözüm reform ve sıkı tasarruf önlemleri."

İtalya'daki seçim sonuçlarını değerlendiren Avusturya'nın Die Presse gazetesi de ülkede değişimin gerekli olduğu yorumunu yapıyor:

“İtalya'daki seçim sonuçlarının İtalyan seçmenlerin siyasete çocukça yaklaşımını yansıttığı söylenemez. Bilakis, 1946'dan bu yana demokrasi yolunda süreci hiçbir zaman tam olarak tamamlamamış, çürümüş siyasi sistemin kötü durumunu yansıtıyor. Berlusconi ile Grillo'nun seçmenlerinin ortak bir noktası var: Politikacılarının ülkeyi değiştirmek için bir şey yapabileceklerine inanmıyorlar. İtalya'nın değişimin mümkün olduğunu gösteren bir siyasete her zamankinden çok ihtiyacı var.”

Fransa'da yayımlanan Le Figaro gazetesi aynı konuda şu yorumu yapıyor:

“İtalya'daki seçimler Euro Bölgesi'nin üçüncü büyük ekonomisine sahip ülkeyi yönetilemez duruma düşürerek tam bir faciaya yol açtı. Her şeyden önce seçim sonuçları derin bir siyasi krizi açığa vuruyor: İktisat politikaları konusuyla sınırlı kalmayan, Avrupa kıtasının güneyini sarmış olan bir kriz. Mario Monti'nin yeterli başarıyı gösterememesi oldukça umut kırıcı ve önceden de aşikâr olanı, yani tasarruf politikalarının revaçta olmadığını doğruluyor. Komedyen Beppe Grillo'nun inanılmaz başarısı da siyasi tabakanın halkın gözünde ne kadar değer kaybettiğini gösteriyor.”

İsviçre'de yayımlanan Tages Anzeiger gazetesi İtalyan seçmenleri eleştiriyor:
“İtalyanların yarısı öfkeli bir palyaço ile milyarder bir çapkına oy veriyorsa bu bütün Avrupalıları ilgilendirir. Euro krizinden sonra yapılan her ulusal seçim gibi, 2014 yılındaki Avrupa parlamentosu seçimleri de kıtanın kaderini etkileyecek. Euro'nun geleceği İtalyanların ama aynı zamanda Avrupalıların elinde. Kuzey ülkelerinin güneydeki öfke ve çaresizliği ciddiye alması çok önemli. Belki de Almanya Başbakanı Merkel ile ortakları, Güney Avrupa ülkelerine biraz zaman tanımalı. Fakat güney ülkelerine daha fazla görev düşüyor. İtalya son iki yıldır yığılan reformları AB'den dolayı değil kendi çıkarları için uygulamaya koymalı. Bunu öfkeli seçmende idrak etmeli. Yoksa Euro gerçekten tehlikeye girer.”

İngiltere Basını

İngiltere'de gazeteler bugün Türkiye'de Abdullah Öcalan'la yürütülen barış görüşmelerini, Türkiye'nin AB müzakerelerini ve İran'ın nükleer programıyla ilgili görüşmeleri ele alıyor.

'İmralı'daki mahkûm'
Financial Times gazetesinin analiz bölümünün ilk sayfasının tümünü kaplayan bir makale, Ankara ile Abdullah Öcalan arasında yürütülen barış görüşmelerini konu alıyor.

Daniel Dombey'nin kaleme aldığı makale, "son 14 yılını 13 metrekareden büyük olmayan bir hücrede geçiren Abdullah Öcalan'ın kendini bir anda hayatının en farklı görevlerinden birinde bulduğunu" söylüyor.

Makale, şöyle devam ediyor: "Abdullah Öcalan bu hafta 20 sayfalık barış için yol haritası mektubunu belli taraflara gönderdi. Buna göre kendisi hükümetin attığı adım ne olursa olsun Mart ayında Mart ayında PKK'nın ateşkes ilan etmesini ve yaz ortasına kadar kuvvetlerini çekmiş olmasını istiyor.

PKK, ellerindeki Türk tutsakları serbest bırakıp Türkiye'nin de aynısını yapmasını umacak.

Konuştuğumuz bir üst düzey hükümet yetkilisi 'Türkiye Kürt meselesini çözecek olursa çok rahatlayacağız. Bunu çözüp Kürtlerin ve Türklerin birbirlerini etnik grup olarak değil de insan olarak görmesini sağlarsak ülkemiz çok gelişecek' diyor."

Makalenin devamında Dombey, PKK lideri Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmelerin ardında Başbakan Erdoğan'ın siyasi hedeflerinin de olduğunu söylüyor.

Dombey'e göre Suriye başkanı Esad'ın görevinden ayrılması için çaba sarf eden Erdoğan, Suriye ve İran'la gerilimin tırmandığı bir dönemde bölgedeki Kürt halkını kendi safına çekmeye çalışıyor.

Financial Times yazarı Dombey bu barış görüşmelerinde Erdoğan'ın kişisel hedeflerinin de olduğunu söylüyor.

Makalenin bu kısmı şöyle: "Türkiye'de askeri devrimden kalma anayasasının yeniden yazılması çabaları sürerken Erdoğan'ın basit bir hedefi var: kendisinin doğrudan koltuğuna oturabileceği bir Başkanlık sistemine geçilmesi.

Meclis'te bunun için destek yeterli olmadığından Erdoğan geçtiğimiz haftalarda yeni bir taktik denemeye karar verdi: [BDP'le] anlaşıp meseleyi referanduma sunmak.

Öcalan, yandaşları ve PKK şimdi bu kararı vermek zorunda. Türk etnik kimliği ve Türk vatandaşlığı arasında fark yaratacak bir anayasa yakın. Ama bunun karşılığında Türkiye'de tüm güçler, Erdoğan'a özel hazırlanmış merkezi bir sistemde toplanabilir.

Başbakan'ın yandaşları bu sistemin daha verimli olacağına; muhalifleriyse onu bir sultana dönüştüreceğine inanıyor."

Varlıklı Türkler artık AB'yi istemiyor
Times gazetesi, dış haberler bölümünde, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye'de yaptığı bir konuşmada ülkenin ilerde belki AB üyesi olabileceğini söylediğinde bazı kişilerin sevindiğini ama Türk halkının çoğunun bunu umursamadığını yazıyor.

Times, kendilerine konuşan AB ilişkileri uzmanı Cengiz Aktar'ın "Türkiye üyelik müzakerelerine başladığında AB'nin üst makamlarının aklında yine Doğu Avrupa'dakiler gibi yoksul bir ülkeyle uğraşacakları endişesi vardı. Ama şimdi aynı makamlardakiler Türkiye'yi artık bir mesuliyetten daha çok bir servet olarak görüyor." dediğini aktarıyor.

Fransa'nın geçmişte açılışını engellediği 5 fasıldan birine olan vetosunu kaldırdığını hatırlatan gazete, bunun Türkiye'nin artan bölgesel kuvveti ve gelişen ekonomisi sayesinde olmuş olabileceğini yazıyor.

İran'la nükleer görüşmelerde 'dönüm noktası'
Daily Telegraph gazetesi, İran'la nükleer programı üzerine gerçekleştirilen görüşmelerde tarafların ilk defa temkinli bir iyimserlikle günü tamamladıklarını yazıyor.

Gazete, İran'ın başmüzakerecisi Said Celili'nin "Geçen sekiz ayda takınılan tavırlara rağmen bu görüşmelerde karşı tarafın olaya bizim gözümüzden bakmaya çalıştığını hissettik." dediğini ve kendisinin bunu "bir dönüm noktası" olarak nitelediğini aktarıyor.

Nadir'e verilen mahkûmiyet kuşku altında
Times gazetesi, Ağır Dolandırıcılık Ofisi SFO'nun binasında bulunan, ve mahkemeye sunulmayan delilerin ortaya çıkmasıyla geçen sene dolandırıcılıktan 10 yıl hapse mahkum edilen Asil Nadir'in davası kuşkuların arttığını yazıyor.

Delilerin Nadir'in 1993 yılında Kuzey Kıbrıs'a kaçmadan önce bir davada hakime rüşvet vermeye çalıştığı iddialarıyla alakalı olduğunu yazan Times, SFO'nun bu delilerin mahkemeye sunulmamasının yanlışlıkla olduğunu söylediğini aktarıyor.

Times daha sonra "Delilerin mahkemeye sunulmaması çok büyük bir suç. Geçmişte bu yüzden davalar düşmüş; mahkûmiyetler bozulmuştu." diyor.

Almanya Basını

İtalya'daki hükümet krizi, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin Avrupa turu, Alman ordusundaki skandal ve Papa 16'ncı Benedikt'in vedası, bugünkü Alman basınında öne çıkan yorum konuları.

Hamburg merkezli haftalık Die Zeit gazetesi, İtalya'da seçim sonrası ortaya çıkan tabloya değiniyor. Gazetede yer alan yorumda, seçimlerde hiçbir partinin hükümeti kuracacak çoğunluğu elde edememesi nedeniyle ülkenin siyasi bir krize doğru sürüklendiğine dikkat çekiliyor:

"Berlusconi tek başına seçimi kazansa şu anki durumdan daha iyi olurdu. O zaman en azından hezimetle sonuçlanan bu seçimlerin sorumluluğunu üstlenmesi gerekirdi, seçmene verdiği ve milyonlarca İtalyan'ın tuzağına düştüğü saçma sapan seçim vaatlerini de hayata geçirirdi. Ama şu haliyle seçimlerin galibi Bersani’nin düştüğü talihsiz durumun keyifle tadını çıkaracak."

Reutlinger General-Anzeiger gazetesi ise göreve başlar başlamaz Avrupa turuna çıkan ve dün Berlin'de bir dizi görüşmelerde bulunan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin önceliklerini irdeliyor:

"Kerry, Almanya’nın Avrupa’daki liderlik rolünü sık sık vurguladı. Bu kadar övgü genelde, çok fazla iş ve sorumluluk anlamına gelir. ABD Başkanı Obama Kerry ile birlikte dış politikadaki ağırlığını Asya’dan Avrupa’ya kaydırmayacak. Çünkü Avrupa ile ilişkileri zaten sorunsuz bir şekilde ilerliyor. Obama, böylece Avrupa ile ilişkilerin önem taşıdığı mesajını vermiş oluyor. Bununla ayrıca ABD ve AB arasında serbest ticaret bölgesi oluşturma çabalarının önemi de vurgulanıyor. Eğer bir sorun olursa, Avrupalıların kendi başına üstesinden gelmesi gerekiyor. Berlin’le olan tüm bu güzel ilişkilere rağmen bir Vietnam gazisi ve savaş karşıtı bir aktivist olan Kerry’nin öncelikle Ortadoğu ve Asya’daki çatışmalarla ilgilenmesi gerekecek."

Geçiyoruz Alman ordusunda skandala yol açan bir olaya... Geçtiğimiz günlerde dört Alman denizci erinin, komutanlarını uykusundan uyandırarak bir masaya bağladığı ve üzerlerine aşağılayıcı sözler yazdığı Alman basınına yansıdı. Olayın tartışmaları alevlendiren bir boyutu da komutanın Tayland kökenli olması. Bundan yaklaşık iki hafta önce yaşanan ve basına yeni yansıyan bu olayı Frankfurter Rundschau gazetesi şöyle değerlendiriyor:

"Alman ordusu şu sıralar bir dönüşümden geçiyor. Bu dönüşüm, sadece zorunlu askerliğin kaldırılmasından ibaret değil. Silahlı Kuvvetler, şu anda, diğer işverenlerle en yetenekli gençleri seçmek için rekabet eden normal bir işveren konumunda. Emir - komuta zinciri 21’inci yüzyılda artık sadece karşılıklı saygı prensibi ile işliyor. İş yerinde hakaret ve aşağılama, tıpkı fiziksel saldırı gibi yanlıştır. Bu ister amirine ister alt kademedeki birine yapılsın, fark etmez.”

Basın turumuzu Frankfurter Allgemeine Zeitung'un Papa 16'ncı Benedikt'in vedasına ilişkin yorumu ile tamamlıyoruz. Benedikt, dün 100 binden fazla insanın izlediği Vatikan'ın Aziz Petrus Meydanı'nda genel oturumda son vaazını verdi.

"Papa 2’nci Jean Paul’un kamuoyu önünde gerçekleşen ölümü acılı uzun bir sürecin sonu olarak, Papa 16’ncı Benedikt’in Roma Başpiskoposluğu'ndan geri çekilmesi de büyük bir tevazu olarak algılandı. Her ikisi de kendi yöntemleri ile kilise içindeki otoriterlik krizini ve kilisenin dünyadaki otoritesini güçlendirdi. Birisi gücünü bırakmadan güç konusunu sorgulayarak, diğeri de güç sorununu dile getirmeden gücünü bırakarak. Şimdi Papa’nın halefine, Papalığın 'neden' ve 'nasıl' hecelendiğinin teslim edilmesi gerekiyor. Kesin olan sadece bir şey var. Eğer güneydeki ülkelerde büyüyen kilise ve kuzeydeki ülkelerde çöken kilise arasındaki merkez-kaç kuvvetinin dengelenebileceği bir yer varsa orası Roma’dır."

(dw türkçe-bbc türkçe)



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.