Avrupa Basınında Bugün (16 Ocak 2013)
İngiltere BasınıGuardian, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın İslamcılar yenilgiye uğratılıncaya kadar Mali'de savaşmaya devam edeceklerini söylediğini ve sömürgecilik iddialarını reddettiğini aktarıyor.
Gazete Hollande'ın 'Fransa'nın müdahalesinin ancak Mali siyasi istikrar kazanınca ve seçim sürecine girince biteceği' yolundaki sözlerinin Paris'in Afrika çöllerinde uzun sürecek bir savaşa girme olasılığını gündeme getirdiğini belirtiyor.
'Para geldiği sürece rahatsızlık yok'
Independent gazetesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin destek açıklamasına rağmen Avrupalı müttefiklerinden beklediği yardımı alamayan Fransa'nın Körfez ülkelerine yöneldiğine dikkat çekiyor. Gazete, Hollande'ın dün gittiği Birleşik Arap Emirlikleri'nde Arap ülkelerinden lojistik destek ve eski sömürgesindeki operasyonlarını finanse etmek için mali destek istediğini kaydediyor. Gazetenin yazarlarından Patrick Cockburn bu durumu söyle eleştiriyor:
"Fransa, Mali'de cihat yanlısı radikal İslamcılara karşı başlattığı savaşın Arap monarşileri tarafından finanse edilmesini istiyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı ülkeler, İslam dünyası ve ötesindeki faaliyetlerinin finansmanı için uzun bir zamandır Körfez monarşilerine yönelmiş durumda. Bu yardım bazen Katar'ın 2011'de Libyalı isyancılara silah ve para desteği sağlaması gibi doğrudan kimi zaman da Sovyetler'e karşı savaşan Afgan mücahitlere yapıldığı gibi dolaylı olarak veriliyor."
Patrick Cockburn yazısına şöyle devam ediyor:
"İki yıl önce başlayan Arap devriminden sonra ABD ve Batı Avrupalı müttefikleriyle Körfez monarşileri arasındaki ilişki son derece tezat oluşturmaya başladı. Batı, dünyanın en antidemokratik yöneticilerinden olan Körfez kralları ve emirlerini, Libya ve Suriye'deki demokratik devrimlerin desteklenmesinde ve finansmanında doğal bir müttefik gibi sundu. Başka bir çelişki de Suudi Arabistan ve Sünni yöneticilerin İslam dünyasında El Kaide'ninkine benzer bir ideolojisi olan Selefiliği teşvik etmesi. Para gelmeye devam ettikçe, Batı'nın Körfez krallarının ideolojilerinden rahatsızlık duymayacağı anlaşılıyor."
Times gazetesi yazarı Richard Dowden, "Bugün Mali, Yarın El Kaide için Nijerya" başlıklı yazısında 'Daha önce haritada boş bir alan olan Sahra çölü şimdi İslamcı militanlar için sıçrama tahtasına dönüştü" diyor. Yazar şöyle devam ediyor:
"Daha birkaç yıl öncesine kadar, Batılı bağışçı ülkeler Mali'yi bir başarı öyküsü olarak sunuyorlardı. 1992'de diktarörün devrilmesinden sonra Mali görece demokratik bir ülke haline gelmişti. Yoksul olmasına rağmen komşularına kıyasla daha iyi işleyen bir sistemi vardı. Ama geçen Mart'ta darbe oldu ve şimdiki hükümet etkisiz. Nerede hata yapıldı. Birincisi hükümet bağışçı ülkelerin iddia ettiği kadar iyi değildi. Batı'nın yardımına bel bağlayan hükümet yozlaştı. Halkın huzursuzluğunu gören genç bir yüzbaşı geçen yıl yönetime el koydu. İkincisi ülkenin kuzeyi yani Sahra çölü 1990'ların sonunda Cezayir'den sürülen Selefi isyancıların merkezi oldu. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius Mali'ye müdahalelerinin birkaç hafta süreceğini söyledi. Ama bunu söylediğine pişman olabilir."
'ABD Mursi'yi kınamakta haklı'
Times gazetesi, Amerikan yönetiminin 2010'da Yahudiler için sarfettiği iddia edilen sözler nedeniyle Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi kınadığını aktarıyor. Gazeteye göre, o dönem Müslüman Kardeşler'in üst düzey bir yetkilisi olan Mursi, Lübnan merkezli El Kuds kanalının kaydettiği ancak yeni ortaya çıkan görüntülerde "Siyonistlerin istediği her şeyi kabul edeceksiniz, yoksa savaş. Filistin topraklarını işgal eden, kan emici, Filistinlilere saldıran bu savaş tacirlerinin, bu domuz ve maymun soyundan gelenlerin tek bildiği bu" diyor.
Mursi mülakatta ayrıca İsrail'le Filistinliler arasındaki görüşmeleri zaman kaybı olarak niteliyor ve İsrail'in müzakerelereki muhatabı Filistin Yönetimi'ni, siyonistlerin ve Amerikalı düşmanların ürünü olarak niteliyor.
Muhammed Mursi geçen Ekim'de çekilen başka bir görüntüde de hutbesinde Allah'ın Yahudileri ve destekçilerini darmadağın etmesini isteyen imamın duasına 'Amin' derken görülüyor.
Times başyazısında Mursi'nin bu yorumlarının rahatsız edici olduğunu belirtiyor. Yazıda özetle şöyle deniyor:
"Geçen Temmuz'da iktidara gelen Mursi, İsrail'le imzaladıkları barış anlaşmasını ima ederek mevcut uluslararası anlaşmalara sadık kalacağını söyleyerek devlet adamı görüntüsü çizmeye çalıştı. Ama Mursi kayıtta Yahudiler için, domuz soyundan gelen kan emiciler olarak niteliyor. Beyaz Saray bu sözleri kınamakta haklı. Çünkü Mursi'nin bu yorumları zehirli ve hastalıklı."
"Bu sözler, Batı diplomasisinin yeterince ciddiye almadığı bir siyasi söylem patolojisini yansıtmaktadır. İsrail'le, 1978 Camp David ve 1994 İsrail-Ürdün Anlaşması gibi uluslararası anlaşmaları kabul eden ılımlı Arap ülkeleri arasındaki soğuk barış devam ettirilebilir. Ancak Yahudi düşmanlığına dayalı komplo teorileri, kamusal yaşamın temel unsuru olursa kalıcı barış ve sağlık siyaset mümkün olmaz."
'İspanya'dan teşvik çağrısı'
İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, Financial Times'taki demecinde, Euro bölgesinde Almanya ve diğer alacaklı ülkeleri büyümeyi teşvik edecek adımlara çağırıyor. Rajoy demecinde, 'Büyümeye ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. İspanya şu aşamada genişlemeci bir politika benimseyemez ama Euro bölgesinde ekonomik toparlanma için, buna gücü olan ülkeler öyle yapmalı' diyor.
Financial Times başyazısında, Almanya'daki ekonomik yavaşlama için özel sektöre görev düştüğünü belirtiyor. Yazıda özetle şöyle deniyor:
"Talebi hükümet tek başına canlandıramaz. Özel sektörün de yardımcı olması gerekir. Son 10 yıl içinde Almanya'daki maaşlar, üretkenliğin gerisinde kaldı. Maaş ve ücretlerin artırılması tüketicileri yerli ve yabancı ürünlere yöneltecek. Bu durum Almanya ve çevresindeki ülkelerin rekabet güçleri arasındaki uçurumu azaltacak ve Euro bölgesindeki krize de çözüm olacak. Bir başka takviye de Berlin'in başka ülkelere dayattığı ama kendisinin uygulamadığı yapısal reformlar olmalı. Perakende sektöründe aşırı mevzuat var ve hizmet sektörünün daha fazla rekabete açılması gerekiyor. Bunlar belki hemen büyümeye etki etmez ama bu erteleme için bahane olmamalı."
Almanya BasınıAvrupa borç krizi Euro Bölgesi'nin en güçlü ekonomisi olan Almanya’yı da zorlamaya başladı. 2012 yılında bütçesi fazla veren, ancak büyüme hızı yüzde birin altına düşen Almanya’nın ekonomik durumunu Reutlinger General-Anzeiger gazetesi şöyle yorumluyor:
“Borç krizi Almanya’dan da kefaretini istiyor. Federal Hükümet’in 2013 ekonomik tahmin raporuna göre bu yıl büyüme hızı yüzde 0,5 olacak. Ekonomik büyümeyi, istihdamı ve devletin vergi gelirlerini tehdit eden en büyük riskin borç krizi olduğunu söylemeye gerek yok. Ama bu riskin boyutları geride bıraktığımız aylardakinden küçük. Bu sevindirici başarının mimarı hiç şüphesiz, sürekli eleştiri oklarına hedef olan Avrupa Merkez Bankası’dır. Tenkitçi Almanya Hükümeti’nin bile merkez bankasını övmesi kayda değer bir gelişmedir. Günah keçisi yapılan merkez bankası şimdi kurtarıcı mertebesine yükseltiliyor.”
Hamburger Abendblatt gazetesinin ekonomik konjonktüre ayırdığı satırlar ise özetle şöyle:
“Kamu bütçelerinin 2012 yılında fazla vermiş olması politikacıların şu gerçeği görmelerine vesile olmalıdır: Siyasi otorite, yaratıcılık ve rekabet gücü yüksek olan Alman iş dünyasının önüne daha fazla engel dikmemeye özen göstermelidir. Bu konuya dikkat edildiği zaman devletin vergi gelirleri kendiliğinden fışkırmaya başlıyor. Ama bunun için, çekemezlik ve ideolojik at gözlükleri yüzünden vergileri arttırmamaktan daha fazla siyasi disiplin gereklidir. Sonunda fatura vergi mükellefine çıkar. Ama Almanlar artık, devletin kendilerinden ihtiyaç duyduğundan fazlasını tahsil ettiğini öğrenmiş bulunuyorlar.”
Hamburg’dan sonra Almanya’nın Bremen eyalet hükümeti de Müslümanların statüsünü güçlendiren hak eşitliği anlaşmasını imzaladı. Frankfurter Allgemeine Zeitung, eyaletteki Müslümanlara dini vecibelerini yerine getirme kolaylığı sağlayan anlaşmayı din hürriyeti açısından değerlendiriyor:
“Anlaşma ibadet yeri kurma hakkına vurgu yapıyor, Müslüman işçi ve öğrencilere dini bayramlarda izin verilmesini mümkün kılıyor; kısacası Müslüman hemşerilerin din hürriyetini teyit ediyor. Taraflar ‘karşılıklı saygının bir işaretinden’ ve ‘göz hizasını eşitleyen bir anlaşmadan’ söz ediyorlar. Bununla birlikte Avrupa’da çoğunluğun dinine, yüzyıllar boyunca gelişip yerleşen gelenek ve kültüre saygı, samimiyetten uzak ifadeler şeklinde kokuşmamalıdır. Bir İngiliz havayolu şirketi kadın personeline dini nedenlerle başörtüsü takma izni veriyor, ama boynunda haç kolyesi taşımasını yasaklıyorsa bu tehlike var demektir.”
Amerikalı profesyonel bisikletçi Lance Armstrong’un cezasını hafifletebilmek için yıllarca doping yaptığını itiraf etmesini ele alan Die Welt gazetesi Amerikalı sporcunun Dünya Bisiklet Federasyonları Birliği’ne yönelttiği suçlamaları şöyle yorumluyor:
“Doping dramı sonunda küçük bir sürpriz doğurdu. Lance Armstrong on yıldan uzun bir süre yalan söyleyip inkar ettikten ve kendisini sahtekarlıkla suçlayanlara sözle saldırdıktan sonra doping itirafında bulunmakta karar kıldı. Tarihin sözde en büyük bisikletçisi hakkındaki suçlamalar ayan beyan ortaya çıkmış ve Amerikan dopingle mücadele dairesinin titizlikle hazırladığı bin sayfalık raporda delile dönüşmüştü. Armstrong, dopingin iliklerine kadar işlediği bir dönemde yarışmış olma gerekçesine sığınıyor ve ‘silah eşitliği’ talep ediyor. Bu tez hiçbir şeyin düzelmesine yaramaz. Kendisini aklamaya ise hiç kâfi gelmez.”
(bbc türkçe-dw türkçe)
YORUM YAZIN