Header Ads

Dinin Olmadığı Bir Dünya Hayal Et

- yazı: İBRAHİM KAYA -
Kamu hizmeti sunması beklenen TRT’nin yıllardır süren “tekçi” yayın anlayışının son örneklerinden biri, Londra Olimpiyatlarının kapanış töreninde John Lennon’un ‘Imagine’ şarkısının sözlerinin sansürlenerek ya da çarpıtılarak çevrilmesiydi. Bu olayı, sıradan yani kabul edilebilir bulanların sayısı ne yazık ki çok!

Bir kere bu tür sansürlemeler, çarpıtmalar olağanlaştığında artık “demokrasiden” söz etme olasılığı kalmıyor demektir. Çünkü egemen ideolojinin aygıtı olarak işleyen güya kamusal bir yayın organı, böylece, tek bir kültürel kodun, tek bir yaşayış biçiminin tereddütsüz savunuculuğunu yapıyor. Eğer TRT için ve dolayısıyla egemen ideoloji için bazı anlayışlar kabul edilemez, “çirkin” anlayışlar ise, ortada farklılıkların birlikteliği gibi demokratik bir temel kalmıyor demektir. Dinlerin olmadığı bir dünyayı hayal et diyen birisine “haydi canım sen de, öyle değil böyle olur” küstahlığının sergilendiği bir yayın anlayışı, deyim yerindeyse totaliterdir. Kamuoyunu doğru bilgilendirme, kamu televizyonculuğunun temel ilkelerinden olduğuna göre, TRT kamu televizyonculuğu yapmıyor demektir.

Üç tekçi anlayış

Ancak, mesele sadece TRT’nin egemen ideolojinin borazanlığını yapıyor olması hafifliğinde değil. Esas derindeki mesele, egemen ideolojinin tekçi bir toplum yapısı için son sürat savaşıyor olması. Tekçi toplum yapısı derken anlatmak istediğim, bir toplumun egemen bir yaşam anlayışını tek, tartışılmaz, alternatifi olmayan bir yaşam anlayışı olarak içselleştirmesidir. Bu yöndeki gelişmeler son zamanlarda keskin örneklerini vermeye başladı. Alevilerin istenmeyen yarı-yurttaşlar olarak egemen ideoloji tarafından dillendirilmesi, üniversitelerde alkol karşıtlığının yükselmesi, Ramazan ayında oruç tutmayanlara yönelik düşmanca algıların kışkırtılması gibi birlikte yaşamayı pervasızca ateşe atan gelişmeler, totaliter toplum anlayışının güçlenmesine yönelik gelişmelerdir.

Ortodoks Sünniliğin bu toplumun temeli ve hatta birleştirici kementi olduğu anlayışı, sözünü ettiğimiz tekçi toplum yapısının en temel ideolojik anlayışını oluşturuyor. Bu anlayış, her şeyden önce toplumun, yani birlikte yaşamanın, temelinde dinden başka bir ortaklık görmüyor. İnsanların hepsinin bir dini inancı olduğunu öngörüyor. Yani tekçi bir toplum temeli tasavvur ediyor. İkinci olarak, bu anlayış, dinden sadece İslam’ı anlıyor. Diğer bütün dinsel inançları, batıl olarak anlıyor ve sadece İslam’ın hak dini olduğunu varsayıyor. Varsayıyor ama aynı zamanda herkesin de böyle inanması gerektiğine karar veriyor. Üçüncü olarak da İslam’ın içindeki çoğulluğu dışlayarak sadece Sünni İslam’ı “doğru İslam” olarak anlıyor ve böyle anlaşılması gerektiğini de hışımla dikte ediyor.

Kısacası, burada son derece içiçe geçmiş üç tekçi anlayışın bütüncülleştiğini görüyoruz. Ortak yaşam için tek temelin din olduğu sanısı, bu dinin İslam olduğu varsayımı ve İslam’ın da sadece Ortodoks Sünnilik olduğu sayıltısı sözünü ettiğimiz üç tekçiliği ifade ediyor. Öncelikle, dinin birlikte toplum halinde yaşamanın temeli olduğu iddiası, son derece sorunlu ve kaçınılmaz biçimde antidemokratiktir.

İllaki Sünnisin!


Bir ülkedeki her bireyin dinsel inancı olduğunu varsaymak, din dışında başka bir ortaklığı yadsımak, neresinden bakarsanız bakın, dışlayıcı ve totaliter bir anlayıştır. Toplum halinde birlikte yaşamak bu anlayışla sağlanırsa eğer, kan ve zorla sağlanabilir ancak. İkinci olarak, diyelim ki bir toprak parçasında toplumu oluşturduğu düşünülen herkesin bir dinsel inancı var. Ancak, buradaki çoğulluğu tanımayan ve sadece İslam’ı hak din olarak dikte etme savaşı veren anlayışın totaliterliğinin de teslim edilmesi kaçınılmazdır. Budist olmanız, Şaman olmanız ya da Yahudi olmanız dinsel inançlı bir yurttaş olmanızdan ötürü ateist birine göre sizi biraz daha makbul kılsa da, başka bir açıdan Müslüman ile eşit olmanızı mümkün kılmaz. İşte bu nedenledir ki “Müslüman Türk toplumu” ibaresi hiç tereddüt edilmeden kullanılıverir her daim! Haydi, varsayalım ki, bu egemen anlayışta olduğu gibi, bu sözü edilen toprak parçasında yaşayanların hepsi kendisini Müslüman olarak anlıyor.

Egemen anlayışa göre bu durum her ne kadar ateistlerin ve diğer dinsel inançlıların olmasından daha tercih edilebilir bir durum olsa da hâlâ bir sorun daha var: O sorun da, herkesin Sünni olması gerektiği sorunu. Hem de bu Sünni egemen anlayışın anladığı anlamda bir Sünni olma zorunluluğu!

Demek ki birisinin kendisini İslam içinde anlaması, egemen ideoloji için yeterli değil. İslam dininden birisi olarak kendisini tanımlayan birisi, egemen ideoloji için makbul olarak görülme noktasında epey bir aşamayı geçmiş olsa da henüz merkeze ulaşmış sayılmaz. Merkezde yer almak ve makbul olmak için ayrıca Sünni İslam’ın içinde olması kaçınılmazdır.

Nasıl olacak?

Ateist değilsiniz, “batıl dinsel inançların” içinde de değilsiniz, Müslümansınız ama ya örneğin Aleviyseniz, makbul olmanız mümkün değil. Öyle bir totaliter toplum tasavvurudur ki bu, hem kendi projesini hayata geçirmesi baskı, gözyaşı, acı gerektirir hem de toplum halinde birlikte yaşama derdi yoktur. Nasıl olur da birlikte yaşama idealine sahip olabilir bu egemen anlayış?

Öncelikle, egemen olma iddiasını bir kenara bırakarak. Bu nasıl olur?

Birincisi, toplumun, yani birlikte yaşamanın, temelindeki ortaklıkların insani, evrensel değerler olduğunu kabul ederek. Yani dinsel değil, laik temelin birlikte bizi yaşatacağını anlayarak.

İkincisi, dinsel inançların hiçbirinin kendisini tek doğru olarak topluma dikte edemeyeceğini kavrayarak. Yani sadece bir dinin hak din olduğunu propaganda etmekten vazgeçerek.

Üçüncüsü, bir dinin içinde de çoğulluğun olduğu gerçeğini kabul ederek. Yani, sadece bir mezhebin egemenliğinin savunusunun doğru olamayacağını anlayarak.

Kısacası, “imagine there is no religion” diyenlerin tıpkı kendi ideolojisinden insanların olduğu kadar yurttaşlık hakkının olduğunu kabul edebilecek bir anlayış, toplum halinde birlikte, yani demokratik zemindeki bir yaşamı destekleyebilir.

İBRAHİM KAYA: Doç. Dr., DPÜ, Sosyoloji
*Radikal İki

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.