Suriye'de Gazeteci Olmak
Sıradan ancak talihsiz bir gün...
Şam içinde bir askeri kontrol noktasındayım ve kimlik kontrolü var. Pasaportumu gösterdiğim zaman bulunduğum araçtan inmem gerektiğini, muhatabı olmadığım sorularla ve sitemlerle karşılaşacağımı biliyorum.
- Türk müsün?
- Evet
- Niye Şam’dasın?
- Gazeteciyim, Enformasyon Bakanlığı’ndan izin aldım.
- 2 sene önce vizeleri bile kaldırdık. Şimdi Türkiye niye böyle davranıyor?
- Ben diplomat değilim, bunu Dışişleri Bakanlığı’na sorun.
- Bizim Türk halkı ile sorunumuz yok… Türk halkına olanları yanlış anlatıyorlar… Buradaki durum, sizdeki PKK gibi…
Basına yönelik güvensizlik yüzünden ekonomi gibi alanlarda bile görüş alacak uzman bulmak giderek zorlaşıyor.
Kent içinde görüntü veya fotoğraf çekmek, giderek artan bürokratik bir süreci gerektiriyor. Gerekli izinlerin alınmış olması da rahat çalışılacağı anlamına gelmiyor.
Mesela, bindiğiniz taksinin şoförü aracı bir karakolun önünde durdurup sizi polise şikayet edebiliyor.
Şam’dan muhaliflerin kontrol ettiği alana geçmek isteyen bir yabancı gazeteciye, silahlı muhalifler iyi gözle bakmazken, sınır kapılarından resmi bir şekilde geçmemiş gazeteciler de yönetimin kontrolündeki bölgelere giremiyor ve “ülkeye yasadışı yollardan girme ve terörist organizasyonlarla işbirliği yapma” suçlamasıyla haklarında yasal işlem yapılıyor.
Halep’te yaklaşık 3 ay önce tutuklanan ve geçen günlerde özgürlüğüne kavuşan Cüneyt Ünal’ın yaşadıkları buna örnek.
Gazetecilerin hayatlarını kaybetmeleri halinde çoğunlukla yönetim ve muhalefet birbirini suçluyor.
Suriye yönetimi, Sunday Times gazetesinin muhabiri Marie Colvin’in hayatını kaybettiği olayın ardından “askeri operasyon sırasında muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde hayatını kaybeden gazetecilerin sorumluluğunun, kendilerine ve muhaliflere ait olduğunu” açıklamıştı.
French TV muhabiri Gilles Jacquier, Enformasyon Bakanlığı organizasyonu ile götürüldüğü Humus’ta muhaliflerin attığı roket sonucu hayatını kaybederken, muhalifler önce Suriye yönetimini suçlamış, ardından olayın “yanlışlıkla meydana geldiğini” dile getirmişti.
Suriye basınıKriz yaklaşık 21 aydır devam ediyor ancak Suriye basınından ülkedeki gelişmeleri takip etmek ve bilgi almak hâlâ pek mümkün değil.
'Sıcak haber' ve 'fikri takip' gibi kavramların olmadığı ülke basınında; ceset parçaları, işkence ile öldürülmüş ya da cesedi parçalanmış kişilerin görüntüleri mozaiklenmeden yayınlanıyor.
Muhaliflerin sesine yer verilmeyen iç basında, El Kaide uzantılı örgütlere mensup silahlı muhaliflerin eylemleri, ağırlıklı yer tutuyor.
Ancak ülkede herkes tarafından dile getirilen rüşvet, yolsuzluk, insan hakları ve demokrasi yokluğu gibi gerçeklere değinilmediği gibi, çözüme yönelik fikir, görüş ve tartışmalara da rastlanmıyor.
Arap ve dünya basını
Suriye krizinin başından itibaren, Arap ve dünya basınının da hayli kötü bir sınav verdiği söylenebilir.
Örneğin, temel gazetecilik ilkelerine göre, “görgü tanıkları ve muhaliflere” dayandırılan haberlerin “iddia” şeklinde sunulması gerekiyor. Ancak Suriye’deki kriz sürecinde bu ilkenin çoğunlukla gözardı edilerek haberlerin kesinlik içeren ifadelerle servis edilmesi bir olgu.
Birkaç yüz kişilik gösterilerin 'binler', 'on binler' var gibi aktarılması, ‘ordu tarafından katledildiği’ veya ‘saf değiştirdiği’ söylenen yetkililere ilişkin haberlerin asılsız olduğu ortaya çıktığında düzeltme yayımlanmaması, tarafsızlık ilkesine gölge düşürüyor.
Örneğin “A Gay Girl in Damascus” kullanıcı adıyla internet günlüğünde Suriye’deymiş gibi 'gelişmeleri aktaran' kişi bir süre dünya medyasının ana kaynaklarından biri olmuştu. Fakat, bir yabancıya ait olan günlükte yazılanların hayal ürünü olduğu ortaya çıkmıştı.
Yine Arap basınında Suriye krizine ilişkin haberlerde sıkça “din ve mezhep temelli” söylemlere başvurulması, El Kaide ve Selefi uzantılı silahlı muhaliflerin yok sayılması, basına yönelik güvensizliği doğurmakta ve Suriye’deki gerçek tablonun görülmesini engellemekte.
Yaftalanmak ciddi bir tehlikeÜlkedeki olayları takip etmek isteyen yabancı gazetecilerin yönetim karşısında karşılaştığı zorlukların benzerleri, muhalif cephede de yaşanıyor.
Muhaliflerin, “görüntü verme” amacıyla roket atmasına sıkça rastlanıyor. Ancak bu atışlara Suriye ordusundan karşılık geldiğinde, gazetecilerin hayatı da tehlikeye atılmış oluyor.
Sahada olmayan gazetecilere ve medya kuruluşlarına haber, görüntü, fotoğraf servisi yapan muhaliflerin zaman zaman uydurma görüntü ve asılsız haberler aktarmaları da, diğer bir sorun.
“Çok başlılık ve dağınıklık” gibi eleştirilere hedef olan Suriye muhalefetinin vizyonsuzluk sorunu, ülke içinde önemli bir 'tarafsızlar kitlesinin' doğmasına neden oluyor ve bu tarafsızlar kitlesi, silahlı muhalefetin hedefi haline gelebiliyor.
Krizin başından itibaren olaylara katılmayan Halep kenti buna örnek verilebilir. Özgür Suriye Ordusu komutanlarından Ebu Haşiş, AP’ye yaptığı açıklamada, “Halep’in ayaklanmaya katılmadığını, ancak onlara devrimi götürmek zorunda olduklarını” söylemişti.
İdlib’e bağlı Harem’de kontrolü sağlayan ÖSO'nun halkı evlerinden çıkarması ve gençlerin kamyonetlere bindirilmesi Reuters tarafından fotoğraflanmış, birkaç gün sonra da 70’e yakın sivilin cesedinin toplu mezarlarda bulunduğu haberleri yayılmıştı.
Muhaliflerin rejim yanlılarına ve tarafsızlara yönelik suikast ve saldırılara ilişkin eleştirilere tahammül göstermemesi gazeteciler açısından can güvenliği tehlikesini büyütüyor.
Nidal Humeydi'nin evinin yakılması, Genelkurmay binasındaki patlamanın ardından olay yerine giden Press TV muhabiri Maya Nasır'ın keskin nişancı tarafından öldürülmesi, resmi El Ahbariya televizyonu binasına düzenlenen baskında gazetecilerin katledilmesi, Rus gazeteci Anhar Koçneva'nın kaçırılması gibi birçok örnek sayılabilir.
Gazetecileri bekleyen bir diğer sorun da, ülkesinin ya da çalıştığı kurumun Suriye krizine yaklaşımı.
Muhaliflere yönelik eleştirieri nedeniyle “Baasçılık", "Esadçılık” sıfatları ile yaftalanabilen gazetecilerin yazdığı haberler ya da çektiği görüntüler, çalıştıkları kurumlar tarafından da farklı amaçlarla kullanılabiliyor.
Hediye Levent
*BBC Türkçe/Suriye

YORUM YAZIN