ABD Başkanlık Seçimlerinin Görünmeyen Diğer Adayları
![]() |
| - EYLEM DELİKANLI - |
Geçtiğimiz haftalarda Amerikan televizyonun dev ismi Larry King tarafından sunulan Free & Equal Başkanlık Seçimi Oturumu'nda üçüncü parti adayları, bir diğer deyişle Demokrat ve Cumhuriyetçi adayların dışındakiler, bir araya geldi. Adaylar, özellikle CPD (Başkanlık Oturumları Komisyonu) tarafından organize edilen ve yalnızca Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti adaylarını kapsayan tartışmalarda ele alınmayan konuları gündeme getirmeye çalıştılar. Neydi bu konular? Her ne kadar tartışmanın ana eksenini ekonomi, ordu ve diplomasi oluştursa da Romney ve Obama'nın çok da deşmediği iklim değişikliği, yoksulluk, marihuananın yasallaştırılması, iki büyük parti dışındaki opsiyonları bloke eden seçim sistemi, sermayenin seçimlere gölge düşüyor olması, insansız hava araçları saldırıları da irdelenen konular arasındaydı.
Başkanlık yarışı yalnızca iki adaydan ibaret değil demiştik ama "aday" statüsüne yükselmek de o kadar kolay değil. Adaylığı açıklamak ve bir parti tarafından aday gösterilmek dışında bir de oy pusulalarına girebilmek gerekiyor. Adayların oy pusulasında yer alıp alamayacağı ise eyaletler bazında belirleniyor ve doğal olarak farklı eyalet kanunlarına tabi olunuyor.
Üçüncü parti oturumlarında (fotoğraftaki sıralamaya göre) Justice Party adayı Rocky Anderson, Libertarian Party Adayı Gary Johnson, Green Party adayı Jill Stein ve Constitution Party adayı Virgil Goode yer alıyor. Stein ve Anderson'ın Obama'nın oylarını çalacağı dillere pelesenk olurken Johnson ve Goode'un Romney'e oy kaybettireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Öyle ki hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler sırf bir "Al Gore" vakası daha yaşanmasın diye üçüncü parti adaylarını önseçimlerde oy pusulalarına sokturmamak için ellerinden geleni pek tabii ki artlarına koymuyorlar.
İkisi Free & Equal organizasyonu, diğerleri ise Amy Goodman ve Ralph Nader tarafından yönetilen oturumlara yalnızca bu dört adayın katılıyor olması bir tesadüf değil. Amerikan seçim sisteminde halk direk olarak başkanı seçmiyor, başkanı seçecek seçici kurulu seçiyor. Hangi parti daha fazla oy aldıysa, o partinin kurulunun aday gösterdiği kişi de başkan oluyor. Eyaletlerin kurul sayıları ise birbirinden oldukça farklı. Diğer üçüncü parti adaylarına nazaran bu dört aday daha fazla bölgede, oy pusulalarında yer alıyor ve dolayısıyla daha fazla seçici kurul oluşturma şansına sahip. Böylesi girift bir sistem içerisinde sermayenin ve kurumsal bağışların yanı sıra yerel ve federal seviyede blokajlara maruz kalan üçüncü partilerin seçimlerde çok büyük bir şansları yok fakat 2012 Başkanlık seçiminin iki büyük parti nezdinde başa baş gitmesi nedeniyle özellikle anahtar eyaletlerde üçüncü partilerin ağırlığının daha fazla hissedileceği de aşikar. Colorado, Florida, Ohio, Iowa, Nevada ve North Carolina gibi erken oy kullanma opsiyonunun olduğu eyaletlerdeki sonuçlara göre Obama yarışı an itibarıyla önde götürüyor. Yine de anahtar eyaletlerde Obama'nın Jill Stein, Romney'nin ise Gary Johnson sebebiyle oy yitireceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Şimdi, dünyanın gözü Obama ve Romney'e çevriledursun biz üçüncü parti adaylarına biraz daha yakından bakalım.
Doktor Jill Stein ve uzunca bir süre evsiz kalarak arabasında yaşamış bir politik aktivist olan Cheri Honkala'yı solun diğer renklerinden ayıran en önemli özellik tabii ki 'Yeşil' olmaları. "Yeşil Yeni Anlaşma" olarak tanımladıkları siyasi program spesifik çözümler öneren 4 bölümden oluşuyor. Ekonomik Haklar, Yeşil Değişim, Gerçek Finansal Reform ve Fonksiyonel Demokrasi başlıkları altında enerji politikaları, vergi politikaları, eğitim, ordu, diplomasi gibi pek çok konuda halihazırdaki neoliberal politikalara yeşil alternatifler sunuyorlar. Stein-Honkala ekibinin önemli seçim vaadlerinin başında 25 milyon yeşil iş alternatifi geliyor. Hem işsizliğe hem de iklim değişikliği gibi son derece gündemde olan bir soruna da çare olacağı Oturumlar'da sıkça tekrar ediliyor. Yeni ve yeşil iş sahaları dışında asgari ücretin yaşam seviyesine yükseltilmesi, eşit iş-eşit ücret politikasının garantiye alınması, askeriyeye ayrılan bütçenin kısılması, orta ve az gelirli ailelerin lehine tüm vergi sisteminin yeniden yapılandırılması, sosyal güvenlik ve sağlık sistemine kesintilerin kaldırılması, ücretsiz eğitim, hatta ve hatta prim alan batık bankaların CEO'larından %90 vergi alınması gibi geniş spektrumlu bir programa sahip Yeşiller. Yeşil alternatif, krizin derinleştiği bir dönemde elbetteki kulağa hoş geliyor.
Yeşiller'in en büyük handikapı ise kendilerine oy vermeye gönüllü seçmenin, 'oyları bölmeyeyim' endişesiyle, oylarını çoğu zaman Demokrat'lara kaptırıyor olmaları. Yeşillerin en büyük isteği "halkın bu seçimlerde Wall Street tarafından satın alınmamış bir parti opsiyonu" olabilmek. Bu nedenle aslında her 4 partiyi de birleştiren en önemli mesele üçüncü partileri dıştalayan ve görünmez kılan seçim sisteminin değişmesi gerektiği.
Justice Partisi adayı Rocky Anderson'ı aslında Yeşiller'den ayıran çok belirgin bir politik duruş söz konusu değil. Dolayısıyla daha geniş bir kitleye seslenen ve sosyal ağları daha sağlam olan Yeşiller'in gölgesinde kalması da muhtemel. Amerika'nın emperyal özlemlerinden vazgeçmesini ve çoktandır kaybedilmiş sivil özgürlüklerin geri gelmesini öngören politikaları özellikle Romney gibi orduya 2 trilyon ek bütçe aktarmayı planlayan adaylardan sonra insana pek naif geliyor.
Goode ve Johnson her ne kadar sağ kanat içerisinde yer alıyorlarsa da Cumhuriyetçi ahbaplarını hop oturtup hop kaldıracak yığınla politik argümana sahipler. Hatta Virgil Goode belki de bu oturumların en eğlenceli karakteri. Zira; göçmenlere kapıları kapayalım, yeşilkartları kimselere vermeyelim ki işsizlik sorunumuzu çözebilelim, eşcinsellerin evlenmesini aman aman yasaklayalım, kürtaja hayır diyelim, idamı sakın ha kaldırmayalım, doğal gaz için her tarafı delik deşik edelim, nükleerden vazgeçmeyelim diyerek Çay Particileri arattırmasa da seçimlerin daha demokratik olması konusunda diğer adaylarla hemfikir. Goode'a göre sosyal güvenlik sistemi korunmalı, kampanya bağışları PAC ve SUPER-PAC'lerden kurtarılıp seçimler kurumsal sermayenin gölgesinden çıkarılmalı ve Kongre'de çalışmaya zaman sınırlaması getirilmeli. Bu konularda da enteresan bir şekilde diğer sağ kanat adaylardan ayrılıyor.
Amerikan'ın en büyük üçüncü partisi Libertarian Party adayı Gary Johnson üçüncü parti adayları içerisindeki en güçlü aday. New Mexico'da valilik yapmış, aslen işadamı olan Johnson'ın sunduğu politik çözümlerin birçoğu Amerikalıların "ilerici" diye tanımlayabilecekleri nitelikte. İran'ı bombalamanın söz konusu olmadığını, Afganistan'daki askerlerin geriye gelmesi gerektiğini, Romney ve Obama'nın mümkün olsa hiç bahsetmeyecekleri insansız hava araçları saldırılarının sonlandırılmasını, polis devlet yapısının kaldırılmasını, Patriot Act'i geçersiz kılmanın elzem olduğunu, Devlet Gelirleri Dairesi'nin ise topyekün ortadan kaldırılması gerektiğini, eşcinsellerin evlenme hakkı olduğunu da söylemeden geçmiyor. Johnson anlamsız diye nitelendirdiği uyuşturucuya karşı savaşta ise marihuananın yasallaştırılmasından yana. Öyle ki kendisinin de bir dönem içtiğini söyleyecek kadar da rahat bu konuda. Fakat yine de silah sahibi olma ve sosyal güvenlik gibi konularda Cumhuriyetçilerden fazlaca ayrışmıyor.
Obama ve Romney arasındaki siyasi farklılığın seçmenler nezdinde çok da berlirgin olmadığı bu seçimlerde halk gerçekten "oyları boşa harcayarak" üçüncü partilere bir geçiş sağlayacak mı yoksa "kötü ve daha da kötü" arasında mı oy kullanacak Çarşamba günü itibarıyla görmüş olacağız. Yine de unutmamak gerekir ki iki büyük partinin alternatifleri diye sunulan bu adaylar dışında bir de sosyalist adaylar var. Onları içinse 'vuslat başka bahara kaldı' demekten gayrı elden bir şey gelmiyor.
Eylem Delikanlı/New York
*birgun.net adresinden alınmıştır.

YORUM YAZIN