Avrupa Basınında Bugün (21 Şubat 2013)
Sağ liberal İspanyol gazetesi El Mundo , Nestle gibi büyük gıda zincirlerinin hazır yemek ürünlerinde at etine rastlanmasına değiniyor. Gazetede yer alan yorumda, “Gıda maddeleri zincirinin kontrolü yetersiz” deniliyor:
“Nestle şirketler grubu, az miktarda at eti izine rastlanan hazır yemek ürünlerini İspanya ve diğer ülkelerde piyasadan çekti. Bu skandalda asıl söz konusu olan sağlığın zarara uğratılması değil; zira at eti zararlı bir et türü değil! Burada asıl söz konusu olan, tüketicinin kandırılmasıdır. Sorunun kaynağında, üretici firmaların hazır yemek ürünlerinde kullandığı gıda malzemelerini aracı şirketlerden satın alması yatıyor. İşte bu aracı şirketler de ellerindeki gıda malzemelerini nereden tedarik ettikleri konusunda bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Bu da gıda zincirlerinin denetlenmesini devre dışı bırakıyor.”
Rus gazetesi Nesawissimaja Gaseta yorumunda farklı bir konuya, Ermenistan’da Rusya yanlısı şimdiki Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın ikinci dönem cumhurbaşkanlığı görevine seçilmesine odaklanıyor:
“Seçimin sürpriz sonucu, eski Dışişleri Bakanı ve Miras Partisi Genel Başkanı Raffi Hovhannisyan’ın yüzde 36 civarında yüksek oranda oy toplaması oldu. Bu sonuç, Ermenistan’da yeni bir muhalefet gücünün ortaya çıktığına işaret ediyor. Ve muhalefet lideri, iktidar mekanizmasına ciddi bir biçimde meydan okuyacak güce erişmiş gibi görünüyor. Bu, ülkenin Batı'ya açılmasını sağlayabilecek yeni bir muhalefetin doğuşu anlamına geliyor. Muhtemelen Rusya bundan böyle Ermenistan’ı daha bir yakın takibe alacaktır. Gerçi Hovhannisyan, Amerikan çıkarlarının Güney Kafkaslar’daki öncüsü konumunda olmayacaktır, ancak Hovhannisyan’ın aynı zamanda Amerikan vatandaşlığına sahip olduğu da görmezden gelinemez.”
İtalyan gazetesi La Stampa , 24 - 25 Şubat tarihlerinde İtalya’da yapılacak genel seçimde öne çıkan karizmatik siyasî bir lider olmadığını belirttiği yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
“Günümüzün siyasî liderlerini hepimiz çok eleştirel bir biçimde izliyoruz. Obama düş kırıklığı yarattı,Merkel ise Adenauer olmadığını gösterdi. Hollande ile Cameron, Mitterand ile Lady Thatcher’in silik bir kopyası konumundalar. Ve biz de İtalya’da şöyle etrafımıza baktığımızda, politikacılara ilişkin yaşanan hayal kırıklıkları nedeniyle bir nostalji dalgası yaşanıyor. İnsanlar De Gasperi, Moro, La Malfa ya da Berlinguer’i anımsıyor. Devam eden bu yasama dönemi içinde Seçim Yasası'nın reformdan geçirilmesi ve yolsuzluklarla mücadele konusunda yetersiz kalınması, “5 Yıldız” adlı Beppe Grillo öncülüğündeki popülist protesto hareketini güçlendirmiş görünüyor. Bizler herhalde bu trajik durumdan ‘siyasileri' sorumlu tutmaya çalıştık. Onları seçenlerin bizler olduğunu da unutmuş görünüyoruz."
Muhafazakâr İsveç gazetesi Svenska Dagbladet de aynı konuya ilişkin yorumunda, eski başbakanlardan Silvio Berlusconi’nin iktidara dönüşünün muhtemel olduğunu belirterek, bir sol hükümetin Berlusconi’den daha iyi olacağı görüşünü savunuyor:
“Uzun siyasî kariyeri sırasında Silvio Berlusconi sürekli hakkında açılan bir davadan ötekine koşuşturdu ve yasalar, onun durumuna uygun hale getirilerek değiştirildi. Berlusconi hakkında açılan iki dava hala devam ediyor. Onun İtalya’ya siyasî ‘katkısı’ ülkeyi mahvetmek oldu. Şimdi ise Berlusconi beşinci kez başbakan olma gayretinde. Bunlar hem İtalya hem de Avrupa için iyi haberler değil! İtalya için en uygun çözüm, şimdiye kadarki Başbakan Mario Monti’nin desteğinde pragmatik bir sol hükümet olurdu.”
Almanya BasınıSuriye'de şiddet, Güney Kıbrıs'taki ekonomik durum ve Almanya'da Federal İdare Mahkemesi'nin basın özgürlüğüne ilişkin kararı, bugünkü Alman basınında öne çıkan yorum konularını oluşturuyor.
Hamburg’da yayımlanan Die Zeit gazetesi, Suriye'deki durumu irdeliyor:
"Artık Esad generalleri, yerleşim bölgelerine 11 metrelik Scud füzeleri de atıyor. Batı da buna izin veriyor. Uçuşa yasak bir bölge oluşturulması çağrılarını ise federal hükümet, bilindik bir gerekçe ile yani durumun daha da vahimleşebileceği endişesi ile reddediyor. Hâlâ diplomatik bir çözümden bahseden Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’nin açıklamaları, daha çok kendi kendini kandırmacaya benziyor. Zira diplomatik çözüm diye bir şey kalmadı. Çok fazla kan aktı. Kafalarda çok fazla kin birikti. Sonuç kimin lehine olursa olsun Suriye sorunu, maalesef silahlarla bir sona kavuşacak."
Suriye'den Akdeniz'e uzanıyoruz... Ludwigshafen’da yayımlanan Rheinpfalz gazetesi, devlet başkanlığı seçimleri ikinci turu öncesi, iflasın eşiğindeki Güney Kıbrıs'ı ele alıyor:
"840 binlik nüfusu Kıbrıs, aslında ekonomik açıdan da cüce bir devlet. Yani Kıbrıs AB’den çıkarılıverse, Avrupa ekonomisinin istatistiklerinde ancak virgülden sonraki rakamlarla oynamak gerekebilir. Bu durumun Kıbrıs’ın aleyhine olduğu söylenebilir. Ama bu çok aceleci bir çıkarım olur. Zira küçük ada ülkesinin ekonomik açıdan önemsizliğinden bağımsız olarak, bir Euro ülkesinin iflas etmesi, sonuçları kestirilemeyecek ve emsal teşkil edecek bir risk yaratabilir."
Almanya basın özgürlüğünü tartışıyor. Federal İdare Mahkemesi’nin, federal kurumların gazetecilere her bilgiyi vermek zorunda olmadığı yönündeki kararı basın örgütlerinin tepkisini çekti. Dava, Federal İstihbarat Teşkilatı'ndan talep ettiği bilgiyi alamayan bir gazetecinin başvurusu üzerine başlamıştı. Mahkeme, eyalet yasalarındaki gazeteciye istediği bilgiyi verme yükümlülüğünün federal birimler için geçerli olmadığı sonucuna vardı.
Berlin merkezli Neues Deutschland gazetesi, konuyu yorum sütunlarında şöyle değerlendiriyor:
“Yaklaşık 45 yıldır tüm kurumlarda Eyalet Basın Yasası uygulanıyor. Gazetecilerin lehine olan bu yasaya göre; eğer bir gazeteci hükümet organlarından bir bilgi talep ederse söz konusu kurumun cevap vermeme hakkı bulunmuyor… Bu, verilen yanıtın her zaman istenen kalitede olduğunu göstermez, ama yine de gazetecilerin eli boş da bırakılmaz. Ancak Leipzig’deki Federal İdare Mahkemesi’nin kararı, gazetecilerin federal kurumlardan bilgi talep etme hakkını değiştirebilir. Basının bilgi isteme hakkının doğrudan Anayasa’ya bağlı olduğu yönünde verilen karar, aslında gazetecilik çalışmalarının kısıtlanması anlamına gelir. Çünkü federal çapta, kurumları basına karşı yükümlü yapan böyle bir yasa bulunmuyor. Yani 'gazeteci yanıt ister, kurumlar verir' kuralı, son mahkeme kararıyla 'gazeteci ister, federal kurum verebilir'e dönüştü. Bu korumacı tutumun ardında, karmaşık, partiler üstü, bürokratik ve teknokrat bir yapının kısmen paranoyaya varan bir güvenlik ihtiyacı bulunuyor. Vatandaşlar hakkında mümkün olduğunca veriyi toplayan düzen, kendi etrafına ise duvar örmeye devam ediyor.”
Frankfurter Rundschau gazetesi aynı konuya ilişkin yorumunda İçişleri Bakanı'nı eleştiriyor.
"Leipzigli yargıçların 'asgari bilgi verme yükümlülüğü' şeklindeki nitelemesi, kuşkusuz ilginç olduğu kadar tehlikeli de. Bu, eğer basının federal kurumlardan bilgi alma hakkının kısıtlandığı anlamına geliyorsa kesinlikle kabul edilemez bir karar. O zaman bu hükmün bir an önce Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden incelenmesi gerekir. Federal İçişleri Bakanlığı belki davanın neticesinden, yani gazetecinin haksız bulunmasından memnun olabilir. Ama İçişleri Bakanı Hans Peter-Friedrich’in sadece Federal İstihbarat Teşkilatı'nın patronu olmadığını, anayasanın korunmasından da sorumlu bir bakan olduğunu arada sırada hatırlamasında yarar var. Ancak basına karşı cephe alışı, Bakan’ın anayasanın özünü anlamadığına işaret ediyor."
İngiltere BasınıFinancial Times yazarı David Gardner, Batı'nın Suriyeli muhalifleri silahsızlandırmada gönülsüz davranmasının Suriye'deki kaosu daha da büyüttüğünü yazıyor.
Yazıda özetle şöyle deniyor:
"Geçen sonbaharda Suriye'deki dağınık muhalefetin Ulusal Koalisyon çatısı altında birleşmesiyle bu oluşumu Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanıyan 100'den fazla ülkenin, Esad rejimini devirmesi için muhalefete daha fazla yardım edeceği umulmuştu. Aksine Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Batılı hedeflere yönelebileceği endişesiyle isyancılara Suriye ordusunun askeri üstünlüğünü köreltecek tanksavar ve uçaksavarları vermekte gönülsüz davranıyor."
"Amerikan Başkanı Barack Obama güvenlik ve dış politika danışmanlarının tavsiyesine rağmen isyancıları silahladırmama kararı aldı. İngiltere de bu hafta isyancıların silahlandırılması konusunda Avrupalı müttefiklerini ikna edemedi. Başlangıçta İngitere'nin yanında yer alan Fransa, sonradan geri çekildi.Obama, Libya'da Batı'nın desteğiyle Kaddafi'nin devrilmesinden sonra Amerikan elçisinin öldürülmesi, Fransa da Libyalı isyancılara verdikleri silahların, şu anda Mali'de savaştıkları radikal İslamcıların eline geçmesi nedeniyle böyle yapmış olabilir."
"Ama Suriye parçalanıyor. Suriye yakında en büyüğü Esad'ınki olmak üzere silahlı çetelerin, yapmacı cihat yanlılarının ve savaş beylerinin hakimiyetindeki toprak parçalarına dönüşebilir ve Suriye Sünniler ve Şiiler arasındaki savaşın cephesi haline gelebilir."
Times yazarı David Aaronovitch, "Şimdi Irak'ı işgal etmenin neden doğru olduğunu anlıyoruz" başlıklı yazısında "Savaşın başlamasından 10 yıl sonra Irak daha güvenli ve daha demokratik. Bunun alternatifi dopingli bir Suriye olurdu" diyor.
Yazar şöyle devam ediyor:
"180 bin Iraklının öldüğü bu savaşta Amerika Saddam Hüseyin'i devirerek gücünü gösterdi. Ama Irak yönetimlerinin beceriksizliği, Bush yönetimindeki iç kavgalar ve Ebu Gureyb hapishanesindeki skandal Amerika'nın imajına büyük zarar verdi. İşgalin elle tutulamayan bedelleri de oldu. Batı Irak'tan sonra sınırlı müdahale olasılığı karşısında bile ürkekleşti. Irak bizi yordu. Ama tarihçiler Irak'ı yargılarken istasistikleri olmayan gerçekleri de değerlendirmek zorundalar. İşgal olmasaydı daha mı iyi olacaktı?"
"Saddam Hüseyin 1980'de İran'ı işgal etti 400 bin kişi öldü. 80'lerde 100 bin Kürdü öldürdü. 1990'da Kuveyt'i işgal etti. 1991'deki Şii ayaklanmasını bastırırken 50 bin kişi öldü. İşgal olmasaydı Saddam Hüseyin iktidarda kalır mıydı. Savaş karşıtlarına göre Arap Baharı'nda o da giderdi. Suriye'ye bakıyorum. Saddam'ın hafif versiyonu Esad halkına zulmediyor ve Irak'tan çok daha küçük olan bu ülkede 70 bin kişi öldü. Muhalefet yardım alamayınca bizim yarattığımız boşluğu cihat yanlıları dolduruyor. Eğer Saddam iktidarda kalsaydı, onun iç savaşı Suriye'ninkinden çok daha büyük olurdu ve Irak'taki yangın tüm bölgeyi sarardı."
Guardian gazetesi, İngiltere Başbakanı David Cameron'un Hindistan ziyareti sırasında, Amritsar katlilamı için özür dilemediğini aktarıyor. Gazeteye göre Cameron dün, 1919'da İngiliz komutanın emriyle 379 masum sivilin öldürüldüğü katliam bölgesini ziyaret etti. İngiltere Başbakanı, Hindistan bağımsızlık hareketini güçlendiren bu katliamı "utanç verici bir olay" olarak nitelemesine ve başsağlığı dilemesine karşın özür dilemeyi reddetti. Cameron, "Ben doğmadan 40 yıl önce olan bir olaydan bahsediyoruz. Zamanında Winston Churchill bunu korkunç bir olay olarak niteledi ve hükümet kınadı. Yapılması gereken tarihe gidip özür dilenecek şeyler arayıp bulmak değil, olanları kabul etmek, hatırlamak saygı ve anlayış göstermektir" dedi.
Cameron açıklamasında hatalara rağmen eski İngiliz imparatorluğuyla gurur duyduğunu söyledi.
Gazeteye göre katliamda yakınlarını kaybedenler ve İngiltere'nin resmi özür dileyeceği beklentisinde olanlar Cameron'un bu açıklamasıyla düş kırıklığına uğradı. Katliamda büyük babası ölen bir Hintli"Adalet için 94 yıldır bekliyoruz. İngiltere Başbakanı utanç verici dediği bir şey için neden özür dilemiyor" dedi.
Ancak bazı Hintliler de, İngiltere Başbakanı'nın katliam anıtı ziyaret edip anı defterini imzalamasının özürden daha değerli olduğunu söyledi. İngiltere Kraliçesi Hindistan ziyareti sırasında katliamı gönderme yaparak "geçmişin üzücü olayları ifadesini" kullanmıştı.
(dw türkçe-bbc türkçe)

YORUM YAZIN